• BIST 9668.36
  • Altın 3996.585
  • Dolar 38.8091
  • Euro 43.2885
  • İstanbul 15 °C
  • Diyarbakır 18 °C
  • Ankara 18 °C
  • İzmir 19 °C
  • Berlin 10 °C

Üstad, Kürd ve Kürdistan tabirlerini kitaplarından silmiş mi?

Abdullah Can

Risale-i Nurlarda tahrifat (11/II)

Nur Cemaatlerinde “Abiler” olarak bilinen bir sınıf vardır. Onlar, camianın seçkinleridirler. Abiler, her şeyi bilirler, her yaptıkları doğrudur ve hikmetlerle doludur. Onlar, dokunulmaz, erişilmez, ulaşılmaz ve eleştirilemezler. Bir çeşit kast sistemi... Bu sınıfın öteden beri iddia ettikleri bir tez var; “Bediüzzaman, Cumhuriyet dönemine geçişle birlikte, kitaplarında geçen ‘Kürd’ ve ‘Kürdistan’ ifadelerini silmiş; onun yerine ‘şarklı’, ‘şark’ ve ‘vilayet-i şarkiye’ gibi ifadeleri koymuş. Bu iddia o kadar yazılıp dillendiriliyor ki, artık gına getirdi. Büyükler (isimlerini vermiyorum) bunu söylerken, tahkiksiz ve mukallit çoğunluk ise, “uydum abilere” diyerek koroya eşlik ediyorlar. Peki, iddialar doğru mudur? 

Yukarıdaki başlıkla yazdığım seri yazının birinci bölümünde Said Özdemir üzerinden sorduğumuz bazı soruları sormuş; aldığımız içi boş cevaplardan dolayı bazı belgeler ışığında sözkonusu iddiaların doğru olmadığına dair bir kaç örnek arzetmiştik. Bu yazı ile müteakip birkaç yazıda ise, tüm Külliyat’ı tarayarak, bütün tahrifkâr teşebbüslere rağmen, Said-i Nursî Hazretleri’nin eserlerinde geçen “Kürd” ve “Kürdistan” ifadelerini gözler önüne sereceğiz. Belki “Ne ihtiyaç var?” denilebilir; ancak iddiaların asılsızlığını ortaya koymak için başkaca yol ve yöntem yoktur. Zira iddiacılar, Cumhuriyet döneminin nazikliğine vurgu yaparak, Üstad’ın bu tür kelimeleri bilinçli ve ihtiyata binaen sildiğini söylüyorlar. Ben ise, Cumhuriyet döneminde dahi Bediüzzaman’ın bu ifadeleri –bırakın silmeyi– serbestçe ve pervasızca kullandığını, dolayısıyla iddiacıların iddialarının temelsizliğini ortaya koyacağım.

SÖZLER: Bu kitap, Üstad’ın 1926’dan sonra kaleme aldığı en büyük kitabıdır. Yazılmaya başladığı tarihinden de anlaşıldığı gibi Cumhuriyet döneminde ortaya çıkmıştır; yani “Yeni Said” döneminin eseridir. Bu eserin hâlihazırdaki tüm Latince baskılarında –iddiacıların aksine– sözkonusu kelimeler geçmektedir. Mesela: 

Bir vakit esaretimde” diyerek Barla’nın Çam Dağı başındaki hissiyatını anlatan Üstad, “Birden Ahmed-i Cizirî'nin Kürdçe şu fıkrası hatırıma geldi” diyerek, aşağıdaki beyti kitabına aktarır:
49431
Her kes bi temaşagehê husna te, ji her cay,
Teşbîhê nigaran bi cemala te dinazin” 

Görüldüğü gibi, –ihtiyat adına– “Kürdçe” sözcüğünü kullanmaktan çekinmediği gibi, Kürdçe bir cümleyi de yazmaktan teberri etmemiştir. Üstelik aynı cümle içinde, Barla’daki yaşamına “esaret” demiş; Kürtlerin büyük şairi, mutasavvıfı ve filozufu “Ahmedê Cizirî”yi nazara vermiş ve “Kürdçe” vurgusuyla da bu dilin var olup inkârının gayr-ı kabil olduğunu ispatlamıştır. Öyle ise, kraldan fazla kralcılık taslayanlara sormak lazım: “Size ne oluyor?”

