• BIST 10972.63
  • Altın 4443.862
  • Dolar 40.6565
  • Euro 47.3647
  • İstanbul 24 °C
  • Diyarbakır 27 °C
  • Ankara 24 °C
  • İzmir 29 °C
  • Berlin 20 °C

Prof. Ahmet Akgündüz Kürdlerden ne istiyor? (2)

Abdullah Can

Said-i Nursî, Isparta esaretinde iken, o günün ırkçı iktidarına şöyle demişti: "Eğer milyonlarla efradı bulunan ve binler seneden beri milliyetini ve lisanını unutmayan ve Türklerin hakikî bir vatandaşı ve eskiden beri cihad arkadaşı olan Kürtlerin milliyetini kaldırıp onların dilini onlara unutturduktan sonra, belki, bizim gibi ayrı unsurdan sayılanlara teklifiniz, bir nevi usul-ü vahşiyâne olur. Yoksa sırf keyfîdir. Eşhâsın keyfine tebaiyet edilmez ve etmeyiz!"(Mektubat, Yirmi Dokuzuncu Mektup, Altıncı Risale'nin Zeyli

Peki, ya şimdiki ırkçılara ne demeli? 

Evet, o günkü ırkçılar ne ise, bu günküler de aynıdır; tek farkları, isimleridir. “Tebeddül-i esma ile hakaik tebeddül etmez” mucibince, Üstad’ın yıkardaki sözünü bugünküler için de tekrar ediyoruz. Söze değil öze bakılır; özü bozuk olanın sözüne güven olmaz. Özün aynası ve göstergesi yapılan iş ve icraattır. İcraatı ırkçılık olanın, isterseniz alnı secdeden kalkmasın; isterseniz konuşurken ağzından bal aksın, ayetler dökülsün. Kişinin değerini belirleyen, bildikleri değil, yaşadıklarıdır. Parlak düşünce, çirkef yaşantıyı gizleyemez; kar, necaseti örtemez. Mensubiyet, halaskâr olamaz; illa amel, illa amel... 

Evet, Irkçılığı din ve mabud ittihaz eden şövenist iktidarlar ile dini, şövenizme alet eden abdül-iktidarların çıkış noktaları aynıdır. Biri ırk görüntülü bir dini dayatırken, diğeri din görüntülü bir ırkçılığı servis etmektedir. Esasta, her ikisi de din istismarcısı sahtekârlardır. Biri necis, diğeri ences iki fırka-i habisedirler ki, binlerce vatan evladını din-i mübin-i İsâmiye’den soğutmakta, “din buysa, bana lazım değildir” raddesine getirtmekteler.  

Zehire bal katmak ne ise, bala zehir katmak da aynı şeydir. Camide put dikmek ne ise, puta yönelerek namaz kılmak da aynı şeydir. Irkçılığı din sosuyla süslemek etmek ne ise, dine ırkçılık sosunu katmak da aynı şeydir. İmana şirki katmak ne ise, şirki imanla takviye etmek de aynı şeydir. Irkçı dindarlık ne ise, dindar ırkçılık da aynı şeydir. Kirli suyla elbise temizlemek ne ise, temiz elbiseyi kirli suya batırmak da aynı şeydir. Aynı şeydir, aynı şeydir, aynı şeydir... 

Her ne ise; biz dönelim Prof. Akgündüz’ün sahte ve düşmanca belgesi(!)ne: 

Akgündüz, mahut belgesi için, “Suat Ünlükul’dan bize intikal eden bir belgedir” demektedir; bu, tipik bir hedef saptırmadır. Suat Ünlükul’un polis kökenli olmasından yola çıkarak bu belgeye bir kılıf uydurulmuştur. Öyle ya, böyle istihbarî bir belge, olsa olsa polislerde olabilir(!). Hâlbuki Suat Ünlükul, trafik, zabıtada başkomiserlik, sonrasında ise savcı kâtipliği yapmış bir şahsiyettir. Bir istihbarat uzmanı olmadığı gibi, bu sahada yetkili bir kişi de değildir. Üstelik 1993’te de vefat etmiştir. Bu belgeyi ona isnat etmek ile Şeyh Said - Üstad mektuplaşmasıMolla Hamid’e isnat etmek arasında fark yok; her ikisi de ölmüş oldukları halde kaynak gösterilmekte, yani ölüden medet umulmaktadır. Teessüfler... 

