• BIST 10655.84
  • Altın 4437.088
  • Dolar 40.4252
  • Euro 47.3322
  • İstanbul 35 °C
  • Diyarbakır 40 °C
  • Ankara 35 °C
  • İzmir 41 °C
  • Berlin 21 °C

Said-i Kürdi’nin ‘Seyyid’lik üzerinden Araplaştırılmasına cevabımız! (2)

Abdullah Can

2. BÖLÜM
Akgündüz’ün “Bediüzzaman’ın, Hz. Resulüllah gibi bir şahsiyete dayanması, ... Onu Kürtçü, bölücü, devlet ve ordu düşmanı şeklinde tasvir edenlerin duvarlarını yıkacaktır” gibi bir söyleme başvurmasını anlamak kolay ise de asıl mevzuyla irtibatını kurmak çok zordur. Yani, Üstad’ın seyyidliğini –güya– ispatlamaya çabalarken ve onu –güya– var olan “Kürtçülük” ve “Bölücülük” ithamından kurtarmaya çalışırken, aynı zamanda onu “Devletçi” ve “Orducu” göstermeye çalışması anlaşılır gibi değildir. Üstad için “Kürtçü”, “Bölücü” diyenlerin mazide kaldığını biliyoruz da, onu “Devletçi” ve “Orducu” yapanların aramızda dolaştıklarından fazla haberdar değildik. Ahmet Bey ve onun gibi düşünenler, bizi bu gerçekten da haberdar ettiler...

Geçmişte, “orduperestlik” adına Evren ihtilaline destek verenleri; il, ilçe, kasaba, köy demeden ülkenin dört bir yanını dolaşıp “ihtilal”ı övenleri; “ihtilal anayasası”na evet denilmesi gerektiğini söyleyenleri; cunta lehinde sitayişkâr mektuplar neşredenleri; ihtilale, 12 Eylül Askerî Anayasasına hayır diyenleri “Kızıl Komünist”, “Anarşist”, “Bölücü” ve “Vatan hainleri” şeklinde tavsiflerle gazetelerde neşriyat yapanları; bu propagandalarını Nurcuların harim-i ismetlerine, yani medreselerinin içine, sohbetlerine kadar taşıyanları, biliyorduk, biliyoruz. Ancak, bunları unuttuk, unutmak istedik; mümkün oldukça gündeme getirtmedik. Fakat görülen o ki, biriler halen o sabık marazlardan kurtulmuş değildir. Akgündüz’ün konuşmasında olduğu gibi, bu marazlar zaman zaman nüksedebiliyor. Bu konuyu bir başka çalışmaya bırakıp şimdilik ve sadece, Üstad’ın, “Cebr-i keyfî-i küfrî” ve “İstibdad-ı askeriye-i keyfiye-i küfriye” gibi tavsiflerin kimler için kullanıldığını Akgündüz Bey’e ve onun gibi düşünenlere sormak ve hatırlatmak isterim. Ve yine, “Sabık Harb-i Umumî çalkalamasıyla o mübarek yağı alındı, yağı alınmış bir ayrana döndü” ifadeleriyle neyin anlatıldığını anlamaya davet ediyorum. Ayrıca, aşağıdaki iki cümleyi de hatırlatmakta fayda mülahaza ediyorum; inşaallah ufkunuzu açar, ağzınızdan çıkanın kulağınızca da duyulmasına vesile olur:

Bir hadis-i şerifin, ahir zamanda an’anat-ı İslamiyenin zararına çalışacak diye haber verdiği adam bu olduğunu ef’aliyle göstermesidir. Ben, otuz altı sene evvel o hadisi tefsir etmiştim; aynen bu adama manası çıkmış.”

“Yüzer ayât-ı Kur’aniyeye istinaden Kur’anın kudsî kanunlarının yerine, medeniyetin bozuk kısmından anarşilik hesabına ve bir nevi Bolşeviklik namına istibdad-ı mutlak manasında Cumhuriyetteki hürriyet perdesi altında dindarlar hakkında eşedd-i zulme âlet olabilen muvakkat bir rejime, değil yalnız ben, belki bütün ehl-i vicdan muhaliftir.”

