• BIST 9520.22
  • Altın 4281.372
  • Dolar 39.3424
  • Euro 45.6327
  • İstanbul 23 °C
  • Diyarbakır 33 °C
  • Ankara 27 °C
  • İzmir 32 °C
  • Berlin 21 °C

Fethullah Gülen’nin 'İslam' okumaları -III

Abdullah Can

İki yazıdır, Fethullah Gülen’in Risale-i Nur ve Said-i Nursî’ye dair bazı eleştirel yorum ve kanaatlerini gündeme getiriyorum. Referans aldığım kitap, Hoca’nın “Prizma–4” kitabıdır. Politik tartışmalardan, günübirlik polemiklerden, taktiksel atışmalardan uzak kalmayı tercih ettim. Yazılarım, eleştirinin eleştirisi ve yanlışlıkların düzeltilmesine yöneliktir. Yazdıklarımdan ötürü, takdirkâr mail, telefon ve yorumlar nefsimi şımartmadığı gibi, ağır eleştiri ve hakaretamiz ifadelerden dolayı da moralimi bozmam, umudumu kaybetmem. Bu böyle biline...

Evet, bazıları, “düşeni tekmelemekle”, bazıları “Said-i Nursi’yi kutsallaştırmakla”, bazıları “zamanlamayı anlamlı bulmakla”, bazıları “hükümet taraftarı olmakla”, bazıları “fitnecilikle”, bazıları da “ateşe odun taşımakla” beni suçlamaktadırlar. Hiç önemli değil; hüküm verenlerin en isabetlisi Allah’tır. O, beni benden ve suçlayıcılardan daha iyi biliyor, daha iyi tanıyor. Ondan korkan ve yalnızca Ona hesap vereceğinin şuurunda olan birisi, insanların kınamalarından çekinmez; hak bildiği hususları saklayıp beraberinde kabre götürmez.

Ben, düşene tekme atacak kadar seviye kaybetmiş biri değilim ve olamam da. Çünkü benim aldığım terbiye de, sahip olduğum değerlerim de buna müsaade etmez. Ben, düşeni kaldırır ve sahip çıkarım. Yazılarımda yaptığım da bundan farklı değildir. Zira ayaklar altında ezilen, İslâm’ın yüce değerleridir, hayatını İslâm’a adamış bir İslâm âlimidir ve onun İslâm’ı müdafaa uğruna bir asra yakın ömrünü yoluna serdiği iman ve Kur’an hakikatleridir. Yoksa söz konusu olan düşmüş, birilerinin zannettiği Amerikalı vatandaş değildir. Onun düşmüşe benzer bir tarafını da görmüyorum. Rahatı, sıhhati, mekânı, imkânı, güvenliği, esenliği gayet yerinde ve dünyalık adına hiç bir eksiği-gediği olmayan birisidir. O halde, nedendir bu hakaret ve tarizler? Nedendir bu diş bileme ve gayzlar?

Evvela, hakkın hatırı yücedir ve hiç bir hatıra feda edilmez. Ben hakkı söyleyeceğim, kimin hatırı kırılırsa kırılsın, yeter ki hak sağ olsun.

İkincisi, Allah’ın ve onun takdir ettiklerinin dışında hiç bir kutsala inanmıyorum ve hiç bir kutsallaştırma propagandasına da beş para ehemmiyet vermem. Bu bağlamda, Üstad’ı da kutsallaştırmam, Risale-i Nur’u da kutsallaştırmam, hoca efendileri ve şeyh hazeratlarını da kutsallaştırmam. Çünkü onların kutsal olduğuna dair hiç bir nas yoktur. Mensubu olduğumuz İslâm dinine göre, sadece peygamberler “ismet” sıfatına sahiptirler; ancak onlarda bile “zelle” dediğimiz dil ve amel sürçmeleri olabilmektedir.

Üçüncüsü, “Neme lazım başkası düşünsün” düşüncesi, istibdat dönemlerinin bir hediyesidir. Firavun, “Ben, sizin en yüce rabbinizim”(Naziat: 24) dediğinde, balyoz gibi bir yumruk yeseydi, herhalde ikinci, üçüncü, bilmem kaçıncı Firavun zuhur etmezdi. İşte bu neme lazımcılıktır ki, zincirleme müstebitleri insanlığın başına musallat ettirmiştir.

Dördüncüsü, her şey zamanında hoştur ve gereklidir. Nasıl ki, Asr-ı Saadet’te, Müslümanların hayat yörüngesini Allah’ın emir ve yasakları oluşturuyordu, günümüzde de siyaset ve dünyevî arpalıklar ilk sırayı almış bulunmaktadır. Hele hele, özellikle de, Cemaat, Hocaefendi ve Said-i Nursî isimlerinin hemen her gün basına servis edildiği; insanlarımızın birinci derecede gündemini oluşturduğu bir hengâmede, “Niçin şimdi?” ya da “Zamanlaması manidardır!” gibi istifhamlı sözcüklerin arkasına gizlenmek ve bunun üzerinden yazı yazanları boş-beleş demagojilerle karalamak, sadece feraset körlüğü ve klasik gündem saptırma taktikleridir. Üstelik, ana temalarımın bu eksende olduğu bilindi halde...

Dördüncüsü, Said-i Nursî’nin, “Aziz kardeşlerim, Üstadınızı lâyuhti görmeyiniz; onu hatasız görmek hatadır.” (Barla Lahikası, s. 123) sözü ortada dururken, ona rağmen onu hatasız bir kul şeklinde takdime kalkışmak, ona karşı en büyük saygısızlıktır. Çünkü bazen aşırı muhabbet, aşırı adavete götürür. Birini aşırı yüceltirseniz, karşı tavırlara kapı aralar, aşırı alçaltılmalara sebep olursunuz. Onun için “ihsan-ı ilahîden fazla ihsan ihsan değildir.”(Muhakemat, s. 21) Onun için, her şeyi olduğu şekliyle vasfetmek lazımdır. Öyleyse, topuzun ucunu kaçırmamalıyız; aşırı sevgi ve yergilere, tümden kabul ve retlere sapmamalıyız.

Hakperest bir insan, nefisperest olmadığı gibi, cemaatperest, tarikatperest, hocaperest, hükümetperest olmaz ve olmamalıdır. Olursa, kendisi gibi, mesajı da inkıtaa uğrar, toplumla kurduğu her türlü diyalog monologa döner ve nihayette varlığıyla yokluğu müsavi zaviyede kalır. Şahsımı müdafaa için değil, sırf bir gerçeği okuyucularımla paylaşmak adına ifade ediyorum: Bu güne kadar hiç bir cenaha ve kliğe angaje olmadım ve mizaç olarak da olamam. Her zaman, İmam Ali’nin “Her şeyin iyi tarafını al, fena tarafını terket!” demesi kabilinden, sadece inanan çevrelerin değil, inançla alakası olmayan kesimlerin dahi örnek alınabilecek taraflarının olduğuna inanırım. Yoksa toplumsal bir varlık olma özelliğimi kaybedeceğime inanırım. Madem aynı gemide yaşıyoruz; bu geminin selametle seyrüseferi için elbirliğiyle seferber olmak zorundayız.