Akgündüz’ün Molla Mustafa’ya mal etmeye çalıştığı yukarıdaki ifadeler, bizzat Said-i Nursî’nin kendi ifadeleriyle tekzip edilmekte, kurgulamaya çalıştığı mizanseni boşa çıkarılmaktadır. Hasis ve habis propagandasını Molla Mustafa Barzanî’ye mal etmesi, kendi değerini düşürmekle kalmıyor, ferasetli insanların nazarında kendisini mudhike konumuna sokuyor. Niye mi? Çünkü kendisi de çok iyi biliyor ki, Risale-i Nur’da “Sana Said-i Kürdî derler, belki sende unsuriyetperverlik fikri var; o işimize gelmiyor.”(16. Mektub, İkinci Nokta) diye bir cümle var. Bu cümleyi sarfedenler Kemalistlerdir. Tarih 1926-27’lerdir. İlginçtir, şimdi aynı ifade, yani “Said-i Kürdî” ifadesi, Nurculuk kisvesine bürünmüş birilerinin de hesabına gelmiyor ki ortalığı yaygaraya veriyorlar. Her ne ise, önemli olan Üstad’ın cevabı... Nedir Üstad’ın cevabı?

Üstad’ın cevabı açıktır; cevabında “Said-i Kürdî” terkibine asla reaksiyon göstermiyor, “Hayır, ben Said-i Kürdî değil, Said-i Nursî’yim” demiyor. Sekizinci Şua, Sekiz ve Onsekizinci Lem’alar’da bu terkip onlarca kez geçmektedir. Lemaat’ta da “Orda asrın vekili, burada Said-i Kürdî” denilmektedir. Demek, “Kürd”, “Kürdî” ve “Kürdistan” ifadelerine, bu ifadelerin mazmunlarına olan düşmanlığı Mustafa Barzanî üzerinden örtbas etmek mümkün olmuyor; vaziyeti kurtarmıyor. Barzanî düşmanlığı, esasta Kürt düşmanlığının kılıfıdır; bu kılıfla Kürt düşmanlığı örtbas edilmeye çalışılıyor, ama nafile... Deve kuşu kafasını kuma soksa da gövdesi açıktadır. Şeytan her zaman iğfal edemez.

53320

Yukarıdaki resim, Said-i Nursî’nin Meyve Risalesi’nin kapağıdır. 1944 tarihinde Denizli Hapsi’nde talebesi Hüsrev’in hattıyla yazılmıştır. Yani Cumhuriyet dönemi ve tek parti istibdadı... Buna rağmen, kitabın kapağında (mavi yuvarlağın içinde) “Said en-Nursî, Bediüzzaman el-Kürdî” yazılmıştır. Üstad müdahale etmediği gibi, devrin zalim ve zorba yönetiminden de korkulmamıştır; ihtiyat adına “el-Kürdî” lakabına oto-sansür uygulamamıştır. Özellikle öz be öz Türkmen olan bir talebesinin eliyle bu ifadenin yazılması, Diyarbakırlı Akgündüz’ün Türk-İslam sentezciliğine okkalık bir şamar olsa gerektir. (Bkz. “Bediüzzaman Said Nursî ve Hayru’l-Halefi Ahmed Hüsrev Altınbaşak, Cilt: 2, sayfa 760, Hayrat Vakfı İlmî Araştırma Heyeti, Hayrat Neşriyat, İsparta, 2013

Molla İzzeddin ve Molla Sıddık, uzun yıllar birlikte Risale-i Nur dairesinde iman ve Kur’an’a hizmet etmiş iki şahsiyettir. Her ikisini de tanırım; birincisi Ağrı Patnoslu, ikincisi ise Bingöllüdür. Akgündüz’ün uyduruk belgesinde, onların Eskişehir ve Ankara’da gösterilmesi, amatörce bir istihbarat örneğidir. Yani Nurculuk kisvesi altında istihbaratçılığa oynayan bir ya da bir kaç müsamere meraklısının oyunudur. Bütün himmetini Irak’a, özellikle de Irak Kürdistanı’ına hasretmiş Barzanî’nin, Nurcular üzerinden Kürtçülüğe oynadığını ileri sürmek Nurcuları anti-Kürt olarak formatlamaya çalışan ırkçıların bir planıdır

Ayrıca, Molla Mustafa’nın hareketi ırkî değil, “hak” ve “hukuk” esaslıdır; mücadelesi de ırkçı rejimlere karşıdır. Türk, Arap ya da Fars halklarına karşı düşmanlığı yoktur. Böyle bir hareketle Nurculuğu karşı karşıya getirmek, Nurculuğun imanı kurtarma ve inkârcı felsefeyle mücadele mefkûresini yozlaştırmak, amacından saptırmaktır. Yani şeytancasına bir proje...   

Molla İzzeddin ve Molla Sıddık’ın davaları, sahte belgecilerin iddia ettiği gibi, “Kürdçülük” olsaydı, bu ikisinin cemaatinde “Türkler”in olmaması gerekirdi. Hâlbuki Molla İzzeddin’in kurduğu Zehra Vakfı’nın başındaki şahıs bir Türk’tür. Vakfın mensupları ise, Kürd, Türk, Arap, Çerkes, Gürcü, Pomak, Tatar, Çingene... gibi muhtelif ırklardan müteşekkildir. Yani tam anlamıyla bir ümmet mozaiği...  ve ta evveliyatından beri de böyledir. Tenvir çevresi de aynı yapıdadır. Buna rağmen o ırkçı damar ta 80’lerden beri bu iki şahsı ve çalışmalarını Kürtçülükle itham etmiş ve etmektedirler. Neden, çünkü onlar hukukta eşitliği ve halkların eşitçe kardeşliğini savunmaktadırlar. Gerek Yeni Zemin ve Dava dergileri, gerekse 92’den beri yayınını sürdüren Kürdçe Nûbihar dergisi bunun ispatıdır; bütün sayılılarına bakılabilir.  