“Devlet düşmanlığı” kavramına gelince; bu keskin ifade, bir susturma ve baştan savma jargonudur. Birilerin, birileri suçlamak ve karalamak, hatta saf dışı etmek için kullandıkları keskin bir kılıçtır. Ahmet Bey’in zaman zaman “Devlet düşmanlığı” söylemi üzerinden yürüttüğü bu kabil sindirme ve diskalifiye manevrasını, her ne münasebet ise, Üstad’ın Seyyidliği provasında da sergilemesi, niyet olarak, “Üstad’ın seyyidliği” iddiasından daha çok, taşırıp farklı bir amaca yöneldiğini gösteriyor. Zira “Devletçilik”, Mustafa Kemal’in altı ilkesinden biri olup İslam’ın ya da imanın esasları arasında yer almaz. Münasebetsiz şeyler arasında münasebetsiz münasebetler kurdurmak, sadece kafaları karıştırmak, zihinleri bulandırmaktır. “Devlet sevgisi” diye bir kavramın da tahkiki iman dersleri arasında yeri olduğunu söyleyen biri varsa beriye gelsin; Nur Külliyatı içinde yerini göstersin! Vatan ile devlet mefhumlarını birbirinin yerine oturtmak, onları aynı şeylermiş şeklinde değerlendirmek de sadece yutturmacılıktır ve şeytanî bir iğvanın ötesine geçmez. Onun için, seyyidliği ispat zemininde Bediüzzaman’ın devletçiliğine vurgu yapmak, halis bir niyetle telif ve tefsir edilemez.

Bediüzzaman’ın “Milliyetçiler, milliyeti mabud ittihaz etmişlerdir” demesine rağmen, yıllarca onun eserlerini okuyan birinin “Bediüzzaman’ın milliyeti”ni dert edinmesi, mensubu olduğu kavme karşı beslediği özel duygularından ya da özel hesaplarından dolayı bir yolunu bulup Bediüzzaman’ın o kavimle ilişkisini kesmeye çalışması ne kadar hazin, değil mi? “Binlerce seneden beri lisanını ve milliyetini unutmayan Kürtler”i –ki her dil ve kavim Allah’ın ayetlerinden bir ayettir– saha-i vücuttan silme gibi bir vahşiliğin her türlü provasının yapıldığı bir coğrafyada, yıllarca Bediüzzaman’ın kitaplarını okuyup onlarla imanını kurtaran birilerinin kalkıp o provacılar kafilesine iltihak etmesi; üstelik dinî argümanlar ve enstrümanlar kullanarak daha tehlikeli bir yola sülûk etmeleri ne kadar esef verici ve ne kadar içler acısıdır, değil mi?... “Allah’ın ayetlerini ucuz bir meta karşılığında satışa çıkarmayınız!” nehy-i İlahisine rağmen, Belamvarî bir rolle dinini, milliyetçiliğine payanda edenlerin; milliyetlerini dinleri ile takviye edenlerin akibet-i müdhişelerini düşündükçe dehşete kapılmamak mümkün müdür?

