• BIST 9915.62
  • Altın 2440.177
  • Dolar 32.4575
  • Euro 34.7559
  • İstanbul 16 °C
  • Diyarbakır 21 °C
  • Ankara 16 °C
  • İzmir 18 °C
  • Berlin 6 °C

Haçlıları Said-i Kürdî’ye tercih eden Kürd

Abdullah Can

Haçlıları Salahaddin’e Tercih Eden Kürd” başlıklı yazımın ikinci bölümünde, “edep”ten bahsetmiştim. Orada, edebin, “haddini bilmek”, “sınırını tanımak” demek olduğunu, edepsizliğin ise, “had ve sınır tecavüzü” anlamına geldiğini söylemiştim. Bu bağlamda, yazarlığın da bir edebinin olması gerektiğini, yazarken, hak, had ve hukuk tecavüzüne gidilmemesi gerektiğini vurgulamıştım. Evet, bir yazar veya hatip, eğer “bilmediği” konuda ya da uzmanlığı “dışında” yazıyorsa, konuşuyorsa, bu edepsizliktir. Keza, “ezberden” (işkembeden) ya da “ezberlediği” (kulaktan duyma) kimi “asılsız” iddiaları “doğruymuş” gibi aktarıyorsa, bu da edepsizliktir. Yine, bir kişi ya da inanca, -delilsiz/desteksiz- “iftira” ediyor, “çamur” atıyorsa, bu da edepsizliktir. Ve bunun gibi...

Evet, Mustafa Balbal’ın “Salahaddin-i Eyyubî” ve “Said-i Nursî” için sarfettiği ifadeler, ne yazık ki bu kapsama giriyor. Dikkat edin, “ifadeler”i diyorum; “şahsını” değil. Tanımıyorum, ancak birçok iyi/insanî yanlarının olabileceğine “ihtimal” veriyor, bu itibarla şahsiyetini değil, “büyüklerimiz” hakkında sarf ettiği fikirlerini, yorumlarını eleştiriyorum. Zira mensubu olduğum İslâm, “(Müşriklerin), Allah’tan gayrı yalvardıklarına(putlarına) sövmeyin ki, onlar da cahillikle ileri giderek Allah’a sövmesinler!edebini ders vermekte; “en büyük zulümolarak nitelediği “müşrikliğe” (şirk dini) dahi hakarete hakkımız olmadığını ifade etmektedir. Evet, “şirk” de bir dindirmüşrik, bu dinin mensubudur. Nihayet, “Sizin dininiz size, benim dinim bana!ayeti bu gerçeğin ifadesidir; bu edebi öğretmektedir.

O halde, İslâm’ı ya da aslı “ilahî” olan herhangi bir dini inkâr etmek, salt “dinsizlik” olarak değerlendirilmemeli; buna, en doğru şekliyle, “karşı din” denilmelidir. Çünkü, “beşerî” ideolojilerden her biri de bir dindir. Fetişizm, agnostisizm, faşizm, nasyonalizm, kapitalizm, sosyalizm, idealizm, materyalizm, deizm, ateizm... ve saire, tamamı birer dindir; mucitlerince, mensuplarınca servis edilen birer “karşı din”dirler. Bunlar, esasta “ilahî” ve “semavî” bütün dinlere karşıdırlar, ancak söz konusu “İslam coğrafyası” olunca, müşterek düşmanları, yalnızca “İslam”dır. Bu düşmanlık, Siyonizm’in yedeğine girmiş Mason “Jön-Türkler”le başladı; “İttihad ve Terakki” ihtilâliyle dayatıldı, Kemalist iktidarla “devlet ideolojisi” kılındı. Peygamberimiz için kullanılan “Arap Muhammed”, dinimiz için kullanılan “Arapların dini”, Kitabımız için kullanılan “Çöl Kanunu” ve benzeri “aşağılayıcı” jargonlar, Kemalistlerden devralınmış şablonlardır. Bir numunesi de Mustafa Balbal’dır.