Belgede(!) geçen “ayrı bir yayınevi kurulması” ve “bu yayını, gerekirse bir dergi çıkararak takviye etmek” ifadeleri, aslında belgenin mahiyetini de, belgecileri de ele vermektedir. Çünkü açıktır, 1982 ya da 83’de “Tenvir Neşriyat” adında yeni bir yayınevi kuruldu. Bu yayınevi, Risale-i Nur’larda yapılan tahrifatları düzeltmek ve neşredilmemiş risaleleri neşretmekle işe girişti. Bunun akabinde “Dava” dergisi diye bir dergiyi de yayına soktu; bu dergiyle, Üstad’a ve Risale-i Nur’a dair ileri sürülen bütün yanlış ve müfteriyane iddialar çürütülmeye çalışıldı. 

İşte bu noktada, malum ırkçı damar hemen devreye girdi, iftira ve yalan kampanyasına giriştiler. Bu neşriyatı, neşriyatın başındakileri ve etrafında birikmiş cemaati topa tuttular; “Kürtçü”, “Barzanici”, “Humeynici”, “Erbakancı”, “İhtilâlci” ve daha nice lakaplarla itham ettiler. Hatta bu sahte belge, bu hengâmede ortaya çıkmıştı. Yani malum ırkçı damarın uydurması olan belge, Molla Mustafa Barzanî’ye mal edilerek, Tenvir çevresi ile Barzanî ilişkisi kurulmaya çalışıldı; tam bir karalama kampanyası ve algı operasyonu... Ancak o günden bu güne, bunu doğrulayacak hiç bir belge ortaya konulmadı; koyamadılar. 

Hâlbuki daha o günlerde kendileri Risale-i Nur’un infazı anlamına gelen tahrifata imza attılar. (Bunu, tahrifatla ilgili ilk yazılarımda açıkça ve belgeleriyle ortaya koydum; bakılabilir.) Kendi tahrifatlarını ve Nurcuların fikir dünyasında gerçekleştirdikleri tahribatları örtbas etmek; 12 Eylül cuntasına verdikleri tavizsiz desteklerini meşrulaştırmak için, başkalarını “Barzanîcilik” ve “Kürtçülük”le itham etmeyi, yani yansıma psikolojisini çıkar yol olarak gördüler. O günden bu güne, Tenvir ve Zehra çevresinden ne birisi Barzanici oldu, ne de bir başka şey; kendileri gibi kaldılar, orijinlerini muhafaza ettiler. Türkiye’nin bile Barzanici kadroyla hemhal olduğu bir zaman ve zeminde, bu arkadaşlar halen kendi ayakları üstünde durmakta; iradelerini hiç bir çevrenin ipoteğine sokmadılar. Peki, ya o müfteriler? Hangi tarafa savrulmadılar ki! 

Diğer taraftan, Şubat 2000’de şehid edilen Molla İzzeddin’in vasiyeti yayınlandı; şehid edilmezden önceki sorgu kasetleri ele geçirildi; şehadeti sonrasında, kendisi ve başında olduğu Zehra Vakfıyla ilgili yüzlerce sayfalık iddianameler ve kararnameler ortada... Hiç birinde bu ilişkiyi belgelendirecek en ufak bir beyanatın olmaması, bu sahte belgenin mahrecinin aslında kimler olduğunu ortaya koymaktadır, bence. Molla Sıddık, halen hayattadır; onun da bu güne kadar Barzanî’yle ilişkisini ispatlayacak en ufak bir ifade, yazı ve eğilimine rastlanılmamıştır. Özellikle de Türkiye - Barzanî ilişkisinin adeta altın dönemini yaşadığı bu süreçte... (Barazanî’nin haklı mücadelesine “evet” demekle, “Barzanici” olmak ise, tamamen farklı şeylerdir.) 

Molla Sıddık’ın “Tenvir Neşriyat” adı altında bastırdığı Risalelerde “Kürd” ve “Kürdistan” ifadeleri kullanması, kitapların kapaklarında müellifin adını “Said-i Nursî” şeklinde yazması kadar tabii ve isabetli bir şey olabilir mi? O her ne yapmışsa Üstad’a sadakat ve hakkın teslim edilmesi adına yapmıştır. Çünkü Nur Külliyatı’nın elyazması orijinallerine bağlı kalarak, tek bir kelimesine müdahale etmeyerek bir yayın gerçekleştirmiştir. Bütün mesele bu iken, Kürd, Kürdistan ve Said-i Nursî üzerinden bu neşriyatları vurmak; güya bu tasarrufun Molla Mustafa direktifli olduğunu ileri sürmek, tipik bir ırkçılık olup, mahut belge bu işin kılıfıdır. Yani minareyi çalan hırsız, kendisince kılıf hazırlamıştır.

