• BIST 10642.6
  • Altın 4352.924
  • Dolar 40.5254
  • Euro 47.6148
  • İstanbul 32 °C
  • Diyarbakır 40 °C
  • Ankara 28 °C
  • İzmir 35 °C
  • Berlin 21 °C

Kayıp bir ceset ve bir Vehhabilik örneği

Abdullah Can

Yıl, 1985 ya da 86’ıydı. Bursa’da, değerli bir arkadaşla oturmuş, sohbet ediyorduk. Unutamadığım şöyle bir anekdot aktarmıştı: “Geçenlerde yanıma Rabıtacı bir gurup geldi. Kısa bir tanışmadan sonra, başladılar İran ve Şia mezhebi aleyhinde konuşmaya. Dindışılıktan sapıklığa kadar, yaftanın her türlüsünü yapıştırdılar. Nihayet, Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemaat adına işbirliği teklifinde bulundular. Sabırda hayli zorlanmıştım; yine de nezaketimi korudum ve özetle, ‘La İlahe İllallah diyen hiç bir çevreyle kavgam olamaz. Nurlardan aldığım ders, ıslâh ve irşattır. Kur’an’ın ‘Birbirinizle çekişmeyiniz; yoksa çözülür, gücünüzü kaybedersiniz!1 ayeti, bu konuda ölçümdür.’ diyerek, dikkatlerini zındıkaya çevirdim.

“İlginçtir; Vehhabi tandanslı bu guruptan sonra, araya bir kaç gün girmişti ki, bu sefer bir başkasına muhatap oldum. Bu seferki gurup, Şia’ya mensuptu. Tanışma faslından sonra, onlar da başladılar propagandaya... İran devrimini, devrimin antiemperyalist karakterini, Şia’nın fedakârlığını, Suudi rejiminin Amerikancılığını anlatıp durdular. Siyasi konuşmalarını, ‘Ehl-i Beyt’ ve ‘İmam Ali’ye dair sitayişkâr ifadelerle süslediler; bu mevzudaki ayet ve hadislerle taçlandırdılar(!). Ancak bütün anlatımlarını, ‘Bizimle çalışır mısınız?’ teklifinde özetlediler. Haktan bir parçayı, hakkın tamamı sanan bu mutaassıplara da bir öncekiler gibi tepkim netti; ‘Yanlış adrestesiniz!” diyerek aklıselim ve istikamet uyarısında bulundum.” 

Evet, arkadaşın cevabı bu minvaldeydi. Kendisi hayattadır; yazılarımdan da haberdardır. Yanlışım ya da eksiğim varsa, lütfen tashih etsinler. Unutmadan söyleyeyim; arkadaşın ifadesine göre, her iki gurup, petro-dolarların ucunu da göstermişlerdi. Yani Müslümanların servetiyle, ideolojik devşirmecilik. Her ne ise...

Malum, Şia, kendi büyüklerini takdis, mezarlarını ziyaretgâh bilirler. “Behişt-i Zehra”, “Kerbela” ve “Necef”e atfettiği Kâbe hürmeti, bunun ispatıdır. Vehhabiler ise, aksine, bu itikat ve uygulamayı “şirk” kabul eder; kabir ziyaretini, “ölülerden medet” olarak görür. Biri ifrat, diğeri tefrit... Şia’da türbeler, katedral gibi şatafatlı, Vehhabilerde ise, yerle yeksandır. Haccın devasa gelirinden olmasaydı, Kâbe ve Mescid-i Nebevî’yi de yıkabilirlerdi. İki zıddın kavgası ve cendereye sıkışmış zavallı Müslümanlar... “Sünnetullah” ve “Sünnet-i Resulüllülah”a aykırı icraatlar... İndirilmiş din yerine, uydurulmuş dinin dayatmacılığı...(Bu hususta, bkz. Said-i Nursî, Mektubat(Vehhabiler Bahsi).  