Evet, nice ümmetler gelip geçmiştir; onların yaptıkları onlara, bizim de yapacaklarımız bizleredir. Onlarla övünmek de, onlara sövmek de bizim kâr-zarar hanemize bir şey katmaz. Esas olan, bizim yaptıklarımızdır. Herkesin puanı, kendi yaptıklarıyla orantılıdır. Ben bu günün insanıyım; bu gün yaşadıklarımdan sorumluyum. Geçmişim Levh-i Mahfuza kaydedilmiştir, gelecek ise, ulaşacağımıza dair garantimiz yoktur. Öyleyse hâlihazıra bakalım! Sizler gibi, ben de hazıra kilitlenmiş, yaşanılanları yakından izliyorum. İşte izlediklerim içinde, şu anda birinci derecedeki gündem mevzusu bellidir ve göz önündedir; öyle ise, herkesin konuştuğu, tartıştığı ve yazdığı bir konuya ben ne diye bigâne kalacakmışım? Hem de, üzerinde en hassas olduğum bir mevzu iken...

Demek, her türlü şartlanmışlıklardan, ön kabullerden, önyargılardan, toptan kabul ve retlerden, azade olarak, hakka hak, batıla batıl demesini bilmeliyiz. Hakkı batıla karıştırarak kirletmemeliyiz. Batıla hak kılıfını geçirmemeliyiz. Zulme adalet, cihada bağiy, sefahate medeniyet, keyfî, küfrî ve cebriliğe cumhuriyet adını verenlerle birlikte aynı kulvarı paylaşmamalıyız...

Bu uzun girizgâhtan sonra, asıl konumuza girelim; yani Prizma–4 kitabının analizine devam edelim. Bu üçüncü yazımız, Fethullah Gülen Hoca’nın, adı geçen kitabında dini anlatma adına zihinlerde ihdas ettiği yanlış intibalar ve kafa karıştırıcılık örnekleriyle ilgili olacaktır. Biliyorum, yine birilerinin zülfüyârına dokunacaktır, varsın olsun. Önceki yazılarımda da belirttiğim gibi, oturduk yerde hakaret ve içi boş salvolar atacaklarına varsın mertçe cevabî yazılar yazsınlar, aksini ortaya koysunlar; ya da beni yakından tanıdıklarını söyledikleri halde, psikolojik savaş taktikleri uygulayan yorumcular gelip yüz yüze görüşsünler, en azından telefonlar açarak –dertleri nedir– bildirsinler!

İşte, Hoca’dan birinci kafa karıştırıcı örnek:

“Beşerin peygamberi beşerden, meleklerin resulü de meleklerden oluyor.”(s. 11) Evet, Hoca Hazeratı, bütün muteber tefsirlerden sarf-ı nazar ederek, nev-i şahsına münhasır bir tefsirle, meleklerden de Resul ihdas ediyor ve tipik bir kafa karıştırıcılığa imza atıyor. Google’den yaptığım tarama neticesinde, bu cümleyi sadece sahibinin sitesinde bulabildim. Başkaca, bu cümleye sahip çıkanı bulmadım. Resul niye gönderilir? Şehvet, gazap ve akıl kuvveleriyle (duygular) donatılmış insan ve cinler için... Peki, meleklerde bu kuvveler var mıdır? Ne gezer. Onlar, “Melekler, Allah'ın mükerrem kullarıdır”(Enbiya, 26), “Onlar, kendi¬lerine verilen emirlerde Allah'a asla isyan etmezler. Ne emrolunurlarsa ya¬parlar." (Tahrim, 6)

Evet, peygamberler, insan ve cinlere verilen bu duyguların yaratılışa uygun bir istikamet üzere yönlendirilmesi; her türlü aşırılıklardan korunması ve Allah’ın rızasına endeksli bir hayatın ikamesi için gönderilmişlerdir. Allah ile kulları arasında elçilik; hassaten de Allah’ın kullarından marziyatlarını bildirmek ve bu marziyatların tarz ve uygulamaları hususunda rehberlik için gönderilmişlerdir. Peki, melekler için bunlar bir ihtiyaç mıdır? Hayır, zira yukarıdaki ayetler meleklerin tümden masum ve her türlü beşerî zaaflardan ve aşırılıklardan münezzeh olarak yaratıldıklarını okuyoruz. O halde, hoca bu tefsiri nereden çıkartmıştır? Neden bu tür kafa karıştırıcı konulara giriyor, onu da size bırakıyorum.

Bu konuyla ilgili son bir not: Mutaassıp biriler, sırf Hoca’yı doğrulamak adına “Hac, 75”, “Fatır, 1”, “Hicr, 57-58” ve “Meryem, 19” gibi ayetlerinde geçen ve meleklerden resul olduğunu ifade eden cümleleri serrişte ederek karşıma dikilmesinler; zira ben o ayetlerin hepsini tahlil ettim ve hiçbiri Hoca’ya “evet” demiyor. Çünkü Hoca, resul kelimesini peygamber manasında kullanıyor. İsterseniz cümlesini bir daha tekrar edelim: “Beşerin peygamberi beşerden, meleklerin resulü de meleklerden oluyor.”(s. 11) Bir başka deyişle, “Beşerin peygamberi beşerden, meleklerin peygamberi de meleklerden oluyor” demektedir. Dikkat ederseniz, “meleklerden resul” de demiyor, “meleklerin resulü” diyor. Her ne ise... Geçelim ikinci bir kafa karıştırıcılık örneğine:

“Nebiler Serveri, onun (yani Selmân-ı Farisî) için, ‘Selmân, ehl-i beytimdendir’ iltifatında bulunmuştur. Hâlbuki Selmân’ın Acem veya Türk olduğuna dair rivayetler var.”(s. 87) ifadesidir. Bu ifadenin ne kadar kafa karıştırıcı olduğunu ve ne denli anlamsız bir tartışmaya zemin hazırladığını, bilmem anlatmaya gerek var mıdır? Bir sefer, mesnetsizce sarfedilmiş ve tamamen kafa karıştırıcı ve vesvese verici bu tespite evet dememiz mümkün olmadığı gibi, hangi sahih kaynağa, hangi meşhur tarih ya da hadis ve siyere istinat ettiğini sormak gibi bir hakkımız vardır. Evet, soruyoruz: “Hoca Efendi, bu Acemlik, Türklük isnadını hangi kaynaktan istihraç ettiniz?”

Malum, Selman-ı Farisî’nin kimliği, bu güne kadar hep ismindeki terkibe izafeten “Fars” olarak meşhur olmuştur. Türk ya da Acem olduğuna dair hiç bir sahih kaynaktan okumuş değiliz. “Acem” demekle, herhalde Hoca “Fars” olmayı kastetmemiştir. Zira bu, malumu ilam olur. Kendisinin aslen Ahlatlı, sonraları Hasankaleli olmalarına binaen, o yörede “Acem” denildiğinde Kars ve Iğdır yöresindeki Caferî Türklerin kastedildiğini herkes bilmektedir. Demek Hoca’nın dilindeki Acem de Türk demektir. Yani, ona göre Selman-ı Farisî Türk’tür. Burada, kimse kalkıp saptırmaya kalkışmasın; demesin ki “Hoca’nın maksadı, İranlı da olabilir?” Efendim, öyle olsaydı, zaten o bilinen kimliği olup isminde aşikârdır; israf-ı kelam ya da bilineni tekrara ne gerek vardır. Hayır, Hoca, doğrudan doğruya kafa karıştırmış olup böyle bir meşhur sahabeyi Türk göstermekle Türklerin ta evveliyatından beri peygamberle sırt sırta ve en büyük yardımcılarından olduğunu ispata kalkışmıştır.