Bir diğer husus, “Said-i Nursî” şeklindeki bir yazılış doğru olanıdır; tıpkı “Asakir-i Dımışkî”, “Faruk-i Serhendî“, “Abdurrahman-ı Harputî” ya da “Selman-ı Farisî”, “Muhyiddin-i Arabî”, “Boğa-i Türkî” gibi... Demek, köyüne nisbetle ﺳﻌﻳﺩﺍﻟﻨﻭﺭﺳﻰ (Said en-Nursî ya da Said-i Nursî) demek ne kadar doğru ve yerinde bir kullanım ise, ﺳﻌﻳﺩﺍﻟﻛﺭﺩﻯ (Said el-Kürdî ya da Said-i Kürdî” demek de bir o kadar doğru ve isabetli bir kullanım şeklidir. Öyle ise, ﺳﻌﻳﺩﻧﻭﺭﺳﻯ  (Said Nursî) ve ﺳﻌﻳﺩﻛﺭﺩﻯ (Said Kürdî) şeklindeki bir yazım doğru değil, galat-ı meşhuredendir. 

Aslında bu mevzunun tartışılması bile abestir; ancak Ahmet Akgündüz, bunu dahi serişte ettiğine göre, cevapsız bırakılmaması gerekir, diye düşünüyorum. Bu mevzuda da nihaî söz Üstad’ındır; bütün Arabî ve Osmanlıca risalelerinin kapaklarındaki imzaları, yukarıdaki arzettiğim şekildedir, gerisi abesiyetle iştigaldir. 

Gelelim Üstad’ın fotoğrafları meselesine; hangileri çizim, hangilerinin asıl olduğuna... 1958 tarihli Tarihçe’nin ilk baskısında –ki kendim de bizzat gördüm– Üstad’ın puşili ve pala bıyıklı fotoğrafı vardır. Her nasılsa aynı yıl içinde ikinci bir Tarihçe baskısı gerçekleştirilerek sözkonusu fotoğraf çıkartılmıştır. İlk baskı Latince Tarihçe-i Hayattaki fotoğraf aşağıdaki gibidir. 

53321

Bu fotoğraf, Bediüzzaman’ın I. Dünya Savaşı sonlarında Rusya esaretinden firar edip Almanya’ya uğradığı zaman Almanlar tarafından çekilmiş fotoğrafıdır. Arzettiğim gibi, bu fotoğraf, bizzat kendim de gördüğüm Tarihçe’den alınmadır. İnşaallah şartlar tahakkuk ettiğinde, bu Tarihçe’nin tıpkı basımını kamuoyuyla paylaşacağız. Yine, bu fotoğrafın kullanıldığı bir diğer yer ise, Rusya’dan firarla Almanya’ya, oradan da Sofya’ya geldiğinde buradaki Ateşemiliterlik tarafından verilen pasaporttur. Sözkonusu pasaportun aynı fotoğraflı ön yüzünü arzediyoruz:

53322

Tenvir Neşriyat, yani sahte belgeye göre Mustafa Barzanî’nin talimat ve yardımlarıyla kurulmuş(!) yayınevi, bu iki belgeyi sahih haliyle yayınladı diye, (Bkz. Tarihçe-i Hayat, Tenvir Neşriyat, sh. 137-139, 1999 baskısı) o gün kıyameti koparan ırkçı derin damar, halen de Nurcular içinde tahrik ve teşvişe berdevamdalar. Ama Üstad’ın dediği gibi, “Hak aldatmaz, hakikatbîn aldanmaz. Hak olan mesleği hileden müstağnîdir; hakikatbînin gözüne hayalin ne haddi var ki hakikat görünsün” diyor, şimdi de sahte olan, yani tahrifli Tarihçelerdeki belgeleri (fotoğrafları) sizinle paylaşıyorum. 

53323

Görüldüğü gibi, Said-i Nursî’nin Birinci Cihan Harbi’nden sonraki sarıklı/puşili ve pala bıyıklı fotoğrafı gitmiş, onun yerine kafasına Rus kalpağı geçirilmiş bir fotoğraf konulmuştur. Hâlbuki savaş esnasında heybetli görünmenin gereği olarak –ki sünnet olduğu da rivayetler arasındadır – puşili ve palabıyıklı fotoğraf muvafık iken, “keçeliler” ifadesine uygun hale getirtilen bir çizim ya da rötuşlandırılmış fotomontaj bir fotoğraf tercih edilmiştir. Üstad’ın latife kabilinden bazen öğrencilerine Kürdçe “keçel” yani “kel” dediğini, bu akl-ı evvel derin Nurcular, bunu “keçe külah giyenler” şeklinde yorumladıkları için, maalessef hayatı boyunca başından sarığını indirmeyen Said-i Nursî’nin kafasına Rus kalpağını geçirmekte beis görmediler; hicap etmediler. 