Evet, görünen o ki, Akgündüz Bey, gerçek bir Bediüzzaman’ı değil, hayalî bir Bediüzzaman’ı tanıyor ve taliplisi olduğu Bediüzaman da hayalî, yani “Seyyid” olan Bediüzzaman’dır. Olmayan bir Bediüzzaman’ın peşine yıllardır takılıp bu uğurda kafasını ve psikolojisini bozan Ahmet Hoca, nihayette bulduğu bir iki mikroskobik tahrir defteri sayfası, bir iki Arabî metin ve bir iki Osmanlı sicil kâğıdıyla kendini tatmin etmeye zorlarken, sürü zaviyesinde gördüğü biz okuyucu ve dinleyicilerinin de essahtan kani olacağı zehabındadır. Bu bakış açısı ve bu yaklaşım tarzı çok safça, hatta saftrikçe bir halet-i ruhiyenin göstergesidir. Ehl-i tahkik olan Nur Talebeleri –Ahmet Hoca’nın talebeleri değil– tezyin ve tasvir-i müdealara kanacak kadar akıl ve muhakeme zıvanasından çıkmış değillerdir. Onlar, delil ve bürhana tabidirler; Latince dizgisi yapılan şecerenin Arabî mukabilinin olmayışını yutacak kadar cahil değillerdir. Elbette biriler sözkonusu Arabî varakaları inceleyecektir ve inanıyorum ki bu tip misyonerce çalışmaları bertaraf edileceklerdir. Böylece, Nurları kendi kavmî ve siyasî emellerine alet edenlerin defterleri er veya geç dürülecektir. Şüphesiz, Zikri(Kur’an) indiren Allah, nasıl onu koruyacaksa, o Zikrin hakiki bir tefsiri olan Nurları da koruyacak; onu ehl-i kitap gibi tahrife kalkışanların yüzlerine canib-i İlahiyesinden şamarlar indirecektir.

Tahrif derken, yeni bir şeyi gündeme getirdiğim zannedilmesin; kafa karıştırmaktan, kalplere vesvese vermekten Allah’a sığınırım. Sadece bütün Nurcu kardeşlerime tavsiyem şudur: Lütfen, Allah rızası için, Nurun Osmanlıca nüshaları ile bütün yayınevlerinin tabettirdikleri külliyatları kitap kitap karşılaştırarak okusunlar; o zaman benim ne demek istediğim anlaşılır. Pek yakında, 1983 tarihinde hazırlanmış bir tahrifat listesini sunacağım; bu belgeyle birlikte, “Nurlarda tahrifat yoktur” diyenlerin açık yalanları gün yüzüne çıkacaktır. Bu yalancılar, kendi amaçlarına ulaşmak için her türlü çarpıtma ve saptırmayı mubah görürler. Hakkı batıl, batılı hak göstermeyi marifet sayarlar. Onlarda hakkın ölçüsü “Rabbanî düsturlar” değil, nefsanî taleplerdir. İslamî kimliği değil, millî ve ırkî kimliği önceleyen bu çevreler, gerekirse bütün kutsal değerleri kendi menhus emellerine alet etmekten hayâ etmezler. Uhrevî sorumluluktan ziyade dünyevî ve ulusal kaygıları önceleyen bu kesimler, sözde ehl-i tevhid, pratikte ise müşrikçe icraatlarda bulunurlar. Zahiren ahiret ve maneviyat ehli gibi görünen bu kimseler, özleri itibariyle kapitalist ve materyalistçe bir yaşama taliptirler. Zira patik(leri) ona delalet ediyor.

Seyyidlik propagandasıyla ortaya çıkan bu “kast sistemi” ve “imtiyazlılar” sınıfının hamileri, Allah’ın azametini, adaletini, merhametini, muktedir ve muhyi sıfatlarını göz ardı ederek, Siyonistlerin Yahovası gibi “ırkçı bir ilah” tasavvuruna teşne tutuyorlar. Ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkartan Allah’ı değil, ölüden sadece ölüyü, diriden de sadece diriyi halk eden bir Allah’a inanıyorlar. Âli şeyleri adileştiren, adiyi âlileştiren; azizi zelil, zelili aziz kılan bir Allah yerine, hep âliden âliyi, adiden adiyi; azizden azizi, zelilden zelili yaratan bir Allah tasavvuruna sahiptirler. Peygamberden müşrik evlat, müşrik babadan peygamber yaratmaya muktedir olan bir Allah inancı yerine, müşrikten sadece müşrik, peygamberden de sadece peygamber peydahlatan bir Allah inancını beslerler.