Yanlış anlaşılmasın; ben de kastımı aşmış olmayayım, maksadım Türk halkını tezyif ve tenkis aslâ değildir, her millet başımın tacıdır, zira Allah’ın birer ayetidirler; sadece diyorum ki, Türklük adına Türk olmayan birini Türk göstermeye çalışılmasın! Her meşhurun üzerine atılmak, onu kendi milletlerinden göstermek, onlar adına sahte şecere ve soy ağaçları tanzim etmek, tipik bir milliyetçilik marazıdır. Bu maraza müptela olanlar, ellerinden gelse, bütün dünyanın kendilerinden türeme olduğunu söylemekten hicap etmezler. Tıpkı bir zamanlar ülkemizde Kürtlere karşı olan şovenist akımların hummalı çalışmaları ve sözüm ona bilimsellik adına piyasaya sürdükleri yalan-dolan mevkuteleri gibi...

Hoca’nın, tamamen muvazenesizce sarfettiği ve hiçbir dinî, insanî, vicdanî ve ahlâkî boyutu olmayan bir cümlesi de Belhli İbrahim Edhem’e dair serdettiği ifadelerdir. Önce ifadesini aktaralım:

“İbrahim Edhem Hazretleri Kâbe’de iken Rabbisine, “ya Rabbi! Senin aşkına tutuldum. Senden gayrı her şeyi terkedip huzuruna geldim. Seni bulduktan sonra, gözlerim başka şeyi görmez oldu...” şeklinde bir hitapta bulunmuştur. O, tam bu duygularla dopdolu olduğu bir sırada, hemen oracıkta, senelerdir görmediği oğlu beliriverdi. Yılların verdiği hasret ve baba şefkatiyle oğluna sarılınca, birden hafiften, “Ey İbrahim! Bir kalbde iki sevgi olmaz!” diye bir sesle irkildi ve tereddüt etmeden, “Allah’ım! Senin muhabbetine mani olanı al!” deyiverdi ve oğlu hemen oracıkta ayaklarının dibine yığılıp kaldı. Evet, işte gönlünü sadece Allah’a asmış, Hakkın tecellilerine doymuş ve gözünü ağyara kapatmış yüce bir kametin ruh haleti!” (s. 282–283)

Okudunuz; din adına uydurulmuş bir menkıbeyi –sırf insanları manen coşturmak adına¬– nakleden bir Hoca’yla karşı karşıyayız. Zahiren mutantan bir paragraf ve ilk etapta muhatapları ağlatı sızlatan, kendinden geçirtip bitap bırakan bir mizansen, değil mi? Evvela bu menkıbenin kaynağı nedir, belirtilmemiş. İkincisi bunu teyit eden hiçbir nas var mıdır? O da belirtilmemiş. Üçüncüsü, bu nasıl bir gönül adamı ki, “Allah’ım, senin muhabbetine mani olanı al!” diyerek, kendi ciğerparesine kıyabiliyor; üstelik yılların hasretiyle kavrulduğu halde... Hem bu nasıl babalık şefkati ki kendi kartlaşmış bedenini değil de terütaze evladının ölümünü –hem de tereddütsüzce– arzuluyor. Sonra kendisine “hafiften” seslenen nasıl rahmanî bir ses olabilir ki?!

Hâsılı, ne din, ne iman, ne ahlâk, ne irfan, ne izan ve de başka bir haslet-i memduha hususunda örneklik teşkil etmeyen bu hurafevari düşüncenin tahlil ve tenkidi ciddi bir sorun olarak karşımızda durmuyor mu? İşte, muhabbetten gözleri körelmiş, ferasetleri kilitlenmiş, irade ve muhakeme melekelerini kaybetmiş muhibbanların bu konuyu hiç bir krtiğe tabi tutmamaları kabul edilebilir mi? Bu ölçüsüzce menkıbeler dinî bir anlam ifade edebilir mi? Hani ya, mevzu hadis ve israiliyata karşı hassastınız? Hani ya, Üstad’ın “Gözümde ne cennet sevdası var, ne de cehennem korkusu” sözünü havsalanıza sıkıştıramadığınızdan tenkide tabi tutmuştunuz?! Bu mudur sağlık düşünce? Bu mudur müvazene?

Kısacası, Hoca’nın naklettiği bu menkıbe asla kabul edilemez... Çünkü Kur’an’a, Sünnete ve Allah’ın bahşettiği hiss-i şefkate aykırı tamamen aykırı bir uydurmadır. Şahsî fazileti uğruna ciğerparesinin telef olmasına –ki hiç bir günahı yok– sebebiyet veren bir hodgâm asla İbrahim Edhem olamaz. (Hz. Yakup ile Yusuf’un hayat hikâyelerini bilen sıradan birisi bile, bu menkıbeye evet diyemez.)

Fethullah Gülen’in yine ciddi olarak tartışılması gereken bir başka kafa karıştırıcılık örneği de şudur:

“Dinde vaz’edilen prensipler, genel olarak temel mes’elelerdir. Fürûata dair meselelerde ise, büyük ölçüde bir esneklik vardır. Meselâ; fürûata ait bir mesele, hiç bir zaman Allah’ı inkârla kıyaslanmamalı. Evet, çeşitli sebeplerle başlarını kapatmayıp ve dinin bazı emirlerini yerine getiremeyen insanlar, yılda bir-iki defa da olsa camiye gidiyorlarsa, onların başlarını, gözlerini yarma yerine, zihinlerine bir şeyler koyma yolları araştırılmalıdır.”(264–265)

Evet, yanlış okumadınız; bu kitabında da, öteden beri “teferruat” ve “füruat” menzilesine sukut ettirdiği İslâmî tesettüre dair müctehidane(!) bir tavır takınmıştır. Bu hususta o kadar çok şey söylendi ve yazıldı ki, benim bir şeyler ilâve etmem belki de israf-ı kelâm olur. Ancak, “es-sebebu ke’l-fail”, yani “Sebebiyet veren işlemiş gibidir” İslâmî kaidesince, sırf bu fetvadan hareketle başlarını açıp açıkça günahlara giren bayanların toplam günah hasılâtının bir mislinin Hoca Efendi’nin defter-i ameline kaydolması, o denli bir manevi mahkûmiyet ve mahcubiyeti intaç ediyor ki, bizim bütün tenkitlerimiz onun yanında sıfır kalır. İslâmî bir şeairi füruat ve teferruat derekesine indirmenin nasıl bir proje olduğunu yazılan yığınlarca cevabî yazılara havale ederek, şimdilik bu konuyu kapatıyorum.