Yine aynı kitabın sonlarına doğru, “Lemaat”ın başında, Divan’ını (Lemaat’ı) tanıtırken şöyle diyor: 
“Sahabelerin gazavatına dair Kürdçe 49432 Qewlê Newala Sîseban’ namında bir destan vardı.” demektedir. Her ne kadar tahrifatçı neşriyattan bazıları bu “Kürdçe” sözcüğünü kitaptan atmışlarsa da çoğu Latince (yeni yazı) halen mevcut olduğunu söylemeliyiz. Üstad’ın bu ifadesinde de görüldüğü gibi, öyle Cumhuriyet-mumuriyet telaşıyla “Kürdçe” kelimesini çizmediği gibi, Kürdçe bir cümleyi de kullanmaktan çekinmemiştir. Hani ya, Cumhuriyet döneminde bu kelimelerin üstünü çizmişti! Yalana fetva uyduranlar, utanmalıdırlar.

Aynı eserin, Lemaat kısmının bir yerinde:

“Bence yakaza rüyadır; rüya bir nevi yakazadır.
Orada asrın vekili, burada Said-i Kürdî” demiştir.

Her ne kadar, tahrifatçılar, kendi Latince neşriyatlarında “Said-i Kürdî”yi “Said-i Nursî”ye çevirmişlerse de, bu gün bazı hakperest neşriyatlar bu taassubu kırmış; gerçek şeklini yazmışlardır. Orijinali aşağıdaki şekildedir:
49433 
Gelelim MEKTUBAT kitabına: Bu kitap da Barla’daki esaret hayatının meyvesidir. Yani yine Cumhuriyet’in ilânından sonraki dönemde yazılmıştır. Onun üzerinde de hayli oynanılmış; birçok çıkarmalar ve değiştirmeler yapılmıştır. Buna rağmen, Üstad’ın, bahsini ettiğimiz kelimeleri kullanmaktan istinkâf etmediğini ispatlayan birçok ifadelerine bu kitapta da rastlıyoruz. Mesela:

Hz. Ali ile Hz. Aişe arasındaki Cemel Vakası’nı tahlil ettiği yerde, Üstad şöyle demektedir:

“Bizde, gayet meşhur ve sözü hüccet bir zât-ı muhakkik Kürdçe demiş ki: 49434
(Ji şerrê sehaban meke qal û qîl,
Lewra cennetîne qatil û hem qetîl.” 

Yani: “Sahabelerin muharebesinde kıyl û kal etme,
Çünkü hem katil, hem maktul, ikisi de ehl-i Cennetirler” 

Tırnak arasındaki ifadelerde, açıktır ki Üstad, hem “Bizde” diyerek, “Kürdleri” ve kendisinin “Kürd kimliği”ni nazara veriyor; hem “Sözü hüccet bir zât-ı muhakkik” diyerek “Mela Xelîlê Sêerdî”nin Kürdlüğünü ve ilimdeki büyüklüğünü(hüccetliliğini) dikkatlere arzediyor; hem “Kürdçe” lisanına vurgu yapıyor ve nihayette Mela Xelîl’den Kürdçe bir beyti aktarmakla lisan münkirlerine bir müskit cevap veriyor. Anlayanlar için gayet açık olan bu mesajı, anlamayanlara ya da anlamak istemeyenlere de hatırlatmayı uygun bulduk... 

Mektubat eserinin bir diğer yerinde (Onaltıncı Mektup), kendisine sorulan bir soru ve mukabil cevapta şöyle deniliyor:

“Eğer deseniz: ‘Sana Said-i Kürdî derler. Belki sende unsuriyetperverlik fikri var; o işimize gelmiyor.’ Ben de derim: Hey efendiler! Eski Said ve Yeni Said’in yazdıkları meydanda. Şahid gösteriyorum ki: Ben  49435ferman-ı kat’isiyle, eski zamandan beri menfî milliyet ve unsuriyetperverliğe Avrupa’nın bir nevi Frenk illeti olduğundan, bir zehr-i katil nazarıyla bakmışım.”   

Soru açık, cevap da açık. Bediüzzaman, kendisine “Said-i Kürdî” diyenlere, “Hayır, ben Said-i Kürdî değilim; hayatımdan Kürdî’yi çıkardım; bundan böyle ben Said-i Nursî’yim” dememiştir. Eğer, Kürd ve Kürdistan’a alerjik olan iddiacıların dedikleri doğru olsaydı, Cumhuriyet yetkililerinden kendisine tevcih edilen bu suale, Bediüzzaman’ın cevabı böyle olmalıydı. Ama görüldüğü gibi, kendisinden red ve inkâra dair bir tepki olmadığı gibi, kitabından da çıkarmamıştır.

