• BIST 9524.59
  • Altın 2490.448
  • Dolar 32.5467
  • Euro 34.722
  • İstanbul 14 °C
  • Diyarbakır 17 °C
  • Ankara 17 °C
  • İzmir 17 °C
  • Berlin 8 °C

Korkarım ki!...

Abdullah Can

Müslümanların makûs(tersine işleyen) talihi ki, meydanlardaki kazanımlarını masa başında kaybederler. Demokratik yollarla kazandıklarını bürokratik ve oligarşik ayak oyunlarıyla heba ederler. Yerleşik sistemin –uluslararası hinterlandıyla birlikte– geliştirdiği çok bilinmeyenli hamleler, korkarım ki aynı uğursuzluğu bir daha yaşattıracak. Zafer sarhoşluğuyla gevşeyenler, sinsi düşmanı sezmez. Mevzii kazanımlar, mutlak galebeyi getirmez. Zira düşman tek cepheli değildir. O sağı gösterip solu indirmede çok mahirdir. Asıl zafer, siyasî olanıdır...

­­­­­­­­­­­­­­­­­Cumhurbaşkanı, “Sokakları, meydanları dolduranlar, tankların önüne yatanlar, namluların karşısına dikilenler seçkinler değil, bu ülkenin ortalama vatandaşıydı.” dedi. Evet, aynen öyleydi. Buna bir de ekleme yapayım, o ortalama vatandaşların kahir ekseriyetidindarinsanlardı. Bu gerçeklik göz önünde iken, “seçkinlerin” ululanıp darbenin paratoner gücü sanki kendileriymiş gibi bir profil ve pozisyona bürünmeleri kabul edilemez. Böyle bir görüntü, bir “ortalama vatandaş” olarak beni ve binlercesini korkutmaktadır. Mazlum ve müstazaf milyonarın kan ve emekleri, elit ve azınlık burjuvazinin lokması olmamalıdır!

Paralel devlet ve darbecilerin cinayet ve habasetlerini İslam’a ve Müslümanlara yığmağa çalışan nifak şebekesi, bu zan ve töhmetten hareketle, Müslümanları, yani bu ülkenin kurucu ve temel dinamiğini diskalifiye etmeğe çabalamaktadır. Sözüm ona “dinci” olan Feto yapılanması ders olmalıymış! Darbe, iktidar ve devletçe bir milat olmalıymış; ama bu milat yeni bir diriliş ve silkinişin miladı değil, din ve dindarlardan silkinmeye vesile kılınmalıymış! Hani ya Feto bir “Amerikan projesi”ydi?! Nasıl oldu da “dinci” oluverdi? Demek muratları başkadır. Hızla işletilen bu tez ve tezgâh, doğrusu korkutmaktadır. Fetoculuğun ulusalcı, Kemalist ve kafatasçı versiyonları görülmelidir; onlar adım adım hedeflerine yönelirken, mazlum Müslümanlar, bu kurnazca ve kurmaca tezin kurbanı edilmemelidirler!

İler sürülen iddialardan biri; uluslararası güç odakları, “Şayet darbe başarılı olursa, AKParti’den kurtulacağız; yok, başaramazsak, alet ettiğimiz Fetocuları bahane ederek, dine ve dindarlara yükleneceğiz. Nasıl mı? AKParti’nin eliyle... Böylece, hem din ve dindarları, hem de AKParti’yi yıpratacağız!” Oyun bu! Mantıksız mı? Değil gibi. Neden mi? Piyasadaki propagandalara bakılmalıdır... Dikkat edin, hep Fetocuların dini kimlikleri öne çıkartılıyor; dinden ve dindarlardan nefret aşılanıyor. Din ve dindarlar üzerinden, korku, güvensizlik ve tedhiş havası estiriliyor. Hatta askeriyenin, askeri okullara İmam Hatiplilerin, dindar aile çocuklarının alınmaması yönünde direnç gösterdiği de söyleniyor. Doğru ya da yanlış, bu söylentiler yabana atılmamalıdır. Bu vesileyle, örgütle “din” arasındaki keskin ayırım net olarak vurgulanmalı; tasfiye adına girişilen haklı mücadelenin haksızlığa müncer olmaması için ince eleyip sık dokumalıdır.