Bir diğer husus, gerçek fotoğrafın yan tarafındaki pasaportun ön yüzünde de aynı puşili fotoğraf bulunurken, tahrifli fotoğrafın yanındaki pasaportun ön yüzünde bu fotoğraf çıkartılmış, fotoğrafın çerçevesi boş bırakılmıştır. Bu durum, belgede sahteciliğin en bariz örneğidir. Dolayısıyla, Akgündüz’ün yayınladığı sahte ve kışkırtıcı belgesinde vurgulanan “bıyıkları aşağıya doğru sarkmış Kürtçü militan” tasvirinin aslında savaştan çıkmış Said-i Nursî’nin gerçek fotoğrafı olup, bu ikinci fotoğrafın sahte ve yapma olduğunu bariz bir şekilde ispatlamaktadır. Zaten Abdülkadir Badıllı’da 1990 baskılı “Mufassal Tarihçe” adlı eserinde bu ikinci fotoğrafın “ressam tarafından yapılmış portre” olduğunu belirtmiştir. İsterseniz Timaş Yayınlarından olan Mufassal Tarihçe’nin 345’nci sayfasında geçen fotoğrafı verelim. (Lütfen, altındaki yazıyı dikkatle okuyunuz!)

53325

Evet, yetkili bir ağızdan yapılan itiraf: “Said-i Nursî’nin) Ressam tarafından yapılmış portresi”... Şimdi soruyorum: Tenvir ve sonrasında Zehra’nın yayınladığı puşili ve pala bıyıklı fotoğrafı mı, yoksa sahtekâr tahrifatçıların tasvir ettiği yapma fotoğraf mı sahihtir? Ona siz karar veriniz. Akgündüz’e soruyorum; Yavuz’un pala bıyıkları da Kürtçü bir militanın bıyıkları olmasın mı!? 

Bu mevzuyla ilişkili olarak şu noktayı da belirtmezsem, bence bahis natamam kalır. Abdülkadir Badıllı Ağabey, bir taraftan kalpaklı fotoğrafın ressamca çizildiğini söylüyor, diğer taraftan aynı fotoğrafı Üstad’ın pasaportunda gösteriyor, hem de ön yüzünde değil, arka yüzünde... Bu nasıl olur? Bu çelişki, Badıllı Ağabey’in hazırladığı Tarihçe’nin belli başlı tenakuzlarındandır. Beşeriyet muktezası işlediği hatalar ya da yaşından mütevellit unutkanlıklar mazur görülse de, Akgündüz’e verdiği binlerce belge, hiç bir zaman unutulmayacaktır.    

Bu sahte belgenin üzerinden yürütülen algı operasyonunu, toplumsal mühendislik faaliyetini ve belirli şahısları karalama kampanyasının çok su götüreceğine inanıyorum. Otuz sene öncesinden servis edilen, ama zemin ve makes bulmadığından rafa kaldırılan provakatif bir müsveddeyi, Kürdüyle, Türküyle ve sair unsurlarıyla her zamandan daha çok barış, kardeşlik ve huzura muhtaç olduğumuz bir dönemde yayınlamak yangına odun taşımaktan başka bir anlam ifade etmez. Dolayısıyla, paçavra kabilinden de olsa, yansıması hayli tehlikeli olan bu müsveddeyi, Nurcuların içine sinmiş derin ırkçı damarın bir marifeti olduğu kesindir.

Sözde belgenin sair zırvalarını bir kenara bırakarak, akl-ı selim ve kalb-i selim insanlarımızı konu üzerinde düşünmeye davet ediyorum...

  • Yorumlar 23
  • Facebook Yorumları
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    • seyit ahmet15 Ekim 2014 Çarşamba 23:56Allah Razı Olsun

      Abdullah Bey'den Allah razı olsun.

      Yanıtla (1) (0)
    • abdullah mert16 Ekim 2014 Perşembe 12:58gerçek nurculuk

      Hocam yüreyinize,kaleminize sağlık.Allah yar ve yardımcınız olsun .

      Yanıtla (1) (1)
    • Adem Murteza17 Ekim 2014 Cuma 09:03ye'cüc -Me'cüc

      Değerli Kardeşim bu belgelerle takviye edilmiş yazınızdan ötürü tebrik eder yazılarınızın devamını dilerim.Akgündüz gibi insanlar ve avaneleri gündüzün ortasında kafasını kuma sokup kendine gecedir diyen müfterilerdir. Şimdi de Badıllıya atfen YE'CÜC ve ME'CÜCÜN Kürt gençleri olduğunu söyliyorlar Acizane Baktım Ustad 16 lemada, 24 sözde, 5 şuada ve muhakemat kitabında Bu çapulcu ve garatkar kavmin; Hunlar, Moğollar, Mançurlar, tatarlar ve kırgız kabileleri olduğunu söyliyor ve ahirzamanda tekrar dünyayı hercü merc edeceklerini açıkça beyan etmelerine rağmen kalkıp Badıllı abi böyle diyor deyip Kürt gençlerini ye'cüc me'cüce atf etmek Çok büyük bir yalan , iftira ve galattır. Hatta galattan ziyade iftıra ve küfürdür diye düşüniyorum. selam ve saygılarımla