Aşırılıklar, İslâm’ın değil, mezhep ve mukallitlerin işidir. Din yerine mezhebi ikame edenler, başkasına değil, kendilerine inanır; kendilerinden olmayanı inkâra, imhaya kalkışır. İslâm, vasat bir dindir; mensupları için de “ümmeten vasata2(aşırılıklardan uzak ümmet) der. Onun peygamberi, “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!”3 ayeti için “Beni ihtiyarlattı4 diye ferman eder. Namazda, asgari 20 defa tekrarlanan “Bizi dosdoğru yola ilet!5 itidal ve istikamete emreder. Keza “İşlerin hayırlısı, vasat olanıdır6 hükmü, bu husustaki yol göstericilerdendir. İstikamet vasat, vasat istikamettir. İslâm’ın mihveri ve hareket çizgisi, bu iki kavramdır. Bunlara bina edilmeyen her iş, bidattir, sapkınlıktır. Mezarları takdis de, onları tahrip de bu kabildendir.   

27 Mayısçılar, Vehhabi değildiler, ancak Said-i Nursî’nin mezarını yıkmaları, Vehhabice bir uygulamaydı. Naaşını hırsızlamaları ise, vahşiyane... Ya 57 yıldır kayıplarda tutulmasına ne demeli? İşte o, tarihin de, insanlığından yüzüne çalınmış kapkara bir lekedir. Bu lekenin sahipleri kadar, hâmileri de, nemelazımcıları da suçludurlar; aynı günahın şerikidirler.

Peki, Nurcular bu işin neresinde? İşte işin can alıcı noktası...

O Nurcular ki, bir taraftan Üstad için, “Mehdi-i Ahirzamandır”, “Müceddid-i Ekberdir”, “Müçtehid-i Azamdır” derler, diğer taraftan ise, bu iddialarını yekten yok sayan bir sahte “vasiyetname”ye sarılırlar. Zira ki, bu vasiyetnamenin(!) özünü teşkil eden “Kabrimi gayet gizli bir yerde, bir iki talebemden başka hiç kimse bilmemek lâzım geliyor.”7 cümlesinin gerekçesi, “Risale-i Nur'daki azamî ihlası kırmamak8 ifadesidir. Peki, sormazlar mı,  onun imanî ve Kur’anî davası yerine, ha bire şahsını nazara vermek; “Son Şahitlerin” ağzından ciltlerle methiye, menkıbe ve kerametleri nisbet etmek, bu “azami ihlâs”a münafi değil midir? (Nasip olursa, bir başka yazıda, söz konusu vasiyetnameyi mercek altına alıp sahteliğini satır-satır çözümleyeceğim).    

Evet, genelleme yapmıyorum, ama Nurculardan öyleleri var ki, hâlâ –inadına– 27 Mayısçıların yanında yer alırlar. FETO’cu darbeyi reddederlerken, 27 Mayıs darbecilerini kayırırlar. Çünkü sözkonusu vasiyetname, bir kayırma ve aklama belgesidir. Öte yandan, Üstad’ın mezarına indirilen balyozlara haklılık, kaçırılıp kaybettirilen naaşına meşruiyet kılıfı mahiyetindedir. İster bizzat, ister bilvesile olsun, sonuç değişmez. “Tahkik” ve “gavvaslık”a davet edilen bir kitlenin “taklit” ve “sathilik”e sarılması affedilemez. “Kitap” dururken, “Uydum abilere” demek, Nur talebelerinin şiarı olmamalıdır. Hele de, “Üstad zaten mezarının bilinmesini istemiyordu; darbeciler buna vesile oldu!” zırvaları, akla ziyan bir saçmalıktır. Dahası, “Zalimler zulmettiler ama Üstad’ın kerameti de açığa çıktı!” söylemleri, tam bir zihniyet tefessühüdür; binler teessüf diyorum.

Bilindiği gibi, yakın tarihte(12 Temmuz) Urfa Barosu bir basın açıklamasıyla yetkililere bir çağrı yaptı: Özetle, “Said-i Nursi’nin kayıp naaşını Dergâh’taki mezarına iade ediniz!” dedi. Çağrı, tamamen insanî, İslâmî ve vicdanî hassasiyetlere mebniydi. Devlet, bu açıklamaya müsaade etti; ancak malum vasiyetnameye sığınan ve 57 yıldır “gık”ı çıkmayanlar, birden aslan kesildiler; dişlerini, pençelerini gösterdiler; “Olmaz efendim! Nursi’nin vasiyetnamesi var; ‘mezarım belli olmasın’ demiştir. Siz de kim oluyorsunuz? Vazgeçin bu sevdadan!” dercesine... Maatteessüf, çalınan minareye kılıf dikmek Nurculara kaldı... Sitelerine bakın; hepsinde “istemezük” bağırışları... Öyle ki, Devlet harekete geçse de, bunlar “dur!” diyecek; sahte vasiyetnameleriyle mukabele edeceklerdir.