Prizma–4 kitabından aktaracağım son kafakarıştırıcı bir tespit de Fethullah Gülen’in Kur’an’a yakıştırdığı “sihir”, “büyü” ve “efsûn” gibi ifadeleridir. Bu hususta, sözkonusu kitaptan seçtiğim bazı sayfa numaralarını ve kullandığı bu tür ifadelerini veriyorum:

“Kur’an-ı Kerim’de, tarihî vak’alar, karakteristik olarak öyle büyülü anlatır ki, insan kendini çağlar ötesi âlemlerde dolaşıyor gibi hisseder.”(s. 151)

“(Kur’an’ın) öyle füsunlu bir buudu vardır ki, ne zaman o kendi diliyle ifade edilse, insan büyülenir.” (s.153)

“Onunla (Kur’an’la) iştigal edenler, ilmî ve fikrî ufuklarının derinliği ölçüsünde büyülenir.” (s. 157)

“Bizim düşüncelerimiz belki eskiyebilir ama o (Kur’an) herkesi büyüleyen sihriyle hep tazedir.” (s. 158)

“Bizim gibi avamdan insanlar bile her an onun (Kur’an’ın) bir büyü ve tesiriyle ürpermektedirler.” (s. 158)

“Cinler bile onu (Kur’an’ı) çok acayip bulmuşlar. (Cin suresi, 1) ve ona büyülenmişler.”(s. 161)

“Kur’an’ın büyüsü...”(s. 161)

Evet, Hoca’nın, Kur’an-ı Mu’cizu’l-Beyan için yakıştırdığı ifadeler aynen böyledir. Tamamen maksadını aşan yersiz ve yakışıksız ifadeler... Hiç bir İslâm âliminin cesaret edemediği nitelemeler... Kur’an’daki mu’cizevî tesiri, “sihir”, “büyü” ve “efsûnla” tavsif eden bir anlayışın ilimle ve âlimlikle bağdaşır bir yanı olabilir mi? Bir sefer bu üç kelimenin de olumlu bir yanı var mıdır? İslâm’da haram kılınmış, lanetlenmiş bazı fillilerin isim ve unvanı olan bu kelimeleri nasıl Kur’an’a yakıştırabilirsin? Mesela meşru “cima” fiiline “zina” denilebilir mi? İslâm’da meşru şeyler nameşru isim ve unvanlarla zikredilebilir mi? Tersinden gidersek, nameşru şeyler için meşru unvan ve isimler kullanılabilir m? Onlara, hakketmediği meşru ve masumane sıfatlar takılabilir mi? Bu nasıl bir zihniyet?

Mazi, hâl ve müstakbelin kitabı; ezel-ebed sultanı Cenab-ı Hakkın tüm zaman, mekân ve insanlara hitabı olan Kur’an-ı Mu’cizu’l-Beyan’ın icâzlı ve i’cazkâr ifadelerini sihir, büyü ve efsûn olarak tavsif eden bir anlayış masum olamaz. Malum, cinler bile Kur’an’ı dinlediklerinde, sadece “'Biz harikulâde bir Kur'ân dinledik” (Cinn, 1) demişlerdi. Müşrikler ise, “Bu düpedüz bir büyüdür.” (En’am, 7) demişlerdi. Ya Hoca Efendi ne diyor? O çıkarsamayı da siz yapın!

“Allah’ın selamı hidayete tabi olanların üzerine olsun!” (Tâhâ, 47)

  • Yorumlar 43
  • Facebook Yorumları
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    • ahmet erdem12 Mart 2014 Çarşamba 16:21gerçekler

      bir buçuk yıldır Abdullah hocamızın tahrifatlarla ilgili yazılarını büyük memnuniyet ve minnetle okuyoruz. düşene vurulmaz diyenlere duyurulur. konunun bugün veya düşme ile ilgisi yoktur, Abdullah hocamız Allah rızası için doğru bildiğini söylemek üzere kendini Hakka ve halka karşı borçlu hissetmektedir. Abdullah hocamız hak bildiğini yazmazsa daha büyük günaha girer.

      Yanıtla (0) (0)
    • ahmet erdem12 Mart 2014 Çarşamba 16:36alim

      ''Feyza me weki nîle, em dicle u firat'ın'' tu her hebi mamoste Abdullah. evana bi ilme bedîuzzaman ji bo xwe ré u sîstemek ava kirin. zora me diçe, pîyé xwe didin li ser seré me u me tehrîf dikin, înkar dikin, her roj her seet me cardî cardî dikujin. tu evana neberde,nesekine, millete me hewcehî bi én wek te heye, em ji bo bedîuzzaman u mezinén xwe qerdarin.

      Yanıtla (0) (0)
    • Mıstefa Sewî13 Mart 2014 Perşembe 09:36İhtiyat

      Muhterem hocam inanın yazılarınızı okudukça bu gözü dönmüşler başınıza bir şey getirmesinden korkuyorum Allah (c.c.) sizi korusun inş...

      Yanıtla (0) (0)
    • baki13 Mart 2014 Perşembe 11:08Abdullah Can'a cevap...

      1-“Bir şahsı doğru ve yeterince tanımak için, ya onunla uzun yıllara dayalı bir beraberliğimiz, bir alışverişimiz olmalı, ya da onun aynası olan kitap ve eserlerine bakmalı; onlar üzerinden bir tetkikata girmeliyiz” demişşiniz.Yanlış.Zira en basit örneği Yahya Kemal din minvalinde birçok şey yazmış ama din üzerine yaşamamıştır.Hz.Ömer’e göre bir kişiyi tanımak için üç şeyden birini yapmak gerekiyor, ya onunla ticaret yapacaksın, ya yolculuk yapacaksın ya da komşuluk yapacaksın. Demek ki Hz.Ömer'e göre Prizmadan cımbız yapmak suretiyle bize Hoca'yı tanıtamaz mışsınız...

      Yanıtla (0) (0)
    • baki13 Mart 2014 Perşembe 11:11Abdullah Can'a cevap...

      2-"Duyumlar üzerinden inşa ettiğimiz sevgi ve yergilerin, övgü ve sövgülerin bir kıymet-i harbiyesi olmaz; zan ve önyargılardan hali olmaz. İnsaf ve hakkaniyet; doğru ve sağlıklı tanımayı öngörür, taklitçilik ve kitle psikolojisinden azade olmayı tavsiye eder.
      Sevgi ve nefret duygularının kontrolsüz bir şekilde kabardığı günümüzde, kişiler ve kurumlar hakkında sağlıklı bir değerlendirme yapmak hayli zordur. Meşruiyet sınırlarının korunması, maddi-manevi hukukların ihlâl edilmemesi, şahsiyetlerin rencide edilmemesi adına, hakkaniyeti esas hakkaniyeti esas almalı demişsiniz...

      Yanıtla (0) (0)
    • baki13 Mart 2014 Perşembe 11:15Abdullah Can'a cevap...

      2-"Suizandan, aşırılıklardan ve her türlü bağnazlıklardan uzak durmalıyız. Demişsiniz ama yazının devamında bu ilkelerin hiçbirine uymayarak kendi deyiminiz ile boş-beleş demogojinin kralını yapmışsın.

      Yanıtla (0) (0)
    • baki13 Mart 2014 Perşembe 11:17Abdullah Can'a cevap...