      Yanıtla (0) (0)
    • ağrı17 Ekim 2014 Cuma 17:03spas

      yaptığınız bu ispatlayıcı ve gerçekleri ortaya çıkardığınız düzenbazların sahte belgeleri için teşekkür eder çalışmalarıızın devamını dilerim.

      Yanıtla (2) (0)
    • vedat ak18 Ekim 2014 Cumartesi 11:42hakiki kardeşimiz

      hakiki kardeşlerimiz olan ihlaslı türk kardeşlerimizi incitmeden hakikatle yalanı birbirinden ayırma çabanızdan dolayı ALLAH razı olsun..

      Yanıtla (2) (0)
    • semsuri20 Ekim 2014 Pazartesi 11:26doğrusu

      "bizki burhana tabiyiz", taklit zamanı geçti, karşılaştıracağız, karşılaştırma güç ve derinliği olsa tabi, çünkü bu tür meselelerde kısaca ve hissi saiklerler yapılacak değerlendirme ve özetler, galatlara vesile olabilir.
      imdi; mahkemelerde bir adamın çok cinayeti olsa bile hem adam dinlenilir hemde mağdur iddiasında ki taraflar dinlenilir, hakim her iki tarafıda etraflıca dinledikten, karşılıklı iddia delillerini inceledikten sonra karar verir, dolayısı ile işin uzmanları tarafından karşılaştırmalı inceleme ve araştırma yapılmadan tek taraflı karar vermek bence doğru değildir, hem Akgündüz ve taraftarları hemde sayın Can yazıları için geçerlidir, sütten ağzı yanan yoğurdu üflüyerek yer, zira benim sütten çok ağzım yanmıştır, belkide bu işlerde süt çocuğu olarak bulunmamızdan kaynaklı.

      Yanıtla (0) (2)
    • semsuri20 Ekim 2014 Pazartesi 11:41çocukça

      yalnız şimdi, akgündüzün güya barzaniden nurcuları bölmekle ilgili sözde yazısını az inceledim; çocukça ve komikçe hiç inandırıcılığı olmayan bir müsevedde gibi geldi hepsini okumaya değer görmedim.

      Yanıtla (0) (1)
    • semsuri20 Ekim 2014 Pazartesi 11:4328 şubat sürecindeki gibi

      28 şubat sürecindeki kudretli generallerin "gazeteci andıç listesinin" tıpkı benzeri bir sözde belge gibi akgündüzün belge diye sunduğu

      Yanıtla (0) (0)
    • zehra merdin21 Ekim 2014 Salı 18:08akgündüze

      sayın akgündüz bunca islam düşmanı varken ve kesilen müslüman başlarından kuleler yapılırken bizimle uğraşarak eminim o habis egonuzu tatmin ediyorsunuz. sizi ve sizin gibileri allah'a havale ediyor kıyamet günü davacı olacağımı ilan ediyorum. ayrıca bu zulme sessiz kalan zehra grubunu da kınıyorum. sadece laf cambazlığı yapıp olayı temaşa ediyorlar. mert ve cengaver iseniz buyrun hukuk açık.

      Yanıtla (0) (0)
    • semsuri22 Ekim 2014 Çarşamba 16:00işin acı tarafı

      işin acı tarafı,
      binlerce, belkide 10 binlerce kişiler, iyiniyetliler,
      bazı şöhret kişileri, cemaatlerin önde gelenleri görülerek mutemet kişi kabul edilerek, onların ortaya attığı her iddiayı; velevki tıpkı ustada: "hizmetçisi içki götürdü "diye sarhoşa imzalatılmaya çalışılan sahte belgeler gibi şimdiki sahte belge kayıtsız şartsız doğru kabul edilebiliniyor. özellikle bu konuda risale dışında yayınlanan basın-yayınlarda bu tür şeyler çokça oluyor, her cemaat yayınlarında ve mensuplarında az çok görüyorum. kimki hangi cemaate mensupsa, kendi mensubu bulunduğu cemaatin dergisini, hatıra kitabını yayınını kayıtsız şartsız kabul ediyor. böyle şey olurmu yavvvv.