Biriler Feto’yu “kâinat imamı” görüp fevka’l-peygamber yapmışlarsa, bunlara cevap karşı yüceltmeci ve kutsayıcı çıkışlar olmamalıdır. Atatürk’ün kurtarıcılığına, ileri görüşlülüğüne, isabetliliğine sürekli vurgu yaparak bir başka paralel çizgiye sapmak, bu ülkeye ve insanlarına hayır değil, mevcut çelişkileri ve çatışmacı anlayışları derinleştirmektir. Bu ülkeye 80 yılı aşkındır egemen olan ideoloji, din, özellikle de İslam değildir; Kemalizm’dir. Kerametiniz nedir? Tarihine bakar mısınız? Darbeler, ihtilaller, katl u kıtaller, faili meçhuller, ötekileştirmeler, kamplaştırmalar ve daha niceler... Kimlerin eseridir? Yerli cinayetkâr örgütlerden hangisi bu tornadan geçmemiştir. Tamamı bu ideolojinin hükümran olduğu eğitim sisteminden geçmemiş midir?     

Ortada yozlaştırılmış ve vahşileştirilmiş bir dini akım varsa, “suçun şahsiliği” kuralından hareketle, bu vahşet ve yobazlık o akıma münhasırdır. Amacınız, onların gayyasında bütün Müslümanları boğmaksa, yok öyle yağma! Onlar, Amerika ve Siyonist dünyayla temasa geçmeden önce, Kemalist sistemin eğitim-öğretim müfredatından ve tornasından geçmişlerdir. Terminatör olmalarında, sizin payınız daha büyüktür. Zira ilk dadısı ve akıl hocası bu sistemin kendisidir; onu da sorgulamalısınız! Tek taraflı yargılamalar, ucuz “yansıtmacılık” psikolojisidir. Soruyorum, bu yoz ve sahte dini anlayışın asıl sebebi sistemin kendisi değil midir? Yedeğinize alıp sulandırdığınız bir dinin mahsulü, Feto’dan farlı mı olmalıydı? Aklımızla alay mı ediyorsunuz?

Fetocu darbeden hareketle cemaat ve tarikatları töhmet altına sokmaya çalışan Kemalist, ulusalcı ve kafatasçıların unuttukları, daha doğrusu çarpıttıkları bir gerçek var. O da, 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat darbeleridir. Yerleşik sistemin yılmaz muhafızlarınca başvurulan bu silahlı-silahsız darbelerin hiçbirinin “dinci” vasfı yoktur. Binlerce insanın asıldığı, öldürüldüğü, hapsedildiği, sürgün edildiği, kaybettirildiği, kürek cezalarına çarptırıldığı bu darbeleri kime mal edeceksiniz? Bunun hesabını kimden soracaksınız? Yoksa sizinkiler darbe değil, restorasyon ve imar faaliyeti miydi? Kendiniz çalıp kendiniz oynayabilirsiniz, ancak bizi bu oyuna çekemezsiniz!

Bir zamanlar meydanlara dökülüp “Kahrolsun şeriat!” diyenlere mukabil, şer’i dünya görüşüne sahip Müslümanların “Kahrolsun darbe!” nidaları arasındaki fark, iki dünya görüşünün izdüşümüdür. “Birlikte yaşam” felsefesiyle “ötekileştirmeci” dünya anlayışları, tamirle-tahrip arasındaki fark gibidir. Ama “inadına beraberlik”, “inadına barış” demekten başka seçeneğimiz yoktur. Hep söylüyoruz, bu dünya gemisinde “ya hep”, “ya hiç” durumuyla karşı karşıyayız. Dünyanın tabanını oyan her teşebbüs melundur; zira batırılacak gemide hepimiz yolcuyuz. Gayretler, yıkımdan yana değil, yapımdan yana olsun! Yıkım kolay, yapım zordur. Fazilet odur ki zoru başaralım...   

