• BIST 9524.59
  • Altın 2503.709
  • Dolar 32.5811
  • Euro 34.5666
  • İstanbul 12 °C
  • Diyarbakır 12 °C
  • Ankara 12 °C
  • İzmir 14 °C
  • Berlin 7 °C

Karayılan: Çekilmekle saflık ettik

Karayılan: Çekilmekle saflık ettik
PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan imc tv’den Ayşegül Doğan’ın sorularını yanıtladı.

Ayşegül Doğan’ın Murat Karayılan’la gerçekleştirdiği söyleşisinin ilk bölümü şöyle:

En son 2013 Nisan ayında görüştük. 25 Nisan’dı sanıyorum, yanlış hatırlamıyorsam. Tarihi 21 Mart Newroz çağrısından sonra bütün dünyanın gözünün aslında bir şekilde buraya döndüğü bir zamandı. Buradan geri çekilme çağrısı yapıldı. O gün için barış umutları çok büyümüştü. Şimdi çözüm sürecinde nerede, nasıl bir noktadayız? Herkes çok merak ediyor. Süreç bitti mi, askıya mı alındı, donduruldu mu? Pek çok manipülatif haber de var. Sizde mutlaka son bilgiler vardır. Nedir çözüm sürecinin son hali, nasıl tanımlarsınız?

Evet, özellikle 7 Haziran seçimleri ardından Türkiye’nin bir bütün olarak yeni  ve önemli bir sürece girdiğini düşünüyorum. Özellikle Kürt sorunu herkesin bildiği gibi Türkiye’nin en temel sorunu. Yani hem demokratikleşmeşi açısından hem istikrara kavuşması açısından, hem ekonomik gelişme açısından, bütün açılardan Kürt sorunu Türkiye’nin en önemli ve en temel sorunu durumundadır. Sanıyorum bunu birçok çevre aynı şekilde düşünüyor.

7 Haziran seçimlerinin sonucu eğer doğru okunursa, Türkiye toplumu bu sorunun çözümünü istiyor. Kürt halkı çözüm çizgisinde iradesini ortaya koydu. Aslında tarihte görülmeyen bir biçimde birliğini sağladı ve çözüm iradesini ortaya koydu. Türkiye toplumunun da çözüm istediği yönünde güçlü bir iradenin ortaya çıkması durumu vardır. Dolayısıyla günümüzde Türkiye’nin en temel sorunu Kürt sorunu çözümü olması gerekirken sanki bu sorun sıradanmış gibi ya da ertelenebilinirmiş gibi yaklaşımlar daha fazla ön planda. Oysa en acil sorun, en başat ele alınması gereken sorun Kürt sorunudur ve bir de sorunun temel muhatabı olan Önder Apo’nun durumudur.

Şimdi yani Türkiye’deki mevcut belli düzeyde var olan ateşkes koşulları, istikrar durumu yine seçimlerin bu koşullarda yapılmış olması, aslında Önder Apo’nun yoğun bir çaba ve emekle geliştirdiği bir sürecin sonucu olarak mümkün olabilmiştir. Buna rağmen şu anda kendisi üç ayı aşkın bir zamandır tecrit altındadır, kendisinden haber bile yoktur. Bana göre Türkiye’nin en önemli sorunu budur aslında. Nedir? Kürt sorunudur. Kürt sorunu, AKP hükümetinin bir bütünen devletin bu tarz lakayt bir yaklaşımının tehlikeli düzeye süreci getirmiş olmasıdır. Yani birçok çevre belki bunu fark etmiyor ama mevcut yaklaşımlar aslında oldukça zorlayıcı intikamcı, giderek yani demokratik çözüm ümitlerini tümden ortadan kaldırıcı niteliktedir. Örneğin sözüm ona çözümle ilgili olan bakan HDP’nin İmralı Heyeti’nin yaptığı açıklamaya karşılık verdiği bir cevap var: “Hep bunlar istemeye alışmış”diye.

Yalçın Akdoğan’dan bahsediyorsunuz.