Evet, acaba Kayı aşiretinden Osman Bey’i ve ondan da Osmanlı Devletini çıkartan Allah; horlanan Kürtlerden Salahaddin-i Eyyubiyi ve ondan da bir imparatorluğu vücuda getirten Allah; dışlanan Berberilerden Tarık Bin Ziyad’ı ve ondan da İspanya fütuhatını ihdas ettiren Allah,hâşâ, yüzbin defa hâşâKürtlerden bir Said-i Nursî’yi çıkartmaya muktedir değil mi?! Böyle bir itikadî saplantı içinde olanlar için ne denilebilir, size soruyorum! Böyleleri için, “Kulillahu, summe zerhum fî havdihim yel’abun” ayetini okumamız, yerinde olmaz mı acaba!

Bediüzzaman sürekli –amma sürekli– “şahs-ı manevi” ve “zamanın cemaat zamanı” olduğu gerçeğini ta gözlerinin içine kadar sokarken, bir kısım Nurculara ne oluyor ki hala kafayı “mehdilik” ve “seyyidlik” tartışmalarıyla bozuyorlar, bozduruyorlar? Bu kısır ve fasit cenderenin tuzağından ne zaman kurtulacaklardır? Yıllar yılıdır bir arpa boyu mesafenin alınmadığı bu fer’i meseleler, neden bu kadar önemsenerek -adeta- “imanî” bir zaviyeye çıkartılıyor? (Akgündüz Bey’in teşebbüsünün de bu muhtevada olduğunu hatırlatmalıyım.)

Birilerinin, “Seyyid olmak Kürtlüğe, Kürt olmak da seyyitliğe engel değildir” demeleri tipik bir demagoji ve cerbezeciliktir. Zira bu sözün zımnında ve bir sonraki aşamasında yine kronik Kürt inkârcılığı vardır. Bu tür söylemler, Kürtlükten çıkartmanın ön hazırlığı, yumuşak geçişi ve kolaylaştırıcı enstrümanıdır. Hâlbuki tüm insanların Hz. Âdem’de birleşmesi ne kadar kesin ve doğru ise, ayrı ayrı kavimlere taksim edilmeleri de aynı kesinlikte bir doğrudur. Her iki doğrunun da doğrulayıcısı bizzat Allah’ın kendisidir. Ve bu doğru, kıldan ince, kılıçtan keskin bir sınavın ana sorusudur. Takva yerine ırk ve cinsiyeti esas alanlar bu sınavı kaybedenlerdir. Birbirini tanımak ve yardımlaşmak yerine inkâr ve imhaya çabalayanlar, yani ırkçılar-faşistler sınavı kaybedenlerdir. Bu ince çizgiyi aşmamak ve haddimizden taşmamak, en büyük insanî ve İslami erdemdir.

Devam edecek...

Birinci bölümü okumak için...

  • Yorumlar 19
  • Facebook Yorumları
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    • M. MEMDOĞLU04 Ocak 2013 Cuma 11:21Ümmet Olmak

      Ben 'Müslümanım' diyen herkesin, Asr-ı Saadet dönemine bakması Peygamber (s.a.v) etrafına bakmasında fayda mülahaza ediyorum. Bir Mevlana, Bir Yunus nasıl dünyaya mal olmuşsa Üstad Hazretleri de bütün dünyaya mal olmuştur. Bizler bu kısır tartışmalarda uzak durmalıyız, Risaleler tüm ümmetin malıdır ondan herkes faydalanmalı, Üstad Hazretlerinin Kürt, Türk ya da Arap olması onu büyüklüğünü küçültmez. Yazarı tebrik ediyorum, yazılanının devamını