      Şöyle ki 1-“Risaleleri adeta ezberlercesine bilen birisi, sırf kendi sözlerini teyit adına bir başkasına ait sözleri böylesine hovardaca tahrif edebilir mi? Ya da kendi yanında ihdas ettiği bir sözü, sırf doğru göstermek adına, bir meşhur insana mal edebilir mi? Bana göre, bu satırlarda, F. Gülen bu yola tevessül etmiştir." demişsiniz ama burda Hocaya esas niyetin nedir diye sormadığın halde bana göre diyerek ortaya bir nas koyup boş-beleş konuşmuşsun. “sırf doğru göstermek adına” diyerek Hocayı itham etmiyormusun, Hocaya işin aslını sordun mu? Bu mu araştırmacılık...

      Yanıtla (0) (0)
    • baki13 Mart 2014 Perşembe 11:19Abdullah Can'a cevap...

      2-Sana göre Hoca, Üstadı Hafız olarak göstermek istemiyormuş, Risalede açıkça Hafız olduğu yazmadığı halde(Allahualem belki de Hafızdır) bir kısım tevillerle zorla Üstadı Hafız yapmaya çalışman Akgündüz’ün Seyyidlik mugalatasına denk değil mi? açıp sordun mu Hocaya, Hoca niyetin bu mu diye.Niyetini bilmediğin adama ham bir iddia diyorsun da senin ki pişmiş bir nass mı? Madem senin iddia ettiğin kadar Üstadın Hafızlığı güneş gibi aşikar ise o zaman neden bugüne kadar hiçbir talebesi bunu söylemedi. Yoksa sen de direk rüyalarla mı iletişim kuruyorsun Üstad ile?

      Yanıtla (1) (0)
    • baki13 Mart 2014 Perşembe 11:20Abdullah Can'a cevap...

      3-Hoca“Kuranı tamamen unutmuştum” demiş de zatı alileriniz de “Gariptir, tamamen unutmak demek, Fatiha ve zamm-ı surelerini de kapsadığına göre, acaba namazında neler okuyordu?” gibi zeka fışkıran bir soru yöneltmektedir. Acaba zatı alilerinizin mübalağa sanatından mı haberi yoktur yoksa “aha Hoca’nın bir yanlışı daha buldum diye suyun kaldırma kuvvetini buldum çığlığı mıdır?”

      Yanıtla (1) (0)
    • baki13 Mart 2014 Perşembe 11:22Abdullah Can'a cevap...

      4-“Bediüzzaman gibi zatlara karşı bu tarz bir mukayese ve muvazene, sadece hodfüruşane temayülleri ifade eder. İyisi mi; elimize, dilimize, belimize hâkim olalım!...” Hocayı hodfüruşane temayüller ile itham ediyorsunuz.Ya işin özü öyle değilse? O zaman ben de size elimize, dilimize, belimize hâkim olalım! Diyorum. Hani hak-hukuk,meşruiyet,suizan,aşırılık,bağnazlık…Kalbini açıp baktın mı?

      Yanıtla (1) (0)
    • baki13 Mart 2014 Perşembe 12:48Abdullah Can'a cevap...

      8-"Bu hadisi kafasına sıkıştıramayanlar inkâr edebilirler; ancak Hoca’nın yukarıdaki izahlarından anlaşılıyor ki kendisi diliyle inkâr, ama kalbiyle ve kafasıyla tasdik ediyor. Zira izahları tamamen hadis olması noktasında…” sözünle Hocanın dilinden kafasından ve kalbinden girerek tasdikine kesin hüküm veriyorsun.

      Yanıtla (0) (0)
    • Usi13 Mart 2014 Perşembe 19:07Mü'mincilik!!!

      İnsanlara daha doğrusu Müslümanlara sorum şu: Neye iman ettiğinizi sormuyorum; NE İLE iman ettiniz?????.......

      Yanıtla (0) (0)
    • baki13 Mart 2014 Perşembe 12:50Abdullah Can'a cevap...

      9-"Nurlardaki bu hadisi serişte etmek ve” hadis diye meşhur olmuş bir söz” diye tavsif etmek, niyet-i halise ile telif ve tefsir edilemez. " demişsin. Ya senden başkası çıkıp niyet-i halise ile telif ve tefsir ederse ne yapacaksın. Onu da tekfir mi edeceksin...

      Yanıtla (1) (0)
    • baki13 Mart 2014 Perşembe 12:53Abdullah Can'a cevap...

      10-Fethullah Hoca, Sözler’in arkasındaki Konferans’ta geçen ve Hz. Ebubekir’e isnad edilen bir sözü nazara vererek, üstü kapalı bir şekilde Risale-i Nur’a itiraz ve tenkit okunu atıyor. En azından ben öyle anlıyorum" sözünle hem itiraz ve tenkit okunu atıyor diye kesin cümle kuruyorsun. Peşinden de kendini yalanlıyorsun ve En azından ben öyle anlıyorum diyorsun. Hele şükür burda sizden başkasına farklı anlama ruhsatı veriyorsunuz en azından..

      Yanıtla (0) (0)
    • baki13 Mart 2014 Perşembe 12:57Abdullah Can'a cevap...

      10-"Dikkat edilirse, bu ifadelerinin zımnında da yine bir benlik ve kendini beğenmişlik hisleri ön plana çıkıyor." sözünle yine niyet okuyuculuk yapıyorsun, suizan ediyorsun. Ya senin anladığın gibi değilse?

      Yanıtla (1) (0)
    • baki13 Mart 2014 Perşembe 17:40Abdullah Can'a cevap...

      bazıları “düşeni tekmelemekle” bazıları“zamanlamayı anlamlı bulmakla” bazıları “hükümet taraftarı olmakla”, bazıları “fitnecilikle”, bazıları da “ateşe odun taşımakla” beni suçlamaktadırlar.cümleniz ise çok gülünç.çünkü bazıları dediğiniz sadece benim. Benim yazdığım bu cümlelere alınganlık göstererek sanki birden fazla kişi sistematik olarak size saldırıyormuş havası vermeye çalışmanıza da bir anlam veremedim. Topu top benim yaww.

      Yanıtla (1) (0)
    • baki13 Mart 2014 Perşembe 13:01Abdullah Can'a cevap...

      11-"Hoca, bu sözün Üstad tarafından sarfedilmediğini pekâlâ biliyor; hem de benden daha çok… Buna rağmen, imalı bir şekilde sözün sağlam temellere istinat etmediğini vurgulaması ve bunun üzerinden Risale-i Nur’un tenkidine açık kapı bırakması, hakkaniyetle ve Risale-i Nur’dan istifadesine, vefalılık vasfına muvafık düşmemektedir." sözünle Hocanın pekala senin ilim seviyene çıkabildiğini Üstadın o sözü sarfetmediğini bildiğini kasıtlı olarak tenkit kapısı açtığını söylüyorsun. Ya Hoca, yaşlılığından, hastalığından dolayı o an hatırlayamamışsa ve tenkit kastı yoksa...

      Yanıtla (0) (0)
    • baki13 Mart 2014 Perşembe 13:05Abdullah Can'a cevap...