Evet. Yani bu biçimdeki yaklaşımlar, aslında var olan zemini zaten bozdular, var olan ümitleri de ortadan kaldırıyorlar. Şimdi çözüm süreci esas olarak sizin de çok iyi bildiğiniz gibi çünkü kamuoyu önünde açıkça yürütülen bir süreç Erdoğan’ın müdahalesiyle ortadan kaldırıldı.

Hangi müdahale?

M.K. İlk önce Kürt sorunu diye bir sorun yoktur dedi, daha sonra izleme heyetine katılmıyorum doğru değildir, İmralı’nın itibarını artırır dedi. Daha sonra Dolmabahçe Sarayı’ndaki açıklama da doğru değildir dedi. Daha sonra da masa filan ortada yok dedi, yani her şeyi yok saydı. Oysa 22 yıllık bir emek var yani bu 93’te başlayan bir süreçti. Bu sürecin geldiği bir düzey var. Dolmabahçe Sarayı’nda yapılan 10 maddelik açıklama düzeyi var. Her iki tarafın  mutabık olduğu belge ilk kez kamuoyu önünde açıklandı. Şimdi tüm bunların yerle bir edilmesi ne anlama gelir? Çözümün bitirilmesi anlamına gelir, çözüm dolayısıyla bitmiştir, çözüm yoktur. Süreç nedir o zaman diye sorulabilir.

Evet, ne aşamada?

Aslında şimdi ara bir çözümdür, ara bir dönemdir. Yani yaşanan mevcut günler bir ara dönemdir.

Bunu biraz açabilir misiniz? Ne demek ara dönem? Ne bekliyorsunuz? Mesela umutların tamamen ortadan kalkmadığını da söylediniz.

Şimdi şöyle, Türkiye toplumu ve Kürdistan halkı çözüm iradesini ortaya koydu. Tabii bu umut verici bir durum ama mevcut yönetim erki bunun tam tersi bir pozisyon sergiliyor. Onlarda gelişen nedir? Kürt halkının ve Türkiye sol demokratik çevrelerin HDP şahsında göstermiş olduğu irade ve yükselişe karşı tahammülsüzlüktür. Böyle sadece Türkiye’deki bir takım milliyetçi, şovenist çevreler değil; Kürtlerin genel olarak hem Türkiye’de hem Ortadoğu bölgesinde demokrasiye öncelik etmesi, DAİŞ’e karşı mücadelede önemli bir rol üstlenmiş olması, bir bütünen bir yükseliş, ilerleme var.

Derin sömürgecilik diyebileceğimiz bir takım güçler bundan çok rahatsızlar. Seçimde ortaya çıkan iradeye karşın yönetim erkinin de bu şekilde tepkisel bir durumu söz konusu. Bu tabii durumu tamamen belirsizleştiriyor. Nihayetinde durum şu: aslında büyük bir emekle varılan bir düzey söz konusuydu. Yani o Dolmabahçe’deki açıklama az bir şey değildi, bir düzeydi. Bir düzeyin ifadesiydi. Şimdi bunu bir çırpıda yok saydılar. Karşı tarafın mevcut üslubu, yaklaşımı, tamamen dışlayıcıdır, çözüme açık değildir. Dolayısıyla şimdi biz de ara bir dönem olarak izliyoruz. Yakın gelecekte süreci tümüyle netleştirmeye çalışıyoruz. Yani en azından koalisyon hükümetinin kurulma süreci gündemde. Kurulacak hükümetin rengine bakıp biz de kendi yolumuzu belirleyeceğiz artık.  Ortadoğu’da yaşanan süreç var, yine Kürdistan’da yaşananlar var. Bizim bekleme gibi bir durumumuz söz konusu olamaz. Şimdi bir de şöyle bir şey var.

“KURULACAK HÜKÜMETE GÖRE YOLUMUZU BELİRLEYECEĞİZ.”

Yine de hükümet kurulana kadar beklemeyi tercih ediyorsunuz en azından yeni bir hükümete fırsat tanımak istiyorsunuz yoksa nasıl bir koalisyon olacağını mı bekliyorsunuz bir yandan?