Kendi adıma, Şanlıurfa Barosu ve iştirakçi sivil kuruluşları tebrik ediyorum. Nurcuların yapamadığını yaptı. Tarih yazdı. Nurculuk adına karşı duranlara ise teessüfler... Onlar da tarihe not düştüler; “zulme devam edilsin” notu... Teslimiyetçi bir duruş... Nursi’nin hayat ve mücadelesi ortadadır; onun imanî ve Kur’anî hizmeti “insan” eksenli olup insanın din ve dünya saadetini hedeflemiştir. Diyeceğimiz, ortada saldırıya uğramış; meçhullere kaçırılmış bir ceset vardır. İster sevgiden, ister insanî hassasiyetlerden olsun, onu sorduranlara saygı duyulmalı, yardımcı olunmalıdır. Engel olmak, tavır koymak, darbecilere tarafgirliktir; yersiz ve yararsız bir aklama çabasıdır. Sorgulayanların adresi bellidir; devlettir ve doğrudur. Peki, ya karşı duranların?!... Madem bu vebale katlanacak kadar cesurdurlar, “varın inadınızla baş başa kalın!” demekten başka diyeceğimiz yok gibidir.    

Vasiyetname yazmak sünnettir” ise, soruyorum, bir İslâm âliminin vasiyetnamesi “Sünnet”e aykırı olabilir mi? Madem olamaz, o halde nedir bu temerrüd? Başta Peygamberimiz olmak üzere, hulefa-i raşidin, eimme-i müctehidin, selef-i salihin ve ulema-i amilininden hiç birinin bu kabil bir vasiyetnamesi var mıdır? Hâşâ! Peki, Üstad ayrı bir din mi ihdas etmiştir? Hâşâ! O halde, Üstad’a revâ görülen bu saçmalık neyin nesidir? Neymiş, Risale-i Nur'daki âzamî ihlâsı kırmamak için ve o ihlâsın sırrıyla, kabrimi bildirmemeyi vasiyet ediyorum.” Sormazlar mı, bahsi geçen İslâm büyükleri –mezarlarını gizli tutmamalarıyla– ihlâslarını ayakaltına mı aldılar? Bu bir sabotaj olmasın mı? Üstad’a bu saçmalığı reva görenlerin niyeti, onu bütün seleflerine aykırı göstertmekle, gözden düşürtmek istemesinler mi?!

Önemli bir not: Sahte vasiyetname bile müdafilerini nakzediyor. Zira bildirilmek istenilmeyen şey kabrin kendisidir; naaş değildir. Peşinde olunan şey naaştır, mezar bellidir. Mezar, Urfa’dadır; Halilü’r-Rahman Dergâhındadır.

Kürtçe’de bir atasözü vardır; “Kurmê darê ne ji darê be, dar nakeve!” Yani, “Ağacın kurdu kendisinden olmazsa, ağaç yıkılmaz!” Bu söz, meselemiz olan mezar için de geçerlidir. Zira Üstad’ın naaşının –velev ki külleri olsun– ilk yerine, yani Dergâh’a iadesi istenilirken, tepki devletten değil, içerden, yani bir kısım Nurculardan tepkiler gelmektedir. Devlet, “vermezük” demiyor, bunlar “istemezük” diyorlar. Yıllardır hep bu minvaldeyiz. “İstemezük” diyenlerin de yegâne istinat noktaları, bahsi geçen düzmece vasiyetnamedir. Asıl vasiyetname ve iki mütemmim ekine rağmen, Üstad’ın imzasını taşımayan, tashihini de görmeyen bir mektuba sarılmak, “gaflet” diyemiyorum, tam bir “iğfal” ve “dezenformasyon” örneğidir. Öyle ki, hızını alamayan bu iğfalciler, bu mevzuyu dillendirenleri, zındıkaya hizmet(!) etmekle itham edecek kadar da ifrata sapıyorlar.