      12-Evet, her şey bizim bildiğimize münhasır değildir; bütün İslâmî kaynakları da okumuş değiliz. Dolayısıyla bilmediğimiz ya da aklımızın ermediği bir ifadeyi kestirip atamayız. Bütün malını İslâm için feda eden, İslam’ın izzet ve i’lası için canını ortaya koyan, hilafeti döneminde Peygamber (asv)ın çizgisinden zerre kadar şaşmayan, onun mağara ve hicret arkadaşı Hz.Ebubekir’i fiilen yaşayamayan birinin onu anlaması, sarfettiği sözün derinliğine nüfuz etmesi mümkün olamaz."sözünle cehaletini itiraf etmene rağmen demogoji yapıp kendini Hz.Ebubekir’i anlayan Hocayı da anlamayan olarak gösteriyorsun.

      Yanıtla (1) (0)
    • baki13 Mart 2014 Perşembe 13:07Abdullah Can'a cevap1...

      Demek,“At çamuru, tutmasa da iz bırakır” kabilinden kafa karıştırıcı yaklaşımlarla, indî yorumlarla karalama ve itibarsızlaştırma çabası içine girenler, hasbî ve rıza-yı İlâhiye muvafık hareket edemezler. Dünyalık adına en ufak bir sıkıntısı olmayanlar, yaşadığı mekân itibariyle yalancı cennetleri yaşayanlar, fiilî ve malî cihadı yaşamayanlar, asr-ı saadetin o kutlu ve kuşatıcı atmosferini teneffüs etmeyenler, bütün mal varlığını İslâm’ın uğruna sunamayanlar, “Bana ve aile fertlerime Allah ve Resulünün muhabbeti kâfidir” diyemeyenler, Ebubekr’in seviyesini de ne dediğini de anlayamazlar. Devam

      Yanıtla (0) (0)
    • baki13 Mart 2014 Perşembe 13:11Abdullah Can'a cevap2...

      Herkesin bakış açısını yaşadığı dünyası belirler…" sözünle bence kendini tarif etmişsin. Ben bu konuda Hocanın ve Camianın senden daha samimi ve hasbi olduklarına, mal ve canlarıyla cihad ettiklerine öbür tarafta şahid olmaya hazırım...Çünkü ayinesi iştir kişinin. Lafla peynir gemisi yürümez. Onların eserleri ortada, zatıalilerinizin de lafları... Ben şahsen Başbakanımızın dediği gibi esere bakarım, icraata bakarım, lafınıza değil...

      Yanıtla (0) (0)
    • baki13 Mart 2014 Perşembe 13:15Abdullah Can'a cevap...

      Yok efendim Hoca önce Üstadı okşuyormuş, sonra yumuşatıp istediğin kıvama getirip sonradan asıl şoku yaşattırıyormuş. Üstadı suçluyormuş. Buna kargalar güler,Bu nasıl olur, Allah aşkına! Hem üslubunuz okşama falan hem de mantığınız çok saçma. Bir insanı suçlamak için neden önce okşarmışsın ki direk darbeyi vurursun.Bu tevillerinize çocuklar bile inanmaz...

      Yanıtla (0) (0)
    • baki13 Mart 2014 Perşembe 13:21Abdullah Can'a cevap...

      "Bırakın bir benzerini telif etmeyi, anlamasına dahi muktedir olabildiniz mi? “Tuba limen arefe haddehu, velen yetecavez tevrehu”, yani, “Ne mutlu o adama ki haddini bilir haddinden tecavüz etmez.” sözünüz doğru bence. Ben de acizane size söylüyorum.İslamın şartı 5, altıncısı haddini bilmektir. Hüsnü zan memur güzel görür. Efendimizin köpek leşinin beyaz dişlerini nazara verdiği gibi, Üstadımızın talebelerinin kavurmalarını yiyen köpeğin bile gıybetini yaptırmadığı gibi. Ehli tariki eleştiren talebesine kızdığı gibi. Not: Vallahi billahi, tallahi ben cemaatçi değilim,y azara asla bir artniyetim yokt

      Yanıtla (1) (0)
    • Selman13 Mart 2014 Perşembe 13:29Said Nursi hafızdır

      Said nursi hafızdır:
      İddiamızı teyit eden en önemli delilimiz ise, Üstad’ın öz kardeşi Abdülmecid Nursî’nin ağabeyi hakkında söylediği şu sözdür: “Kur’an-ı Kerim’i on beş gün zarfında hıfzetti” (Hatıra Defteri, s. 11) Malum, Abdülmecid Nursî, aynı zamanda Üstad’ın 15 senelik öğrencisi ve Arapça İşaratü’l-İ’caz ile Mesneviyu’n-Nuriye’nin mütercimidir. (Yazarın birinci yazısından)

      Yanıtla (0) (0)
    • semsuri13 Mart 2014 Perşembe 16:55edep illa edep

      "baki" efendi amacın ve derdin nedir, üzüm yemek mi bağcıyı dövmek mi ?? karşı çıktığın eleştirdiğin, tüm argümanların daha fazlasını sen kendin yorumlarında yapmışsın, ve çok haddi aşan cümle ve ifadelerde bulunmuşsun, eleştiri ve yergininde dozajı vardır, heleki kitlelere mal olmuş sayın yazar gibi birilerini eleştirirken yoğurdu üfliyerek yiyeceksin, ve eleştirirken nezaket ve edep kurallarına riayet edeceksin. bu ne pervasızlık ve bu haddini bilmemek, senin amacın nedir nefsini egonu tatmin babından ben diklendim mi demek yoksa hak ve hakikatın peşinde olmak mı, eleştirirken nezaketli ol

      Yanıtla (0) (0)
    • semsuri13 Mart 2014 Perşembe 17:07din uyuşturucu yapılmıştır.

      "baki" efendi eger azıcık muhakeme ve aklını kullanıp güncel durumla ilgili bir panaroma yapabilirsen, görürsün ki yüz senedir fetret devrine sokulmuş islam aleminin birilerinin göz yaşı ile kitlelerin saf temiz duygularını sömürerek, dini duygularını bir yere kanalize ederken, müstevlilerin siyasi emellerini türk/islam bulamaçlı siyasi emelleri ile tevhid eden birilerinin müstevlilerin sırt sıvazlamalı bal gibi siyasi proje olduğu, tüm islam alemini dizayn etmeye matuf bir siyasi proje olduğu, din diyanet bil umum ne kadar saf ve güzel duygu varsa buna sos yapıldığı ap aşikar ortaya çıkmışt

      Yanıtla (0) (0)
    • baki13 Mart 2014 Perşembe 17:30Abdullah Can'a cevap...