      Yanıtla (0) (0)
    • ahmethazo04 Ocak 2013 Cuma 13:26gerçek nedir

      saidi nursi kürttür.kürtoğlu kürttür.bu bir. saidi kürdi diye kürtler arasında yerini almıştır. buda iki. saidi kürdi zülme boyun eğmemiştir. zülme karşı durmuştur.buda üç. saidi kürdi kürtlüğünden utanmamıştır.buda ört. saidi kürdi kürtleri inkar eden bir hareketin parçası olmamıştır. buda beş. saidi kürdi düşmana karşı islamı savunmuştur.buda altı.saide kürdi siloların peşine takılanlar gibi insanin peşine değil islamın peşine takılmışt

      Yanıtla (0) (0)
    • Adem MURTEZA04 Ocak 2013 Cuma 13:29Tebrikler

      Değerli kardeşim bu dakik yazınızdan örürü tebrik edrim
      A.akgündüz konuşmasının başında Ustadın seyyitliği Kürtlüğüne mani değildir diyor, ama arkasında da "Karacadağdaki kayı boyu Türklerin Kürtlükle hiç alakası olmadığı gibi Ustad da Kürtlükle alakası odur " diyor Bu da sizin tezinizi doğruluyor. Burada yumuşak bir geçiş sağlamaya çalışiyor. Bundan da daha önemlisi işaret ettiğiniz gibi Kemalizimle parelel bir islam ve Nurculuk hareketini olu

      Yanıtla (0) (0)
    • Vangel04 Ocak 2013 Cuma 16:09Hz. ALİ

      Üstad eserlerinde “Ben, kendimi seyyid bilemiyorum…” (Emirdağ lahikası) diyen Bediüzzaman maddi anlamda seyyid oluşuna ilişkin bir bilgisi olmadığını açıkça ifade etmiştir.

      Bazı yerlerde de “Manen ben hz. Ali’nin (ra) bir veled-i manevîsi hükmünde ondan hakikat dersini aldım.” Şeklindeki ifadelerle manevi olarak ehl-i Beyt’ten oluşuna vurgu yapmıştır. Şu ifadeleriyle de aynı hususa işaret etmektedir: “Ben de mânevî âl-i beytten sayılabilirim” d

      Yanıtla (0) (0)
    • veysel04 Ocak 2013 Cuma 20:56Samimiyet

      Bu güne kadar tüm ümmet Bediüzzamanı Kürt olarak biliyor ve onu bu kimliğiyle beraber seviyordu.Şimdiye dek şunun itirafını yaptınız mı?Demek ki müslümanlar hangi ırktan olursa olsun,gerçek din alimlerinin arkasından gidebiliyor.Öyleyse asıl birleştiricilik din birliği,islam kardeşliğindedir...Fakat şimdi,asıl konu Mehdilikle alakalı olduğu halde,sırf bir kişinin söylemine dayanarak,kendi milliyetçiliğinize paye çıkarıyor,yine dışlanmışlık edebiyatı y Editörün Notu: Lütfen.. Yorumların başlık dahil 500 karekterle sınırlı olduğunu unutmayalım...

      Yanıtla (0) (0)
    • zeynee abidin çelik04 Ocak 2013 Cuma 20:57üstad

      fikri zikri milliyet olanın sonu ahmet beyin sonu olur. Nurları okuyanların fıtratları bozulmamış vicdanları körelmemiş ise üstadın kürt olduğuna bin şehadet ederler.Ahmet bey gibilerin derdi dünyada okunan üstadın neden bir Türk olmadığıdir.,Ahmet bey gibi düşünenleri Taksimde bir araya gelmeleri ve Allah'a şöyle yalvarmalarını diliyorum.Yarabbi ne olur büyük İslam alimlerini Türklerden çıkar yoksa nefsimiz Kürtlerden çıkanları kabul etmekte zorlanıyor

      Yanıtla (0) (0)
    • Cibali Baba05 Ocak 2013 Cumartesi 15:16ne HAZİN bir durum

      Muhterem MEHMET HAZİN kardeşim!. klasik anlamda muhterem nurcu kardeşlerimizin o elim ve hazin tablosunu kullandığın içi boş ifadelerle bir kez daha görme acısı içinde kıvranarak karın acısı çekmekteyim.