17-25 Aralık sonrasında, yeni bir siyaset belgesi ve paradigmayla halk önüne çıkan iktidar, bu tarihten sonra menhus örgütle irtibat ve iltisakını devam ettiren her kesin ve kesimin üstüne varmalıdır; hesap sormalıdır. Devletin “kırmızıçizgi”sini aşanları, kırmızı ışıkta geçenler misali cezalandırmalıdır. Ancak ötelere gidip bir şekilde temasta bulunanları da aynı muameleye tabi tutmak, avamî tabirle yaş ile kuruyu birlikte yakmaya benzer. Hukuk devletinin farkı ortaya konulmalıdır. Temasla iltibası(bulaşmayı) aynı görmek, devletin şanı olamaz. Melun bir örgütü tasfiye adına atılan adımlar, masumları ezmemelidir. Bu noktada, “Akil Adamlar” gibi, “Adil Adamlar”a da ihtiyaç vardır. Tabandan yükselen feryatlara kulak verilmeli; mazlumların ahı dikkate alınmalıdır. Aksi, yaşanan jurnalcilik, daha birçoklarının canını yakacak; yanan canlardan yükselen ahlar, iktidara da dokunacaktır

Feto’nun maddi-manevi tahribatı, başta devlet olmak üzere her kesi ve kesimleri teyakkuza sevk etmelidir. Halkın devlete sadakatini bekleyen devletlüler, devletin de sadakatini ortaya koymalıdır. Tehlikeli örgüt ve sair yapılanmalara karşı halkı uyarmalıdır. Bu tür yapılara resmî ve kanunî statü veren devlet, halktan niçin temasa geçtiğini sorgulayamaz. Sorgularsa, kendisiyle çelişir. Zira halk, “Mademki zararlı ve tehlikelidir, o halde niçin tanıdın, neden varlığına göz yumdun?” diyebilir. Devletin tanıdığı her yapı halkın nazarında meşrudur; sakıncasızdır. Yapılması gereken, sadece uyarı değil, denetim ve murakabe mekanizmasını işletmek; her türlü zararlı girişim ve organizasyonlara karşı önleyici tedbirler almaktır. Yoksa hem müsaade, hem cezalandırma; beraberinde “Devlet bize kumpas kurdu; bizi tuzağa düşürdü!” anlayışını getirecektir. 

Evet, darbeyi önleyen dindar ve mutavassıt halkın “darbe mağduru” konumuna düşmemesi adına, şaha kalkmış ve kuyrukları üzerinde oynamakta olan nifak şebekelerine fırsat verilmemelidir. İktidarda olmakla muktedir olmanın farkı gösterilmelidir. Zira bu ülke insanını bekleyen yüzlerce sorun vardır; bunların çözülmesi adına güçlü bir irade ve kararlılığa ihtiyaç vardır. Başta Kürt sorununun çözümü ve meşru talepleri olmak üzere, ülke enerjisini berhava eden bütün kör döğüşlerin barışa ve huzura tahvil edilmesi lazımdır. Kendi iç dinamizmini sağlamamış hiç bir ülke, uluslararası savaş ve kaos mekanizmasına karşı koyma şansı yoktur. Birlikten kuvvet doğar; kuvvetli olanlar birliklerini korurlar. Bunun için de, mutlaka iktidarın icracı, yani muktedir olması gerektir. Aksi, davul senin boynunda, tokmak başkasına geçerse, ritmin renk ve tonajını onlar belirler.

Beytullah’da, Mescid-i Haram’da, gözyaşları içinde, “Allahummensurna Fî’t-Turkiye”(Allahım Türkiyeye nusret ver!) diye dua edenlerin duaları arş-alaya yükseldiyse de, bu ülkeden beklentileri boşa çıkartılmamlıdır. Müslüman halkımızın kazanımları, pusuya yatmış şeytan ve dostlarının eline geçmemelidir! Cemaatlere saldıranların, esasta AKParti’nin altını oydukları unutulmamalıdır. Zira bu partinin tabanını cemaatler oluşturmaktadır.

Hasılı:Ahirette Darbe şehitlerinin şehadeti kadar, dünyada da gazilerin, şüheda yakınlarının ve cemaatlerin fiilî ve kavlî duaları çok mühimdir. Adaletin icrası adına atılan adımlar, bu teveccühleri tehlikeye atacak cinsten olmamalı. Bu hususta, “Aleyhinizde de olsa, adaletten ayrılmayınız!”(bkz. Nisa, 4) mealindeki ayet ölçü olmalıdır. Vesselam...


Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir.

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
ÖNE ÇIKANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 261 34 89