Yine Mektubat’ın Onaltıncı Mektubu’nda: “Üç sene Rusya’da, esaretimde çektiğim zahmet ve sıkıntıyı, burada bu dostlarım bana üç ayda çektirdiler. Hâlbuki Ruslar, beni Kürd Gönüllü Kumandanı suretinde, Kazakları ve esirleri kesen gaddar adam nazarıyla bana baktıkları halde, beni dersten men’etmediler.” demektedir.

Said-i Nursî’nin bu cümlesi, doğrudan doğruya, kendisine esaret hayatı yaşatan ve yaşamı zehir eden o günün otoriter zihniyetine bir tarizdir. Rusların da kendisini Kürd bildiğini, üstelik Rus askerlerini Doğu cephesinde kesen bir Kürd Gönüllü Kumandanı şeklinde bildiklerini, ancak buna rağmen dinî sohbetlerinden engellemediklerini; dostlarının ise (yerli münafıkların), vatan adına gösterdiği tüm fedakârlıklarına ve kendilerine karşı bir kurşun dahi sıkmamasına rağmen, kendisin Kürdlüğüne ve varlığına olan tahammülsüzlüğüne dikkat çekiyor; yerli münafıkların ırkçılıkla malul olan mizaçlarının Ruslardan daha tehlikeli olduğunu vurguluyor.

Mektubat’ın bir başka yerinde (Rüya bahsinde):  “Hatta Kürdçe durub-u emsaldendir: 49436
Navê gur bîne, palandar lê werîne!’ Yani: ‘Kurdun bahsini ettiğin zaman, topuzu hazırla, vur; çünkü kurt geliyor!” demektedir.

Bu cümlede, hem Kürdçe vurgusu var; hem de bunun bir Kürdçe atasözü olduğu anlatılıyor. Bediüzzaman, Rüya’nın ilmî açıklamasını yaparken, bir Kürdçe atasözüyle konuya hem renk, hem de tad veriyor. Aynı zamanda Kürdçe’de atasözlerin varlığına ve bu sözlerin anlam zenginliğine de dikkatleri çekiyor. Birilerinin inkâr ve imhaya çalıştığı bir dilin, inadına varlığını savunan ve dünya çapında şöhret kazanmış eserlerinin içinde bu dilden kelime ve cümleler serpiştiren bir Bediüzzaman’ı düşünün, bir de onun eserlerini okuyan kimi bedbahtların ve bedfikirlilerin Kürd ve Kürdistan kelimelerinin varlığına bile tahammül gösteremeyişlerini düşünün! Ne kadar içler acısı bir durum, değil mi? Allah’ın ayetlerinden bir ayet ve varlığına alamet olan bir dile tahammülsüzlük...

Said-i Nursî, Mektubat adlı eserinde, özellikle de Yirmialtıncı Mektup ve müteakip risalelerde ırkçılığa şiddetle hücum etmekte; kendisinin Kürdlüğü üzerinden, talebelerini ve halkı kendisinden kaçırtmaya ve soğutmaya çalışan zındıklara karşı cephe açmaktadır. Onların fesat saçan telkinlerinden birine şöyle değinmektedir:

“Şimdi, en mühim bir hücum benim şahsımadır. Diyorlar ki: ‘Said Kürddür, neden bu kadar ona hürmet ediyorsunuz, arkasına düşüyorsunuz?’ Yine “herifler” (kişiliksizler), “mülhidler” (dinsizler) dediği ırkçı ve zorba kesimin bozguncu telkinlerinden birini de şöyle dillendiriyor:

“Şeytanın telkini ile ve ehl-i dalaletin ilkaatiyle, bana karşı propaganda ile hücum eden ve mühim mevkileri işgal eden bazı mülhidler, kardeşlerimi aldatmak ve asabiyet-i milliyelerini tahrik etmek için diyorlar ki: “Siz Türksünüz; maşaallah Türklerde her nevi ulema ve ehl-i kemal vardır. Said bir Kürddür; milliyetinizden olmayan birisiyle teşrik-i mesaî etmek hamiyet-i milliyeye münafîdir!?” 