Yıllardır, “Münafıklar”, “Vehhabiler”, “Dokuzuncu Lem’a”, “Yirmisekizinci Lem’anın yarısı” ve daha nice bahisleri Nurlar’dan çıkartıp gizleyenler, aynı saikle Üstad’ın vefatını fırsat bilerek onun mezarıyla ilgili bir de mevkute hazırladılar. Hâlbuki asıl gizlenmesi gereken “Ebced”li, “Cifir”li mevzulardı. Zira onlar hem esasa dair değildiler, hem de “haslara mahsustur” imzasını taşıyorlardı. Peki, ne oldu? İzharı emredilenler gizlettirildi, “mahremdir” denilenler çarşaf-çarşaf teşhir edildiler. Halen de iki kapak arasında ve sanal âlem de sürümdedirler. Bu “ekall-i kalil” mevzulardan değil midir ki, Üstad, sürekli bir kısım toplum mühendislerinin hedefindedir?

Benden üç maymunu oynamamı isteyenler, beyhude çabalamasınlar. Ben, Kur’an’ın, “summun”, “bukmun”, “umyun9 dediği kimselerden olamam. Yani sağırlık, dilsizlik ve körlüğü oynayamam. Allah verdiklerinden sorumlu tutar; nankörlük yapamam. Zira bu üç hassaya da sahibim. Zaten “inkâr” dediğimiz şey de “gizlemek” değil midir? Öte yandan, konuyu ha bire etniste zeminine çekenlere de bir-iki sözüm vardır: Beyler, kalbinizdeki marazı “kıyas-ı binnefs” yoluyla başkalarına teşmil etmeyiniz. Boşa kürek çekiyorsunuz; zira “asabiyet-i cahiliye”nin ne olduğunu çok iyi biliyorum. İnancıma muhalefet edemem. Mevzumuz, Said-i Nursî, Şeyh Said, Seyyid Rıza ve Menemen Mazlumu Şeyh Es’ad-ı Erbilî(Hewlêrî)’nin etnik kimliklerini ispat değil, hukuklarıdır. Etnisitelerinden bahis, malumu ilamdır; abesiyetle iştigaldir. Bizimkisi, insanî, İslâmî ve vicdanî saiklerdir.

Hâsılı: Yanlış kapı çalıyorsunuz. Ve bu yanlışlıktandır ki, yıllardır Nursî’nin Kürdlüğünü kurcalayıp duruyorsunuz. Seyyidlik koşuşturmalarınız, bunun en bariz örneğidir. Sadede gelelim!...

Bir-iki söz de devlet yetkililerine: Sayın devlet büyükleri! Bir taraftan Said-i Nursî’nin eserlerine sahiplenerek devlet eliyle bastırmanız, diğer taraftan 8 yılı aşkın süreyle kaldığı Barla’da tasarladığınız yeni imar ve restorasyon çalışmalarıyla bu mahali dinî turizme açma gayretleriniz, öte taraftan onun adıyla okul ve sair müesseseler açtırmanız, açık bir sahiplenmenin göstergesidir. O halde, hiç vakit kaybetmeden adresi sizde olan naaşını da yerine, yani Urfa Halilü’r-Rahman Dergâhı’na tevdi ederek sözkonusu gayretlerinizi taçlandırınız. “Mezar” tartışmalarının çözümü sizdedir ve sadece bir talimatınıza vabestedir. Bu işi “namus borcu” bilenleri, iş başına davet ediyoruz. Unutmayalım; Şeyh Said ve Seyyid Rıza mezarlarını, Said-i Nursî ise naaşını intizar etmektedir; zira onun mezarı bellidir; belirsiz olan bedenidir; külleridir. Vesselâm...

Hülâsa: Nurcular, taklit ve ezbercilikten vazgeçmelidirler; akıl, mantık ve muhakemelerini tekelcilikten kurtarmalıdırlar. Satırlar dururken, sadırlara mahkûm olmamalıdırlar. Madem bu kadar “vasiyetnameci” davranıyorsunuz, hodri meydan, “Medresetü’z-Zehra”yı inşa ediniz. Öyle ya, bu üniversite, onun ifadesiyle “Elli beş senelik gaye-i hayalim10 dediği bir projesi değil miydi? Yani en büyük vasiyeti...