      Be mübarek kardeşim yıllardır sadece ANLAMAK ve TANIMAK istediğiniz SAİD-İ NURSİ hazretlerini bu vakitten sonra kimseye yutturamassınız. Varın gidin, okumamızı salık verdiğiniz metinleri sizler tekrar tekrar akıl ve vicdan terazisiyle sizler okuyun da, umulur

      Yanıtla (0) (0)
    • mehmed hazin05 Ocak 2013 Cumartesi 14:19aldanmışsınız

      Sayın yazar pek aldanmışsınız ahmet akgündüz yanlış anladığınız gibi bir yorum yapmamıştır. Sizin cerbezeli bakış açınız sizi aldatmış. Üstadın türk ordusuna bakış açısı.meydandadır dikkatli okuyun! Garaz damarıyla okumayın.

      Yanıtla (0) (0)
    • mehmet hazin05 Ocak 2013 Cumartesi 23:00cibali baba kıssası

      Bu isimle girdiğiniz tarihteki. Cibali baba gibi meczubane ve garazkar bir yorum tarzınız var müspet hareket etmek menfi hareket etmemek daima hüsnü zanla kendilerini memür addeden nur düstürlarına zıd ve lüzumsuz bir münakaşa olmasın. Hariçte bu kadar tazyikat varken ve dessas zalimler fırsat kollarken teferruat bir meselede çok hizmetleri olan bir zatı nazarlardan düşürmeye çalışmak safdilane bir hareket olur. Ve uhuvvete ciddi zarar verir

      Yanıtla (0) (0)
    • kirpicik06 Ocak 2013 Pazar 13:30türk-İslam

      türkçü-İslamcı örgüt ve cemaatlerin nasıl korkunç bir münafıklığın içinde oldukları bu meselede net olarak görünmektedir. Türk İslamcıları İslam'ı nereye kadar ırkçılık ve devlet tapınmacılığı için kullanacaklar?

      Yanıtla (0) (0)
    • cibali bab06 Ocak 2013 Pazar 18:17yine HAZİN(CE) bir hsleti ruhiye

      Sevgili biraderim kusura bskma ama sizin "cerbezeli bir dil ve anlatım" ile suçladiğiniz ABDULLAH AYDIN beyefediyi 40 yildir bizzatihi tanimakta ve NUR HİZMETLERİ hususundaki samimiyet ve ihkasi konusunda indi ilahide şahitlik ederim. Ama cerbeze ve cedelin dik alasini yapan savunduğunuz zat için ayni şeyleri söyleyemem. AYRICA lütfen o cafcafli ve ihlasizlik ve tekebbür ile tezyin edilmiş sözlerinizle zatıma nasihat etmeden önce kendinizi kullandiğiniz dilden dolayi muhasebey

      Yanıtla (0) (0)
    • Hüseyin Ahmet06 Ocak 2013 Pazar 18:57Fitnenin sınırı

      İslam ümmetinde fitne her zaman var olmuştur ve var olacaktır. Müslümanların görevi fitneye pirim vermemek olmalı. Birileri Kürt olduğu için onu ziyaret etmek istememiş olabildiği gibi birileri de onun ırkını haşa Allah (cc) rağmen değiştirmek isteyebilir. Bu onun nasıl bir hezeyan içerisinde olduğunu gösterir. Böyle zavallı bir ruh haline ancak acırım ve kendimi kontrol ederek yalnızca yazıklar olsun derim. Sizin gibi Peygamberi (ASM) bir bakış açısı sunanlar

      Yanıtla (0) (0)
    • emini-i samsur-i08 Ocak 2013 Salı 12:41tetkik

      keke abdullah yanlız benim anlayamadığım, bir şey var, risale-i nur cihetinde bakıldığında Türklerdeki inkişafat ve gelişme Kürt cenahında daha sönük ve az tesirli görüyorum, bizler eleştiriyor eksik yanlış tarafları göstermeye çalışıyoruz, amma velakin onların doğru gittiği bir yol, dayandığı bir hakikat var herhalde vede bizlerin dayandığı çürük bir şeymi varmı. yanlış bir şeymi yapıyoruzki bir bazan duvara tosluyoruz gibime geliyor.