      Benim ile beraber topu topu 4 kişi sizi eleştirmiş.Ve eleştirilerin hiçbirinde de hakaretamiz bir cümle yoktur. Sizin Hoca için kullandığınız dilin yanında benim üslubum zemzem ile yıkanmıştır. Yorumuma "kıymetli yazarımız"la başlamamla "kıymetli" kelimesi ile saygınlığınızı "yazarımız" ile sizi sahiplendiğimi, dünya görüşümüzün bir olduğunu belirtmek istedim. Ama siz "O halde,nedendir bu hakaret ve tarizler? Nedendir bu diş bileme ve gayzlar"ile beni şaşırttınız, ortalığı velveleye vermişsiniz. Halbuki ben cemaatçi olmayan sıradan bir vatandaşım ve sadece sizi eleştirdim, sizin Hocayı eleştirdiğin

      Yanıtla (1) (0)
    • serdar altun14 Mart 2014 Cuma 00:53el cevap

      abdullah arkadaşın yapacağı en güzel şey yine üstaadın yolunu izleyerek el cevab-ul ahmak es-sukut kaydesince "baki " ye karşı bu dusturu takip etmesidir vesselam

      Yanıtla (0) (0)
    • Selman14 Mart 2014 Cuma 09:35takiyeperestlik

      Baki buyurdular: "Vallahi, billahi, tallahi ben cemaatçi değilim. Yazara asla bir artniyetim yoktur." Ya öyle mi? Bu da sizin o meşhur takiyeniz olmasın mı? Öyle ya, sizde cemaat değil camia vardır! O halde nedir bu Hoca fetişizmi? "Ben Hocanın ve Camianın senden (Yazar için söylüyor) daha samimi ve hasbî olduklarına, mal ve canlarıyla cihad ettiklerine öbür tarafta (herhalde ahirette demek istiyorlar) ŞAHİD olmaya hazırım." diyen birisi cemaatçi değilmiş, asıl buna kargalar güler.

      Yanıtla (0) (0)
    • ömer14 Mart 2014 Cuma 17:10Baki ye

      Baki denen şahıs kendisini çok hırpalıyor. Yaranız varsa onu bilemem ama çok saldırgansınız yazık

      Yanıtla (0) (0)
    • a.can15 Mart 2014 Cumartesi 09:20mecburi bir açıklama

      Baki mahlaslı kardeşim, yorumunda, yazımdan iktibasla "bazıları “düşeni tekmelemekle” bazıları“zamanlamayı anlamlı bulmakla” bazıları “hükümet taraftarı olmakla”, bazıları “fitnecilikle”, bazıları da “ateşe odun taşımakla” beni suçlamaktadırlar. cümleniz ise çok gülünç. çünkü bazıları dediğiniz sadece benim" demektedir. Halbuki ben, gelen telefon ve maillerden de bahsetmişim. Bu kardeşimiz beni tanıdığını hatta saygılı olduğunu söylediği halde ne bir telefon etmiş, ne bir mail göndermiş. Hakikat böyleyken, nasıl olur da yegane muhatap benim diyor? Baki selamlar...

      Yanıtla (1) (0)
    • zehramerdın16 Mart 2014 Pazar 14:12dogru dogrudur

      Her zaman sunu dusunmusumdur;bırılerıyle boy olcebılmek ıcın o boyda olmak gerek.Yanı yazara elestırı getırenlerın yazar gıbı ayet hadıs ve sayfa numarası belırtmesı gerekır vesselam...

      Yanıtla (0) (0)
    • OMERi20 Mart 2014 Perşembe 15:16ağadan çok kahya yırtınıyor ise vardır bir sebebi

      baki iradesini teslim edenlerden misin yoksa Malum güruhun siyasi ve dünya anlayışının temel ilkesi olan " Din,Siyaset,Ekonomi vs konularda bilgi sahibi olmasan dahi zihin bulandırıcı ve şüphe yarat ki rakip gördüğün sınıflar içinde huzursuzluğa sebep ol" Anlaşılıyor ki yaran var

      Yanıtla (0) (0)
    • mamoste-i helewani20 Mart 2014 Perşembe 23:15bakiye bersiz

      baki bey Maşallah hocanıza ismet sıfatını giydirerek ki duyduğuma göre mehdide ilan etmişsiniz,bu hocaefendinizin tek bir cümle,hal harekatını dahi nakıs görmeden sonuna kadar savunuyor onun hatalarınıda yanlışlarınıda ortaya koyan sayın yazarada bayağı yükleniyorsunuz sonrada edeb dairesinden çıkmadığınızı dile getiriyorsunuz.birincisi eğer abdullah beyi tanıyorsanız onun tüm hayatını hizmeti imaniye ye ayırdığını dünyalık olarak bir evi ve arabası dahi bulunmadığını tek zenginliğinin evindeki kütüphanesi ve ilmi olduğunu biliyor olmalısınız,o hiç kimsenin hatırı için hakikati gizlemez...

      Yanıtla (0) (0)
    • mamoste-i helewani20 Mart 2014 Perşembe 23:22baki ye cevap

      Baki bey eğer üstadı ve risalei nur hizmet metodunu biliyorsanız,hocaefendiniz ile Risale nur hizmetinin metodunun ve anlayışının pek uyuşmadığını da bilmeniz gerekir,Üstadın mantığında asla minnet çekme yoktur ve kimseye minnet etmez hizmetin hatırı için dahi olsa yanlışa doğru demez yani takiye yapmaz,amaca giden her yol mubahtır deyip makyavelist düşünmez,birde hocaya bakınız Cenaatinin menfati veya kendi menfaati için yeri geldiğinde sistemle,gayri islami kişi,kurum ve devletlerle görüşüp veya ittifak eder,hatta gerkirse onlara methiyeler düzer(çevik bir) ve şefaat bile eder(bülent ecevit

      Yanıtla (0) (0)
    • mamoste-i helewani20 Mart 2014 Perşembe 23:31baki ye cevap

      üstadın keyfi,küfri, ve cebri dediği ve hiçbir zaman teslim olmadığı ve sonuna kadar mücadele ettiği rejimi çok defa sahiplenmiş ve övmüştür,üstadın decal süfyan dediği kişiye övgülerini istersen bir you tube dan dinle,üstadla neden görüşmediğine istersen küçük dünyam 1. baskıdan bir oku,yine türkçe ile ilgili görüşlerini de bir dinle,Türkçe konuşmanın vacip olduğu güzel konuşmanın milli bir farz olduğu,övünerek bahs etiğiniz türkçe olimpiyatlarının neresi islam hizmeti söylermisniz, birde utanmadan hoca hz peygamberi genç kızları seyr etmesi için türkçe olimpiyatlarına getirdi.

      Yanıtla (0) (0)
    • mamoste-i helewani20 Mart 2014 Perşembe 23:43bakiye cevap

      baki bey biz artık din adıyla bize milliyetçiliğin yuturulmasından bıktık,inanın artık yemiyoruz çünkü yıllardır türkçülüğe islam kılıfını giydirip bize pazarladılar ve birçok zeki gencimizi kandırıp,bir kısmınıda islam düşmanı etirip dağa çıkmasına sebep oldular,bugün kemalizm isim ver kılıf değiştirmiştir bu şekilde topluma kabul etirilmek isteniyor, malaasef devşirme sistemi bugün bu malum cemaat tarafından çok güçlü bir şekilde Bizim gençlerimiz üzerinde uygulanıyor,ve alınıp kendilerine hizmetkar ediliyor ve asimile ediliyor,biz onları Allaha havale ediyoruz, hakkımızıda helal etmiyoruz.

      Yanıtla (0) (0)
    • baki23 Mart 2014 Pazar 10:17mamoste zor spas...