İşte, ırkçılık kokan ve fitne saçan bu dinsizce dedikodu ve yaygaralara rağmen, Bediüzzaman kendi kimliğinden –bırakın nedamet etmeyi– onların inadına, İslamî ve insanî hukuk çerçevesinde savunmasını yapar; ortak payda olarak sürekli “İslâm dini”ne ve “İslâm kardeşliği”ne vurgu yapar. Yoksa hiç bir yerde ve hiç bir zaman, “Lanet olsun; bu Kürdlük de başımın belası oldu. Verdim de gitti; bu günden tezi yok, Kürdlüğe dair bütün vasıflarımdan, unvanlarımdan, lakaplarımdan insilah ediyorum (sıyrılıyorum)!...” dememiştir; yazmamıştır. Onun adına, ona rağmen kalem oynatanların; onun kitaplarında tahrifat yapanların, kalemleri –eninde sonunda– dönecek ve kendi gözlerini oyacaktır.

Yine Mektubat’ın konumuzla alakalı bir yerinde, ırkçılara ve Türkçe ezanı dayatmaya çalışan sözde Türkçülere ve zorba iktidara şu pervasızca cevabı vermektedir:

Eğer milyonlarla efradı bulunan ve binler seneden beri milliyetini ve lisanını unutmayan ve Türklerin hakikî bir vatandaşı ve eskiden beri cihad arkadaşı olan Kürdlerin, milliyetini kaldırıp, onların dilini onlara unutturduktan sonra, belki bizim gibi ayrı unsurdan sayılanlara teklifiniz, bir nevi usul-ü vahşiyane olur. Yoksa sırf keyfîdir; eşhasın keyfine tebaiyet edilmez ve etmeyiz!” 

Bu cümlede, açık ve sert bir müdafaa dili hâkimdir. Üstad Said-i Nursî; bir, Kürdlerin milyonlarca ferdinin olup, bitirilemeyeceğini; iki, binlerce seneden beri dil ve kimliklerini unutmadığı; unutamayacağını vurgulamaktadır. Yetmiyor, Türklerle aynı vatanda ve uzun yıllara dayanan bir mücadele birlikteliğinin olduğunu, dolayısıyla eşit haklara sahip ve eşitlik zemininde muamele görmeleri gerektiğini vurguluyor. Kürdlere, dillerini unutturmak ya da böyle bir dayatmanın vahşice bir uygulama olduğunun altını çiziyor. Ve ayrıca, kendisinin ayrı bir unsurdan (ırktan) olduğunu ve öyle bilinmesi gerektiğini deklere ediyor; aksi durumun keyfîlik olup asla kabullenemeyeceğini açık bir dille ifade ediyor. 

Seri yazımızın bu bölümünü burada sonlandırırken, bir sonraki bölümde yine kitaplar üzerinden benzer çalışmalarımızın devam edeceğini belirtmeliyim.  

Kısacası; Cumhuriyet döneminin netameli ve şiddet ağırlıklı uygulamalarını bahane ederek, Üstad’ın bu dönemde konumuz olan kelimeleri Risale-i Nur’lardan çıkardığını ileri süren tahrifatçı güruhun iddialarında ne kadar haksız ve gerçeklikten ne kadar uzak olduğunu anlatmak sadedinde verdiğimiz örnekler bir kez daha onları yalanlarken, bizzat kendilerinin bu işin faili ve müdahili olduklarını da açıkça ortaya koymaktadır. 

Sözün özü: Ya hakka avdet ve hakikatte sebat edilecek, ya da batıl bütün çirkinlikleriyle teşhir edilecektir.

  • Yorumlar 14
  • Facebook Yorumları
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    • muhammed han18 Ocak 2021 10:17

      abiler dediğin üstad notere gitmiş ben öldükten sonra söz sahibi demiş aslı ıspartda üstadın evinde

      Yanıtla (2) (2)
    • Haamid B.19 Nisan 2018 14:46

      Bir şey daha eklemek istiyorum:
      Latin harfiyle basılırken bazı yerlerin tasarrufat-ı Üstad var deyilip çıkartılmış. Halbuki latin harfiyle basılmış 5. Şua'daki ifadelerin gizlenmemesi çelişkili gibi.. Veraset.. Said Özdemir vs. mes'elesine de bakarsak.. bazı kasdın olduğunu düşünüyorum.

      Kürd veya Kürdi gibi bazı yerlerdeki ifadelerin çıkarılması -latin harfine çevrilirken- kasdi olduğu kanaatine vardım ve neden latin harfine daha düşüldüğünü veya hatt-ı Kur'an'a nazarın az olduğunu veya pek -ya da hiç- olmadığını daha iyi anladım gibi... Alakadar olabilir mi diye aklıma gelmiyor değil.