Şimdi günlük olağan yaşanan gelişmeler var. Her bir gelişmenin sürecin netleşmesine belli bir etkisi olabiliyor ve elbette ki en önemlisi hükümetin nasıl bir hükümet olacağı konusudur. Yani hükümet bir savaş hükümeti mi olacak yoksa gerçekten Türkiye’nin sorunlarını çözmeye çalışan bir hükümet mi olacak? Ama ağırlıklı olarak görülen o ki aslında bir seçim hükümeti olacak. Sertliğe endeksli bir seçim hükümeti  olasılığı daha yüksek,  daha ön planda. Çünkü Erdoğan öyle düşünüyor. Erdoğan kaybetti fakat yenilen pehlivan güreşe doymaz misali bir kez daha şansını denemek istiyor benim mevcut vardığım sonuç gelişmelerden budur.

“TECRİT BİR SAVAŞ TUTUMUDUR”

Erken seçim ihtimalini daha güçlü görüyorsunuz yani. Savaş hükümeti derken bir AK Parti- Milliyetçi Hareket Partisi koalisyonuna mı gönderme yapıyorsunuz? Çünkü AK Parti ve MHP koalisyonu olursa bir savaş hükümeti olur şeklinde değerlendirmeler ve yorumlar var Türkiye kamuoyunda, katılıyor musunuz siz de bunlara? Sizin için hangi siyasi partilerin yan yana geldiğinin önemi var mı?

Programı önemlidir, ne yapacağı önemlidir. Yaklaşımı önemlidir. Mevcut durumda AKP’nin şu an var olan yaklaşımı değişmezse kiminle kurarsa kursun bu bir savaş hükümeti olacaktır. Çünkü AKP’nin şu andaki üslubu, tarzı, yaklaşımı çözümü değil, çözümsüzlüğü esas alıyor. Bir de eğer seçime gidecekse MHP’ye giden oyları çekmek için sertlik siyasetini esas alacağı görülüyor. Zaten bu hesaptan hareketle yani seçim öncesi üsluplarını değiştirmediler.  Daha önce mesela bazı çevreler şunu diyebiliyordu: “Bu seçim propagandasıdır, seçim sürecine ilişkin olan söylemlerdir.”

Dikkat edin seçimden sonra AKP üslubunu değiştirmedi tersine daha sertleştirdi, herhangi bir esneme görülmedi. Çözüm sürecinden, çözüme dair olan perspektiften olan bir uzaklaşmayı yaşadığı açık ortada. Bu yüzden biz de dikkatle izleyip kararlaştırma sürecini gündemimize almış bulunuyoruz. Biz tartışıyoruz, yani mevcut yaklaşım karşısında bizim sessiz kalmamızı kimse beklememelidir. Özellikle önderliğimize yapılan, önderlik şahsında halkımıza hatta seçimde ortaya çıkan iradeye saygısızlıktır, hakarettir. Ne hakla yani şimdi üç ayı aşkın bir zamandır tecrit altındadır?

Türkiye Cumhuriyeti Devleti yetkilileri her adım başında: ”Biz bir hukuk devletiyiz” demiyorlar mı? Peki, niye hukuklarını ayaklar altına alıyorlar İmralı’da? Niye önderliğimize dönüp politikalarında hukuk diye bir şey yoktur, her şeyi askıya alınmıştır, yani bu neyin nesidir? Tecrit bir savaş tutumudur. Şimdi önderlik üzerindeki bu tecridi biz böyle anlıyoruz bir. İkincisi siyasal soykırım sürecini yeniden başlattılar. Daha önce süreci zorlayan, bozan şey neydi? KCK operasyonları. Şimdi adına KCK operasyonu denilmeyen ama aynı süreç gündeme konulmuş bulunuyor. Her gün basına yansıyor bir yerde operasyon yapılıyor ve Kürt gençleri tutuklanıyor. Bu bir savaş tutumudur, barış tutumu değil. Ondan sonra, zaten askeri hazırlıklar yapılıyor. Her gün keşif.  Yani şimdi bu kadar keşif gerilla alanlarında günlük olarak en az 7-8 alanda yoğun keşif faaliyeti vardır.