Üstad’dan 2 anekdot: “Sizden şunu rica ederim ki, mazi kıt’asına geçmek için geldiğiniz vakit, mezarıma uğrayınız. O çiçeklerden bir kaç tanesini mezar taşı denilen, kemiklerimi misafir eden toprağın kapıcısının başına takınız!11

“Dostlar uzaktan ruhuma Fatiha okusunlar, manevî dua ve ziyaret etsinler. Kabrimin yanına gelmesinler. Fatiha uzaktan da olsa ruhuma gelir. Risale-i Nur'daki a'zamî ihlas ile bütün bütün terk-i enaniyet için buna bir manevî sebeb hissediyorum. Kendini Risale-i Nur'a vakfetmiş olan yanımda bulunanlardan nöbetle birer adam kabrimin yakınında olup, bu manayı lüzumsuz ziyarete gelenlere bildirsinler.”(Said-i Nursî)12

Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir 


1 El-Enfal, 46
2 El-Bakara, 143
3 El-Hud, 112
4 Tirmizî, Sünen, Tefsir, No: 3293
5 El-Fatiha, 6
6 (Keşfü’l-Hafa, h. 1247)
7 Emirdağ Lahikası, Envar Neşriyat, s. 204
8 age, s. 204
9 El-Bakara, 18
10 Emirdağ Lahikası, Envar Neşriyat, c. 2, s. 109, 224)
11 age, c. 2, s. 111)
12 age, c. 2, s. 201)

  • Yorumlar 10
  • Facebook Yorumları
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    • A. Can30 Temmuz 2017 23:55

      Şagirt bey, yorumların tadı icazındadır; arif, işaretle de iktifa eder. Yazılarım ortadadır, bahsini ettiğiniz konulardaki görüşlerim de. Okumanızı dilerim. Görüşleriniz, bilinmezlerden değildir; meşhur “malumat”lardandır. Bağışlayın, tereciye tere satmak gibi bir şeyler. Ama olsun, saygım vardır. Ak dediğime kara, kara dediğime ak diyebilirsin. Dayatma olmamak şartıyla herkes kanaatinde hürdür. “Hakikatin her türlüsünün bir savaşçısı” olan zatınızın hakkına girmişsem, âlicenaplık size kalmıştır; ister helal, ister haram edersiniz. Bu da size kalmıştır. Mesele niyettir; abdestimden de şüphe etmiyorum. Yalnız tekrarda sakınca görmüyorum, “tersten okumalar, iyi niyet alameti değildir”. Evet, “Alimün fissudur” Allah’tır, ancak yorumlardaki “vurgular” çok şey anlatıyor. Söz geneldir, ancak “anlattığım” ile “anlamak istediğiniz” arasındaki tefavütü görünce hatırlatmak istedim. Veselam..