      Yanıtla (0) (0)
    • semsuri23 Ekim 2014 Perşembe 09:12haksızlık etmiyeyim!

      yalnız, her cemaatin basın yayınlarında sahte belge tanzim ediliyor demem biraz ifrat ve haksızlık olmuş sanırım, düzeltme yapıyorum; her cemaat sahte belge düzenlemiyor, hatta tüm cemaatleri tenzih etmek lazım, çünkü cemaatlerde bulunan milyonlarca masumlar ve iyiniyetliler var, onlara haksızlık etmemek lazım, doğrusu şöyle demek lazım bazı cemaatlerdeki etkili konumdaki bazıları bazan kötü niyetlilerin düzenlediği sahte belgelere itibar edebiliyor.
      genel olarak da şöyle diyorum, her cemaatin basın yayınlarında bazan ifrat ve tefrite varan, bazı konuların eksik anlatımı vede abartılı anlatımı vede cemaat taassubuna dayalı anlatımlar vede cemaatler içinde bulunan fertlerin siyasi eğilimlerine bağlı olarak hadise ve olaylar eğri böğrü anlatılabiliniyor.

      Yanıtla (0) (0)
    • zeynel26 Ekim 2014 Pazar 18:40Nerde vefa

      Akgündüz ve gibilerinin kafasında sadece Türk islam sentezinde yer alanlar ve bunlara taş atanlar var. Kürtler artık şunun farkında olmalılar. Onlardan olmadığın zaman senin inançlı olmanında hiçbir kayda değer yeri olması olmayacaktır. Üstadını hazmedemeyen zihniyet Kürtlerin varlığını hazmeder mi..
      Neden acaba bir Molla olan CiGERXWİnler çıktı. Bunların gözünde Kürt olmamalı. Kürtler artık bunu anlamalı adını andığımız şahıslara kayda değer verecek cevaplarda bulunmamalıdır. Bu gün Kobani mi Aynelarap mıdır tartışmasını başlatanlar la aynı zihniyete sahiplerdir. Gündüzün ortasında serap gören bu zevat takımı sadece kendileri çalıp kendileri oynuyorlar. Bunların zihniyetine sahip olanlar sadece bunlara inanıyor.Herkes artık şunu iyi biliyor. Bir halk kabul edilmeden onlarda kabul edilmez

      Yanıtla (0) (0)
    • Qereqoçani27 Ekim 2014 Pazartesi 16:29Türkçülükten Kurtulamayanlar

      Kendilerini Türkçülük illetinden Kurtaramayanlar, Elbette Molla İzzeddin, Molla Sıddık, Molla Şükrü, İsmail Şentürk'ü Kürtçü göreceklerdir.Aklını Ahmed'ın cebine koyanlara teessüfler... Erdemli insan, aklını KARAKARANLIK'ın cebine koyupta bozuk para gibi harcatmaz.

      Yanıtla (0) (0)
    • Ahmet R.30 Ekim 2014 Perşembe 08:09sessizlik kabulü

      Zehra ve Med-Zehra mensupları nerdesiniz? En değer verdiğiniz iki adamınıza iftira edilirken ne zamana kadar gaflet uykusundan uyanacaksınız? Neden yazarı yalnız bırakıyorsunuz? Yazar sizin avukatınız değil, hukukçularınız nerede? Bu aymaz ve utanmaz adamın attığı iftira çamurunu nemelazımcılıkla temizleyemezsiniz. Yoksa kabul mü ediyorsunuz.

      Yanıtla (1) (0)
    • Ciran01 Kasım 2014 Cumartesi 21:34Çağrılar !

      Yazı analize dayanıyor. Üzerinde çalışılmış. Allah Razı olsun. Yorumlarda bazı farklı niyetler seziyorum. Şu cemaat, şu kesim diye.Bu yanlıştır. Gerçek herkese lazımdır. Sadece bir cenahın değil. Şunu da belirteyim. Risale aradan bunca yıl geçmişken hala güncel bir mealdir. Herkes bir yere çekmeye çalışıyor. Akgündüz gibileri de çıkacaktır elbette. Normaldir. Kanaatimce risaleyi çok ta siyasete çekmemek gerekiyor. Dini bir risaledir. Milliyete dayalı değildir. Ümmettidir.

      Yanıtla (1) (0)
    • Rodi Rodi04 Kasım 2014 Salı 15:10Kader

      Bu tür belalar genel itibariyle Kürtlerin millet olarak güçsüz durumda olmasından kaynaklanır. Abdullah Can hocamız gibi alimlerin gayretleri belli bir noktadan sonra yetersiz kalır. Kürtler her yönü ile milletçe kuşatma altına alınmış ve Kürtleri kuşatanlar maalesef din kardeşleri olan Araplar,Farslar ve Türkler olmuştur. Acı bir gerçekte şudurki şuan var olan sözde müslüman devletlerden hiçbiri Kürtlere neden haksızlık yapıldığını ve bunun büyük bir günah olduğunu söylememişlerdir... Kürtler artık daha fazla uyanık olmalı ve çocuklarını milliyetçi olarak yetiştirmelidir evet böyle yapılmaz ise din adına Kürt çocuklarını köleleştirerek etkisiz hale getirirler... Dikkat edin sırf Kürdüz diye yabancı bize saldırmadı ama sırf Kürdüz diye müslüman devletlerin bize yapmadığı kötülük klmdı