      Rabbim hakkı hak, batılı batıl görmeyi nasib etsin ve istikametten bizleri ayırmasın... Amin...

      Yanıtla (0) (0)
    • Haamid B.19 Nisan 2018 14:39

      Esselamu Aleyküm..

      Evet.. bir tahrif var gibi.. Zamanında "Kurdi" kullanılmış. Fakat sakın şöyle bir yanlış algı da oluşturmasın:
      "Külliyatta geçen bütün Said-i Nursi kelimeleri aslında Said-i Kurdi olmalı."

      Bilmemiz gerekn önemli nokta şu: Olduğu gibi kabul etmek..
      Ve karıştırılmaması gereken husus: O zamana münhasır lakabı bütün tarihçe-yi hayatına teşmil etmemek..

      Doğru neyse o olmalı.. Zamanında öyle yazılmışsa veya denmişse -tasarrufat-ı Üstad da yoksa- o kullanılmalı.

      Selametle...

      Yanıtla (0) (0)
    • Suat Yılmaz25 Şubat 2016 16:30

      Kürt ve Kürtçe diline tamamen cephe alınan o 'zır zır' dönemlerde bile Said Nursi, eserlerinde Kürtçeyi de serpiştirerek ırkçılığa tepkisini göstermiştir... o halde bu tahrifi yapanlar nefsine yediremeyenler, Irkçı olmuş oluyor.
      Birde; ‘Said Kürddür, neden bu kadar ona hürmet ediyorsunuz, arkasına düşüyorsunuz? söylemine karşı, 'Yaw! aramızda Türk kardeşler var, onları kaçırtmamak için "Kürtlüğümü saklayayım" dememiş. Bilakis...

      Yanıtla (1) (1)
    • semsuri07 Ocak 2014 Salı 15:58perspektif

      benim merak ettiğim ustadın vefatından sonra, evvelden kalan risaleleler hepsi kayıpmı, elimizde sadece 1960 tan sonra kalan risalelermi vardır? neden orjinal risaleleri göremiyoruz, yada orjinal risaleleri ustad kendiside zamana ve zemine göre bazı tashihler yapmışmıdır/yapmamışmıdır? benim kanaatime göre zamana ve zemine göre sınırlıda olsa kesme biçmeleri ustat bizzat yapmıştır. ama sonradan bu su-i istimal edilmiş olabilir/edilmiştir.
      zaten ilim çevrelerinde şöylede bir görüş vardır, eserler zamanla şerhler ve izahlarla eklemeler, çıkarmalar olabilir. buda vakıadandır.

      Yanıtla (0) (1)
    • meie dawud06 Ocak 2014 Pazartesi 23:53doğru ya doğru

      Hakkın hatıri Alidir hiçbir hatıra feda edilmez. Hak razı olduktan sonra bütün halklar...abiler... karşı çıksa da hiç bir ehemmiyeti yoktur.

      Yanıtla (0) (0)
    • Selman07 Ocak 2014 Salı 12:08işlerine geldiği gibi

      Demek Üstad bu kelimeleri çıkarmış değildir. Eğerçıkarmış olsaydı, bu kelimelerin hiç birinin kitaplarında yer almamış olması gerekirdi. Madem ki tahrifli kitaplarda bile geçiyor, o halde demek hesaplarına geldiği gibi tasarrufta bulunmuşlardır.

      Yanıtla (0) (0)
    • zeynelabidin çelik07 Ocak 2014 Salı 17:10hak gelecek batıl zail olacak inşallah

      peygamberin emarelerini duyan insanlar, evlatlarına şöyle diyorlardı:peygamber gelecek ömrüm vefa etmesse siz biat edin.benim yerime de der. peygamber gelmiş evlatları biat etmiş babalarına da biat etmelerini istemişler baba etmemiş. nedenini sorunca ben peygamberin bizden çıkacağını bekliyordum der. biat etmezler. bunlarda o zamanın insanları gibi gerçeği biliyorlar neden Allahım bizden olmadı diye hayıflanıyorlar. onlardan olsun diye deve kuşu misali kafalarını kuma sokuyorlar ama avcıya yinede yakalanıyorlar.gözlerini yummakla gece olmayacağını kendileride biliyorlar.