      Yanıtla (4) (0)
    • şagirt03 Ağustos 2017 17:46

      Sevgili hocam, yorumlarin tadi icazindadir" demişsiniz, yazilarinda berrakliğinda. Konu çalinip sahiplerinden gizlenilen bir ceset. Çalanlar belli, gizliyenler belli ve onu niye çaldiklerida belli. Ne hikmetse siz çalinma sebebini söylememe/saklama gereği duyuyorsunuz. Buda sadece "Arif" lerin anliyacagi bir sir mi?
      şia ve vehabiliğin naaş hirsizligiyla alakasi yok, konuyubulandirir deyişime, "her iki mezhebin bakişi nazara verilmiştir" diyorsunuz. Neden Ustadin naaşini çalip, gizliyenlerin "mezarlara bakişini nazara" vermiyorsunuz ? Ben vereyim: Ustadin naaşini çalan ve hala iktidardakilerle beraber sakliyanlar, kendi ölülerinin mezarlarina şia gibi, kürtlerin ölü ve mezarlarina, vehabilik vahşetlerine rahmet okutur, dağlarda bile öldürdükleri kürt çocuklarinin mezarliklarini bombaliyorlar.
      Diyorum ki naaşi çalanlarla naaşin iadesini talep ettiğiniz hükümetin kökü bir ve ortaklar. Siz kusura bakmayin ama müstekbirler edasi ile beni beminet ediyor, hakkimin hellalliğiyle istihza ederek tekrarliyorsunuz: "tersten okumalar, iyi niyet alameti değildir demekte sakinca bulmadiginizi " yorumlarim mi "tersten okuma" cevaplariniz mi?
      Görüşlerim "meşhur malumat,lardanmiş " zaten haşa vahiyle bana bildirildiklrinin iddiasinda değilim, niye bu "meşhur malumatlari " çok iyi bildiğiniz halde yazmadiğinizadir itirazim.(Başka yazilarda söylemîşseniz, bilmiyorum.) bu yazinizi kastediyorum, 'diğer görüşlerinizi okumami ümid etmişsiniz, maazallah deyin hocam, "tersten okuyan kötü niyetli birine, öyle bir şeyi salik vermeyin.
      Sizin "ak dediğinize kara, kara dediğinize ak diyebileceğimin" desturunu vermişsiniz, haşa, biz bir gayri müslimin bile 'ak dediğine,' ak ise, ak, kara ise kara deriz. Fakat cenabiniz, karaya kara dememek için, deveye hendek atlatiyorsunuz. Kapali gri diyor, koyu kurşini diyor, en açik tanimlamayla siyaha çalar diyor, lakin kara demiyorsunuz..
      Abdestinizden şupheniz yokmuş " bu çok güzel ama kusura bakmayin, 'abdestinden şüphesi olmiyanlarin önümüzde abdestsiz namaza durduklarindandir, ümmetçe ve milletçe dualarimizin kabul edilmeyişi.
      Bunda kesin haklisiniz hocam, "tereciye tere satmak gibi" olmuş yorumum. Lakin qur'en terecinin suçu! Bize maydanoz satar, roka satar, yeşil soğan bile satar ama tere satmaz..."tere... tere..!" diye bağirir, biz de almağa gidince, elimize "pirpar gurzînî " sokuşturur."Hele qurban bize tere ver, tere!" Deriz. "Siz bilmisiz, siz 'tersten' görisiz, bu teredir". der tereyi satmaz. Yillardir 'tere' niyetine bize o kadar maydanoz, roka ve yeşil soğan yedirdiler ki kimse bizden daha iyi bilmiyor 'tere'nin ne olup, olmadiğini. Komedi filmi gibi değil mi, bizimle terecilerimizin hali.

      Yanıtla (2) (0)
    • A. Can26 Temmuz 2017 09:53

      Şagirt bey, ben, Üstad’ın Kürtlüğünün malum olduğunu, “malumu ilam” etmenin “abesiyetle iştigal” olduğunu söylemişim. “Vehabilikten girip Şia’dan çıkmak, konuyu bulandırmaktır” diyorsun, hâlbuki bu iki mezhebin mezarlara bakışı nazara verilmiştir. Üstad’ın naaşını kaçıranlar için “Sünni” demişsin, hâlbuki onlar ladiniliği esas almışlardı. Meşru taleple dilencilik farklı şeylerdir; Üstad da Ayasofya’nın açılışını talep etmişti. İsteyenin bir yüzü kara, vermeyenin iki yüzü. Kısacası, tersten okumalar, iyi niyet alameti değildir. Selam ve sevgiler.