Mustafa Balbal, “Kemalist/Ulusalcı”ların “Kürd versiyonu”ymuşçasına, İslâm dini için, “Arap Kültürü” diyebilmekte, İslâm’a karşı açılmış topyekûn savaşta, bir “Kürd fedaisi” (!) pozisyonuyla yer almaktadır. “İftira” ve “hakaret” olarak algılanmasın diye, cümlelerini aynen aktarıyorum:

1900’lerin başından 1960’a kadar aralıksız olarak ülkede dinsel bir etkinlik sürdüren Molla Said-i Nursi, hemen hemen her Kürd’ün beyin hücrelerine nüfuz ederek, Arap kültürünü yaygınlaştırıp Kürd’leri kendi ulusal benliğinden kopartarak, halkın ulusal bilincini adeta felakete uğratmıştır.”

Evet, bu ifadeler, kendini “Kürdlük” adına etkili ve yetkili bilen Balbal’a aittir. “Salahaddin-i Eyyubî” ve “İslâm” için kullandığı mesnetsiz ve desteksiz ifadelerinin bir benzerini, onun hayranlarından Nursî hakkında da kullanıyor. Keza, İslâmî, insanî davası için de... Nursî’yi bilenler, okuyanlar, onun “Arap Kültürü”nü değil, İslâmiyet’i (iman ve Kur’an hakikatlerini) esas aldığını çok iyi bilirler. Balbal’ın, “her Kürdün beyin hücrelerine nüfuz ettiğini” iddia ettiği Nursî’nin, kendisinin beyin hücrelerine nüfuz etmediği ortadadır; bu itibarla, ya kendini “Kürd-üstü” görmekte, ya da “Kürd-dışı” göstermektedir. Yani, “her Kürdün” dediğine göre, kendisi bu kapsamın dışında mıdır? Sormak isterim. Ondandır ki, Nursî’nin hizmet ettiği “İslâm” için, Kemalistlerin ağzını kullanmakta, ona “Arap Kültürü” diyebilmektedir! Yetmez, Nursî’yi, “Kürdlerin ulusal bilincini yok eden” olarak suçlayabilmektedir. Ardından da Nursî hakkında, yerle gök arasına sığamayacak bir “yalan” uydurmaktadır ki, buna Nursî’nin “en azgın” düşmanları bile tevessül etmemişlerdir. İşte, bini bir para iftiralarında; aynen aktarıyorum: 

“İslamiyet’in kabulü süreci olan 1400 yıllık dönemde yaşanan ulusal aşınma, Molla Said-i Nursi’nin 60 yıllık döneminde yaşanan ulusal aşınma kadar tahribat yaratmamıştır. Bu altmış yıllık süreçte baş gösteren Kürd isyanlarının hiçbirinde yer almayan ve İttihat-ı Terakki’nin karanlık bir savaş kurumu olan Özel Harp Dairesi’nin (karakol) eski üyesi olan Molla Said-i Nursi, bu şekilde Kürd ulusal bilincinin önüne büyük bir set çekmiş oluyordu.”5 Neresinden tutsan elinde kalacak bu “uydurma” isnatların, her hakperestin vicdanında “mahkûm” olduğu, olacağı kesindir; bununla birlikte, bazı açıklamaların yapılmasını zaruri görüyorum. 

Öncelikle, belirtmeliyim ki, Balbal’ın, “Arap Kültürü” aşağılamasıyla hakaret ettiği “İslam Kültürü”, bir “ırkın” değil, semavî ve ilahî bir dinin öğretileridir; kaynağı Allah, uygulayıcısı Hz. Peygamber’dir. Ona hakaret, doğrudan Allah ve Resulüne yöneliktir. Bu itibarla, “Mustafa” isimli şahsın, bu hakaretinin nereye vardığını iyi hesaplamalıdır. Ayrıca, “Arap Kültürü” ifadesinin de “Turancı” ve “Ulusalcı” çevrelere ait “ırkçı” ve “üstenci” bir jargon olduğunu da hatırlatmalıyım; dolayısıyla, kimin ağzıyla konuştuğunu bir kez daha düşünmelidir. Her ne ise; biz Arap Kültürü’nün İslâm Kültürü demek olmadığını açıklamaya bakalım: 