      Yanıtla (0) (0)
    • zeynelabidin çelik07 Ocak 2014 Salı 17:35hakikat gizlenemez

      kutsal kitaplar ne kadar tahrifata uğratılmış ne kadar başkalarınca tercüme edilmiş ve nekadar peygamberimize işaret eden mesajlar silinmeye çalışılmış olsa da Hüseyin!i Cisri gibi mubarek zatlar o kitaplardan peygamberimize ait delillerin 110 tanesini bulmuş ve aleme ilan etmişlerdir. Risaleler de dikkatlice okunursa müellifin cümlelerinden kendi coğrafyasına kendi diline, kültürüne hiçbir zaman yabancı olmadığını her yerde ve zamanda kendisinin nereden geldiğini hangi millete mensup olduğunu her zaman ilhadçıların en muarrız olduğu dönemde de açıkça söylemiş. Allah okuyanlara feraset versin

      Yanıtla (0) (0)
    • Kurdullah09 Ocak 2014 Perşembe 13:471

      Nurcu adlı efendi burda yazıyı iyi oku siz de biliyorsunuz neyin ne için tahrif edilidigini işinize gelmiyor.Her şey bunların ne kadar Kürd ve Kürdistan düşmanı oldugunu gösteriyor.Amaç Said Kurdi ve eserleri üzerin vatan millet sakarya Kürtlere karşı işlevsizleştirmek.

      Yanıtla (0) (0)
    • M. Mirza09 Ocak 2014 Perşembe 15:35mantıklı olmalıyız

      Nurcu kardeş, bir insanın farklı bir dil kullanması ayrı, ben bu-şu millettenim demesi ayrıdır. Bediüzzaman Mektubat'ta "bizim gibi ayrı unsurdan sayılanlara", "Ben unsurca Türk sayılmıyorum" ifadelerine bakılmalı. Burda, açıkça mensup olduğu kavmin ismini veriyor. Mesele şu dilden, bu dilden kelime ve cümleler kullanmak değildir. Dğru olanı, yazarın vurguladığı gibi, Bediüzzaman'ın kelimelerine karışmamaktır. Nasıl arap-arapça-arabistan, türk-türkçe-türkistan, fars-farsça-iran sözcüklerine müdahele yoksa, kürt-kürtçe-kürdistan kelimelrine de karışılmasın.

      Yanıtla (0) (0)
    • nurcu09 Ocak 2014 Perşembe 11:02lütfen cevap

      1: bizden biri (farzı muhal alman) farsça bir söz söylerse o bizden biri farsmı oluyor? 2:sizin bu mantığınıza göre üstad Hazretlerinin arap olması lazım çünkü arapca sözler kelimeler beyitler sayılamayacak kadar çoktur eğer risalei nurları okuyorsanız görmüşsünüzdür 3: çok manalı bi şekilde ABİLER dediğiniz kişiler üstadın varisleridirler ve o ağabeylere dil uzatanların hiç biri iflah olmadı NOT: 1. maddeye dikkat ...vesselam

      Yanıtla (1) (1)
    • salih10 Ocak 2014 Cuma 17:49tahrif

      tahrifçilere inat doğruları yazmaya devam et bak yorumculardan bazıları nasıl iki yüzlülüklerini gösteriyor.arapça sözcükler çokmuş arapmış,milyonlarca insan namazda doğal olarak duaları arapça okuduğu için arap mı olur?

      Yanıtla (1) (0)
    • Vehbi Kara29 Ocak 2014 Çarşamba 13:01Bediüzzaman seyyittir öncelikle

      Bediüzzaman Said Nursi kendisini Kürt olarak tanımlamıştır. İmzasını ise milliyetçilik ırkçılık gibi manalar akla gelmemesi için "Nursi" olarak atmıştır. Halkını soyunu asla reddetmemiştir. Zaten Ahirzamanda beklenen meşhur zattan böyle bir şey beklenemez. Bütün bunların yanında Bediüzzaman, seyyitliğini de inkar etmemiştir. hem anne hem de baba tarafından peygamber Efendimizin (asm) soyundan geldiği bilinen bir gerçektir. Zaten önemli olan da budur. Hiçbir nesil, hiçbir ırk, ehli beyt kadar aziz ve şerefli değildir. Kürtçülüğü ön plana çıkarmak yerine bu hususu nazara almak gerektir...

      Yanıtla (7) (3)
Yazarın Diğer Yazıları
ÖNE ÇIKANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 261 34 89