      Yanıtla (0) (0)
    • Süleyman07 Ocak 2013 Pazartesi 09:34zulme rıza zulümdür

      Hariçteki tazyikata dikkat çeken Hazin, dahildeki nifakın daha tehlikeli olduğunu unutmuşa benziyor. Şeriatî'nin dediği gibi pirincin içindeki siyah taştan değil, beyazından korkmalı. Can damarını koparan kanını içien en büyük düşmanını dost zannedenlere veyl olsun! Düşman dahilde olursa mukavemet zorlaşır, hariç düşman salabeti artırır diyenin üstad olduğunu unutmamalıyız. Neferatla ruh-u habisi temsil eden üst düzeyi de karıştırma. İnna atayne sırr Editörün Notu: Lütfen.. Yorumların başlık dahil 500 karekterle sınırlı olduğunu unutmayalım...

      Yanıtla (0) (0)
    • emin-i samsur-i07 Ocak 2013 Pazartesi 09:39er meydanı

      evet dostum bu gün nurcularda en büyük eksiklik er meydanının eksikliğidir, ve balyoz gibi gerçekleri net ve kesin bir şekilde dile getirip, insanları düşünmeye sevk etmeye ihtiyaç vardır.

      Yanıtla (0) (0)
    • MAMOSTE GOK07 Ocak 2013 Pazartesi 12:11BAŞ E.

      Birayê delal! Bedîuzzeman Seîdê Kurdî ma negotibû: "Kurdem diye te'n etme, bende kibarım bir kelle soğanı bin kızıl elma ile değişme"
      Kesê ku fehm bike wê bike, lê kesê naxwaze fehm bike jî, berde bila bizûre!!!
      Mamoste

      Yanıtla (0) (0)
    • A. Can08 Ocak 2013 Salı 15:01Kemiyet değil, keyfiyet önemli

      Bir çok peygamber gelmiştir ki hiç ümmetleri olmamış; bir çoğu da kendi kavimleri tarafından öldürülmüşlerdir. Bu durum onların haksız oldukları anlamına gelmez. Nemrud, Fir'avun ve Şeddat gibi zorba ve kaniçicilerin de hayli taraftarları olmasına karşın, bu onların haklı oldukları anlamına gelmez. Kuvvet haktadır, hak kuvvette değildir. Kalbin kendisi küçük ama bir vücudun tamamına hayat taşıyor.

      Yanıtla (0) (0)
    • Mahmud Berazi08 Ocak 2013 Salı 21:28Hormon

      Damarlarımıza yıllardır zerkedilen hormonları, bilinçli çarpıtmaları bir bilsek.. Bu hormonlu biligileri bize tatlandırıp sunanlar, "Hakkın Divanı"nda ne cevap verecekler acaba? Seydayê Bediuzzeman'ı rahmetle yad ediyorum, onun ruhunu incitenlere de ne diyeyim ki? İyisi mi Allah'a havele edeyim. Abdullah Can kardeşime uzun ömürler... Böyle hakikat nöbetçisi, vefa devriyesi kalemlere teşekkür borcumuz var. Sahibimiz Allah'tır; Allah bizi hormonlu kafalardan korusun.

      Yanıtla (0) (0)
    • mamoste12 Ocak 2013 Cumartesi 01:36ALLAAH RAZI OLSUN

      Hakikkatın tecellisine vesile olduğunuz ,bizi aydınlatığınız ve bu milletin şerefini savunduğunuz için allah razı olsun,rabbim sizinle olsun

      Yanıtla (0) (0)
Yazarın Diğer Yazıları
ÖNE ÇIKANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 261 34 89