Bilindiği gibi; İslâm’dan evvelki Araplar, “müşrik/putperest” (paganist) bir topluluktu. Putların sayısınca, inançları, inançları sayısınca da “parçalı” ve “çatışmalı” bir toplumsal dokuları vardı. Onlarda, “asabiyet” (kan bağı) ve “kabilecilik” esastı. Baskın ve yağmacılıkta mahirdiler. İçki, fuhuş ve kumar, yaşamlarının bir parçasıydı. Evliliklerinde, sınır yoktu. Boşanma yaygın ve bu hak, daha çok erkekteydi. Erkek çocukla övünür, kızlardan utanç duyarlardı. Bazıları, bu utancı, onları diri diri gömmekle giderirlerdi. Tarım ve el sanatlarını hafife alır, ehlini aşağılarlardı. Hürler, köleler ve mevali diye bir “kast sistemleri” vardı. Seyyidler(reis, şeyh), kumandanlar, savaşçılar, tüccarlar, sanatkârlar ve çiftçiler diye bir “sosyal sınıfları” vardı. İbadetleri, adakları “put merkezli”ydi; onlar adınaydı. Servet, sıhhat, zafer, erkek çocuklara sahip olmak gibi beklentileri, putlardandı. Çok azı hariç, çoğunun ahirete, haşire, cennete, cehenneme inançları yoktu; bunlara, -Kur’an’ın ifadesiyle- “Eskilerin masalları”6 diyorlardı. Birçok kabile, putlarını ya da puthaneye dönüştürdükleri Kabe’yi ziyaretlerinde(tavaflarında), bu işi, anadan “üryan” (çıplak) olarak icra ederlerdi... Ve daha nice “cahiliye” töresine sahiptiler.  

(Not: İslâm öncesinde de olsa, her toplum gibi, Arapların da iyi yanlarının olduğunu söylemeliyiz. Çünkü, onlarda, sadece “şirk dini” değil, Zerdüştlük, Yahudilik ve Hristiyanlık gibi ilahî menşeli dinlerin de etkisi olmuştur. Bu bağlamda, bu dinlerden aldıkları telkinlerle, mesela cömertlik, misafirperverlik, sığınmacıları himaye, ahde vefa, namuslarına düşkünlük, bağımsızlık düşkünlüğü gibi iyi hasletleri de vardı. İslâm geldiğinde, bu yönlerine ilişmemiş; daha da geliştirmiştir.)

Hasılı, “cahil cesurdur” deyimince, İslâm’ı, “Arap Kültürü” diye niteleyen Balbal’ın, gerçeklikten ne kadar uzak düştüğü, yukarıdaki izahtan anlaşılıyor. Şayet “birazcık” da olsa, kafa yorsaydı, İslâm’ın, “şirk” ve “cahiliye” diye nitelediği bu “Arap Kültürü”nü, esastan değiştirip yerine “tevhid” ve “medeniyet” esaslı İslâm’ı oturttuğunu anlayacaktı. Ama ne gezer? “Önyargı” ve “şartlanmışlık”, ona bu kapıyı kapatmış; aklını ve kalbini “absürt” yorumlara mahkûm etmiştir. Nefretini, kindarlığını kapkara bir şal gibi akıl, izan ve vicdanının üzerine atmış; altından İslâm’ı ve İslâmî şahsiyetleri izlemeye koyulmuştur. Elbette, bu durumda, gerçekleri “net” ve “doğru” olarak görmek ve anlamak mümkün değildir. Mesela, Kürdlerin “1400 yıllık İslamî kimliği” için, “ulusal aşınma” demesi; Nursî’nin “60 yıllık dönemi”ni, bu “1400 yıllık kimliksel aşınma”dan daha “korkunç” göstermesi; kendini tatmin için de Nursî’nin “bu süreçte yaşanan Kürd isyanlarına katılmadığı”nı iddia etmesi ve nihayette, onu İttihad’çıların “Özel Harp Dairesi” dediği “Karakol” cemiyetine “üye” göstermesi gibi iftirası, Balbal’ın gerçeklere ne denli “ters” düştüğünü, hatta “düşman” kesildiğini göstermektedir. 