      Yanıtla (1) (2)
    • şagirt30 Temmuz 2017 01:14

      Sevgili hocam, "malumu ilam " dediğiniz şey, Ustadin naaşinin çalinmasina yegane sebep kürtlüğüdür. Ve cenabiniz bu "malumu ilami" yani asil sebebi 'Abes' diyerek atiyorsunuz. Asil sebep atilirsa, diğer tüm sebepler(doğru olsalar bile,konuyla, yani naaş hirsizliğinin kürtlükten kaynaklandiğiyla ilgili olmadiği için) konunun etrafinda beyhude dönmektan başka bir işe yaramaz.
      Bu hakikati yazmami "tersten okumalar, iyi niyet alameti degildir" diyerek perdelemiyorsaniz, herhangi bir dünyevi kaygidan ötürü,"bedduayi da peşine takarak bana iade ediniz". Aksi takdirde hakikatin her türlüsünün bir savaşçisi olarak hakkimi helal etmemi beklemeyin.
      Ustadin naaşini mezarindan çalanlarin sunni değil"ladini" olduğunu söylüyorsunuz. O zaman hirsizlarin başinida söyliyelim: Albay Alparslan Türkeş. Sloganlarindan biri: ya Allah bismillah Allahu ekberdir. Belki islami ve mezhebi(sunni)duygularini okşamak için, belki de olurya kalpleri bir ayet veya hadisle yumuşar diye lütuf beklediğiniz hükümetin de, Ustadin naaşini kaçiran kîşinin kurduğu partiyle(mhp) resmi olmiyan lakin açik bir ittifak içinde. Naaş hirsizinin oğluda, düne kadar bu hükümette bakandi.
      Islam halifeliğini padişahliğa ve sultanliğa çeviren, ümmet kavraminida milliyetçilik hamasetine feda edenlerin kalbine ne ayet tesir eder ne hadis.
      Ustadin adina yalan wasiyetname hazirliyanlarin, kendi ecdadlarinin kemiklerini (suleyman şah) yakin tarihte nasil sinirin öbür yakasindan getirttiklerini hatirlatirim.
      Peygamber(sav) adina sahte hadis yazanlara, Ustadin adina yalan vasiyetname düzenlemek, Ustadin eserlerinden kürt ve Kürdistanla ilgili tüm bölümleri çikarmak, zerre kadar islami ve insani rahatsizlik vermemiştir.
      Ayriyeten, arap alimlere, türk alimlere, farisî alimlerine etnik kimlikleriyle yüceltilmeleri ve övünmeleri reva iken, neden Ustada kürtlüğü hakir görülsün? Bunu hakkin ölçüsü ile, müslumanlarin iman ölçüsünde hem bu dunya da, hem hakkin divaninda davacisi olacağiz.
      "Muminin ferasetinden korkun, çünkü o Allah in nuru ile bakar" hadisi şerifîn ölçü ile diyoruz ki; sahte nurcular, imandan yoksun müslumanlar, din ve dini değerlerimizi kendi mevki ve makamlariniz için araçsallaştirarak ferasetimizle alay edemezsiniz.
      Cevap uzun oldu site editörlerinden haklarini helal etmelerini ümit ederek, selam ve dua hocam.

      Yanıtla (3) (0)
    • Mehmey26 Temmuz 2017 14:30

      Abdullah hocam islamda hadisler ve ozelde uydurma hadisler konusunda yazarmisiniz.. Eget bizi aydinlatirsaniz cok sevinirim.

      Yanıtla (2) (0)
    • Zehra26 Temmuz 2017 08:59

      Sanırım yazarı anlamakta zorlaniyoruz. Bir ara Hangi depremden dolayiydi hatırlamıyorum ama Japonlar yardım amaçlı gelmişti. Şöyle demişler ilginç ama bu insanlar olulerini sağlam yerlere dirilerini de depreme müsait yerlere koymuşlar. Çoğunluğu avam tarafından oluşmuş bu ülke insanına mezardan bahsetmenin abes olduğunu düşünmüyorum. Hem yazarın amacı anladigim kadariyla buda değil bir alt bellek okuması yapmak ve yaptırmak. Ben acizane bir şefkat kahramanı olarak gayet istifade ettim. Teşekkür ediyorum.

      Yanıtla (0) (0)
    • şagirt24 Temmuz 2017 18:49

      Usdadin kürtlüğunden bahsetmek senin için abesle iştigal olsada sevgili hocam, yegane sebebtir nâşina tehammulsüzlüğün. Vehabilikten girip şiadan çikmak, konuyu bulandirmaktir. Ustadin naâş hukukunu vehabiler ve şia degil, suni mezhep kardeşleri yemisştir. Musluman hak ve hukuk dilencisi değil, talibi ve savaşçisi olmali değil midir?çok açik Ustadin ve diger kürt alimlerin hak ve hukuku etnik kimliklerinden dolayi yenmisştir. Mevcut türk hükumetinden, tipki öncekileri gibi Ustadin ismini ve eserlerini kullanip istismar ederek, müslumanlari sorgulayici yerine, uyutup, uyusşturucu maksadiyla kullanmaktan başka bir şey beklemek, körlüğe oynamaktir. Mesela Ustadin ismi Sari Saltik, Kirmizi Saltik veya Lacivert Saltik olsaydi,Allahu alem, bir tek halilul rahmanda degil, başta dagkapi meydanina olmak üzere kürt illerinin tümm meydanlarinda ona bir mekan yapip, kubbesini arşa yükseltirlerdi. Tim u daim gözümüze sokmak için.

      Yanıtla (4) (1)
    • Daha fazlasını göster
Yazarın Diğer Yazıları
ÖNE ÇIKANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 261 34 89