      Gerçekten eleştiri yaptığın ve başkaları gibi hakaret etmediğin için teşekkür ederim. Ben sadece Nurları okuyan ve irşad adına yola çıkan herkese(cemaat,tarikat,parti) duacıyım. (Hocanın cemaati de dahil) İlkehaberi de Kürd olduğum için takip ederdim. Kürd hassasiyetimden dolayı bir kardeşimi de zehracılara yönlendirmiştim. Ancak ilkehaber ve bazı takipçilerinin seviyesizliğini gördüm ve kardeşimi ...... dan alarak Hocanın evlerine yönlendirdim. Kürtler başkalarını tenkit ederek muvaffak olamazlar. Abdullah Can'ın Hocaya hakaretlerinin yanında benim tenkitlerim zemzem ile yıkanmıştır. Selametle..

      Editörün Notu: Keşke suçlamada bulunduğunuz ilkehaber'in 'seviye'sizliğini buraya yazsaysınız. Öyle ya bilmek hakkımız... Yoksa 20(yirmi) ye yakın eleştiri yorumunuzu yayınlamamız da bunların arasında mı?...

      Yanıtla (0) (0)
    • baki23 Mart 2014 Pazar 16:08Editöre de teşekkürler...

      Mesela"Gülen'den Kuran ayetine büyük saygısızlık!"haberinizin hala yayında durması bence seviyesizlik.Bunun habercilik ile ne alakası var.bir resimden yola çıkarak Hoca'nın Kuran ayetine büyük saygısızlık yaptığını söylemenizin neresi ilkelihabercilik.Hocaya ulaşıp ayağını ayete doğrumu yatıyorsun diye sordunuz mu?Ne diyor Efendimiz"kişiye duyduğunu söylemesi yalan olarak yeter."Şeriat ne diyor"Bir şeyi iddia ediyorsan 4 şahit ile ispat etmek zorundasın.Yoksa yalancı olursun,bir daha da şahitliğin kabul olmaz"Bir diğer mesele kıymetli Abdullah Can ve bazı kişilere cevap yazdım,yayınlam.

      Editörün Notu: 1- Gülen'den Kuran ayetine büyük saygısızlık! haberimizin aynen arkasındayız. 2- Bu resmi zaman gazetesi yayınladı. Sanırım bu resmin doğruluğuna yeterli bir kanıttır. 3- Maalesef bizim hocaya ulaşama imkanımız yok.. Neden mi? çünkü paramız yok! (Hoş paramız olsa zaten hoca bizi bulur!) 4- Yayınlanmayan yorumlarınız hakaret içerikli, yoksa 20 tane yorumunuzu yayınlayan site neden onları yayınlamasın. 5- Allahın'ın peygamberini kamyonuna bindiren ve olimpiyatlarda tribüne çıkaran bir yapıya biz eleştirel bakmaya devam edeceğiz...

      Yanıtla (0) (0)
    • baki23 Mart 2014 Pazar 16:44Allah hepimizi ıslah etsin...

      1-Abdullah Can'a en son yazdığım yorumda kesinlikle hakaret yoktu.2-Bana hakaret dizen tarafgirlerinizin yorumlarını aynen yayınlamaya devam ediyorsunuz.3-Üç-dört tane yorumum Semsuri'nin Abdullah Can'a yaptığı saygısızlıktan ötürü Abdullah Can'ın zamanında Semsuri'ye cevabi yazılarını alıntı idi.4-Allah hepimizi ıslah etsin.5-Siz sağ ben selamet...

      Yanıtla (0) (0)
    • semsrui24 Mart 2014 Pazartesi 08:36baki fena ve fani yazma!!

      bak baki efendi, sana demiştim ki had ve sınırını bileceksin bende öyle, eleştiri ve kritik herkesin hakkı, ama hakaret ve rencide etmek, başkalarının tartışmasından kendine çıkar sağlamak; dini kulllanarak dünyevi iktidar peşinde olan paralel yapıların usuludur takkiyeci taifesinin usuludur, mert ve dürüst ol, sen eleştirebilirsin ilmi itiraz edebilirsin, eleştirilerin temeli sayın yazarla aşık atmak ve onun yazdıklarına karşı kendini ispat ve egonu tatmin havası seziliyor. hem sayın yazarın ilk yazılarına yorumlarım, asla sayın yazarın şahsına karşı değildi, bazı yorumcularla tartışmamdı.

      Yanıtla (0) (0)
    • semsuri24 Mart 2014 Pazartesi 08:43kendini haklı çıkarmaya çalışıyorsun

      takip ediyorsan önceki eleştirilerimin genelde temeli, din ve saf insanların sırtından dünyevi ikbal peşinde olan, yada meczup, yada uyanık, cin fikirli yada yetersiz kişisel yada genel paralel yapı kurmuş, köhne, birer insan öğütme makinası olan sözüm ona cemaat ve kilik ismi herneyse onlaradır, eleştirilerim genelde bu minval üzerinedir, ve hakaret ve şiddet içermeyen her görüş ve eleştiri benim gözümde kutsal ve değerlidir, bu sen içinde geçerlidir, çünkü her görüş 7 milyar insandan biridir yani 7 milyar ayrı ayrı katkı sağlanabilir, tabi bir işin esas aslına aykırı değilse.

      Yanıtla (0) (0)
    • semsuri24 Mart 2014 Pazartesi 09:04böyle olmaz

      “boş-beleş demogojinin kralını yapmışsın”
      “ortaya bir nas koyup boş-beleş konuşmuşsun”
      “gibi zeka fışkıran bir soru yöneltmektedir”
      “suyun kaldırma kuvvetini buldum çığlığı mıdır”
      “Onu da tekfir mi edeceksin..”.
      “sözünle cehaletini itiraf etmene rağmen demogoji yapıp”
      “sözünle bence kendini tarif etmişsin”
      “Buna kargalar güler,”
      “hem de mantığınız çok saçma.”
      “altıncısı haddini bilmektir”
      bak baki efendi yorumlarında bu yukardaki hakaret edici ve rencide edici ifadeler olmasaydı kızmazdım ve eleştirilerine saygı duyardım hem ben eleştiri ve kritik yapma taraftarıyım.

      Yanıtla (0) (0)
    • semsuri24 Mart 2014 Pazartesi 09:58usul bilmezsen esasa girme

      bundan önceki yazıdaki, ilk yorumlarını genel eleştiri ve ilmi itiraz babından gördüğümden, sana destek seni eleştirenlere karşı çıktım, ama başka bir yorumcu ile yazının kritiği ve genel eleştiri dışına çıkıp iş kişiselleşip hakaret boyutuna ulaşınca sana ve diğer yorumcu arkadaşa karşı çıktım, 2 nizde yanlış yapıyorsunuz dedim,yanlış ve eksik gördüğümüz yazı ve yorumlara itiraz edebiliriz, ama kendimizi allameyi cihan sanıp sağa sola posta koyar tarzında yorum ve hakaret içeren yazı yazarsak olmaz, eleştiri yapacaksanda usulune göre yapacaksın, esas asıldır ama usul bilmezsen esasa giremezs

      Yanıtla (0) (0)
Yazarın Diğer Yazıları
ÖNE ÇIKANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 261 34 89