Evvela, Nursî, hangi ifadesinde, “Kürdlüğünü inkâr” ve Kürdlüğü “gereksiz” görmüştür, ispatlanmalı. Yoksa, “iftira”dır. Sadece, “Kürdistan merkezli” bir projesi olan “Medresetüzzehra” adlı üniversitesi için, sarf ettiği “Tam 55 senedir, hayatımın gayesidir7 sözünü hatırlatmakla yetinip, Kürdler adına ortaya koyduğu gayretlerinin genişçe bir skalası için, Balbal’a “Nûbihar” dergisinde yayınlanmış “Seîdê Kurdî û Gelê Xwe8 adlı 2 yazımı tavsiye ediyorum. Umarım “bağnazlığı” bir yana bırakır da okumaya çalışır Tabii, Kürdçe okumasını biliyorsa...

Kürd isyanlarına katılmaması, sadece onun tercihi değil, katılmayan milyonlarca Kürdün ve Kürd aydınının “ortak” tercihidir; içtihatlarıdır. Nihayet Balbal’ın kendisi de günümüz isyan hareketlerine katılmamıştır; hatta “Kuzey”in silahlı hareketini yerden yere vuran bir muhalefete sahiptir. Demek, böyle bir “zorunluluk” olmadığı gibi, “sorumluk” da değildir. “Kalem” ve “eğitim”i esas alan birine, niye “silah” ve “savaş”ı tercih etmemiştir denilmez. Denilse, tercih ve iradeye müdahaledir; fikrî ve psikolojik despotizmdir.

Nursî’yi, “Karakol Cemiyeti”ne üye göstermek ise, tipik bir algı operasyonudur; düpedüz bir “iftira”dır. Zira bu cemiyetin kuruluş tarihi de kurucuları da üyeleri de bellidir... Cemiyet kurulduğunda (1919), Nursî, “Daru’l-Hikmetu’l-İslâmiye” adlı kurumdadır. Bu kurum, adından da anlaşıldığı üzere, “siyaset”le, “istihbarat”la, “askerlik”le hiçbir alakası yoktur; tamamen “dinî” ve “ilmî” amaçlı bir İslâm Akademisi’dir. Mesaisini, daha çok kitap yazmakla geçirmiş; aldığı maaşla da kitaplarını bastırmış, bunları, halka karşılıksız dağıtmıştır. “Eski Said Eserleri” olarak bilinen bu kitaplara bakılabilir; onlarda da ne “Karakol Cemiyeti”nin adı, ne de Öcalan ve benzerlerinin savunduğu gibi, “Teşkilat-ı Mahsusa”nın adı geçmez. Tamamı, Cemal Kutay’ın uydurmasıdır. İyisi mi, ya resmî/gayr-ı resmî belge gösteriniz; ya da susunuz, müfterilik yapmayınız!   

Kısacası, Balbal’ın estirdiği “yalan rüzgârı”, gerçekleri değil, kendisini, şahsiyetini önüne katar, savurur. Tavsiyem, kinden, art niyetten, önyargıdan sıyrılmasıdır. Bol keseden ve kulaktan dolma duyumlardan hayır gelmez; onlarla bir yere varılmaz. İddia, ispat ister; edilmezse, iftiradırSalahaddin-i Eyyubî’yi, Said-i Nursî’yi, şahsî garazlarla, ideolojik bağnazlıklarla, düşmanlarının ağzıyla değil, eserleriyle, icraatlarıyla, mücadeleleriyle tanımalıyız. Yoksa, tarih ve realite, “müfteriler” listesine kaydeder. Tarihin hesabı ağırdır. Bizden söylemesi...


1 Enam Suresi, ayet 108
2 Lokman Suresi, ayet 13
3 Kâfirun Suresi, ayet 6
4 Mustafa Balbal, Kürd’lerin Devlet Olamayışının Faktörel Kronolojisi
5
 Mustafa Balbal, Kürd’lerin Devlet Olamayışının Faktörel Kronolojisi
6 Neml Suresi, 67, 68
7 Emirdağ Lahikası, s. 385, 429, 430, 449, 452
8 Nûbihar, sayı 149-150 

  • Yorumlar 5
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Yazarın Diğer Yazıları
    ÖNE ÇIKANLAR
    Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
    Tel : 0532 261 34 89