      Yanıtla (0) (0)
    • rojhat06 Kasım 2014 Perşembe 15:47Medzehra ve Zehra

      Medzehra ve Zehraya zaten diğer nurcu camialarca haksız bir şekilde Kürtçülük damgası vurulmuş ne demiş Medzehra ve Zehra Kürt milletinin dili kesinlikle anadilde eğitim verilerek takviye edilmeli ve Özerklik veya Federasyon Kürt Milletinin iradesine bırakılmalı demiş... bundan dolayı bütün dini camialar tarafından acımasızca saldırıya uğramış... bu saldırıyı yapanlar Risale-i Nur gibi Mehdiyi Azamın eserinden bihaber olmaları çok manidar... çünkü Kürtlerin Kürdistan kurması meselesinde Medzehra ve Zehradan daha ileri seviyeyi Bediüzzaman zaten kaderi ilahiden okuyarak beyan etmiş... Hakikat görmesen de , görmek istemesen de gözüne giren bir Şuledir...Hakikat görmeyen gözleri, kararmış yüzlerin ayıplarını gözlere gösterendir, teşhir edercesine...

      Yanıtla (0) (0)
    • mamoste -e hilvani11 Kasım 2014 Salı 14:13sipas

      Seyda Allah razı olsun bu degerli yazinizdan dolayi,konuyu iyi inceleyip bizi aydinlatiginiz için, dilerim tum nurcu kardeslerimiz bu akgündüz efendinin yapnak istedigini ve hakikati görür, selam ve dua ile

      Yanıtla (0) (0)
    • M.Kemal UĞUZLU11 Kasım 2014 Salı 19:50Homa Razîbo

      EZ Bİ ŞEHSÊ XO U MİLLETA XO TO Bİ HEZARAN FİNİ TEBRÎK Ü TEQDİR KENA REBÜL ALEMİN TO Bİ STRANO.

      Yanıtla (0) (0)
    • hülya14 Kasım 2014 Cuma 05:49yanlış!

      İlk Tarihçe-i Hayat'a bu resim yanlışlıkla konulduğunda Üstad resmin kendisi olmadığı söylüyor. diğer baskılarda düzeltiliyor. Zaten pala bıyıklı resme dikkatle bakılırsa çene-kemik yapısı ve göz şekli-burun ve bakış Üstadla alâkasızdır.
      Türkler ve Kürtler Müslümanlıkla yoğrulmuştur. İslam olmayan türk de kürt de bozuk tereyağıdır. Risaleyi ciddi okuyanlar imani dersle bu ırkçılıktan ve menfi milliyetçilikten kurtulur.

      Yanıtla (2) (1)
    • Ahmed Said14 Kasım 2014 Cuma 16:24kriminal ustalık

      Hülyalar üzerinden değil, belgeler üzerinden konuşulmalı. Üstad "Ben değilim" demişse, kaynağı ne? Kriminoloji uzmanı gibi kaş, göz ve bakışlardan sonuç çıkaracağımıza Nurlardan hüccetler getirelim. Yok, yanlışlıkla basılmışmış... Allah aşkına, tab edenlerden birinin gözünden saklanan bir yanlışı bir diğeri göremeyecek kadar toplu bir körlük mü yaşanmıştır! Bu olayı ırkçılıkla yorumlamak ta ayrı bir ferasetsizliktir; gerçekleri ortaya koymanın ırkçılıkla ne alakası var? Yazarın bütün söyledikleri belgeli, aksini iddia edenler ise önyargılı. Akgündüz cevap vereceğine, yazarı "ırkçı" olmakla itham edip ucuzuna kaçmış. Lütfen arkadaşlar, Akgündüz'ün dümen suyuna kapılmaktansa, iman, izan ve vicdanımızı devreye sokalım.

      Yanıtla (0) (0)
    • semsuri15 Kasım 2014 Cumartesi 14:47yarar yönü

      Devenin, koyunun etinden sütunden yararlanacagimiza, devenin şekli şemali, kime ait olup olmadigi ile ugraşiyoruz , asil amac ve hedef kayb ediliyor bu hengamede, sozum yorumculara.

      Yanıtla (0) (0)
    • zehra merdin15 Kasım 2014 Cumartesi 23:43düşmana cesur ol

      hangisi alakalı? rus kalpağı mı? biz kürtler mavi hülyalara yada rüyalara bakmayız şubat soğuklarında tavrımız neyse aralık operasyonuna da odur. üstadın kafasına kalpağı geçiren neşriyatçılar şubat, aralık ve karanlıklarla bir olup kürtlerin başına çorabı indirmeye çalıştılar.kürdün adını kullanıp talan yapan talancıları alkışlayan müslümanlara lanet olsun. hülya hanım sen düşmana karşı cesur ol.

      Yanıtla (1) (0)
Yazarın Diğer Yazıları
ÖNE ÇIKANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 261 34 89