Bu keşif faaliyetleri durmuştu öyle değil mi bir süre?

Daha önce durmuştu tabii bir süre.

2013‘ten sonraki dönemde?

Evet veya sembolik bir biçimde zaman zaman olabiliyordu.

Ne zaman artmaya başladı peki?

Bu bahar aylarıyla birlikte artmaya başladı, Mart ayıyla başladı yani. Ondan sonra zaten Tendürek yani Ağrı’daki açık saldırıyı biliyorsunuz zaten. En son 30 Haziran’da uçaklar gerilla mevzilerini vurdu. Bu ateşkesin bitirilmesidir dedik zaten. Şu anda süreç de ateşkes de aslında ara bir dönemde bizim karar vermemizi bekliyor. Karşı taraf kararını vermiştir, uygulamayla vermiştir. Yani bunu tecrit uygulayarak, tutuklama operasyonlarını geliştirerek, gerillaya karşı operasyonlar yaparak ve yine karakoldur, barajdır, askeri yoldur benzeri gibi askeri hazırlıkları sürdürerek aslında bir savaş konumuna girmiş bulunuyor. Dolayısıyla bizim de bunun karşısında kendi tutumumuzu netleştirmemiz süreci gündemimizdedir. Bunu da tabii ki birçok duruma bakılmakla birlikte hükümetin oluşum sürecine de elbette ki bakacağız.

Hükümetin rengi nedir ona göre biz de tabii tutum belirleyeceğiz. Şimdi bu konuda şöyle bir şey de var: Ben mesela izliyorum bu hükümet basını, havuz basını dedikleri basın, sürekli şöyle bir şey işliyor: Seçimlerle birlikte Önder Apo için, Öcalan etkisizleştiriliyor, etkisizleştirildi. Kandil inisiyatifi aldığı, yok bazen artık HDP dinleniyor gibi şeyleri fazlasıyla gündemleştiriyorlar. Aslında bu bir psikolojik savaş taktiğidir.

Hatta Öcalan’ın mesela HDP’nin siyasi parti olarak seçimlere girmesini tasvip etmediğini, istemediğini de çok da yazıp çizenler oldu.

O doğru değil. Kendine göre yorumlardır. Fakat bunlar bu tür propagandalarla bir şeyin önünü almayı çalışıyorlar, psikolojik savaş yürütüyorlar. Önder Apo bu hareketin kurucusudur, yaratıcısıdır. Önder Apo’nun perspektifi, bu sistemi yaratan, yürüten geliştiren perspektiftir. Önder Apo, her zaman bu sistem içerisinde belirleyicidir. O bir önderliğimizdir ve her zaman belirleyicidir. Kimse bu konuda ileri geri bir şey söyleyemez. Daha önce bu konuda geçmiş yıllarda çok şey söylediler ama pratikte gerçek ortaya çıktı. Yani önderlik bir hareketi yaratan ve yürüten bir güçtür, bir sistemdir.

Yani bu Hareket’te Öcalan’a rağmen bir şey olamaz mı diyorsunuz?

Bir dakika. Şimdi bir sistem yaratmıştır. Bu sistemde her bir birleşenin bir görevi, bir rolü, misyonu vardır. Müzakere olduğu vakit bütün yetki, inisiyatif önderliktedir. Eğer şu an da müzakere başlarsa bu böyledir ama; müzakere durmuşsa hele hele önderlik tecrit altındaysa o zaman yetki ve inisiyatif  Hareket’e geçmiştir. Şu anda öyledir. Şu anda ne yapılacağı konusundaki kararlaşma inisiyatifi Hareket’in yönetimindedir. Bunu öyle herhangi bir kimse ters çevirip farklı bir biçimde yorumlamaya kalkışmasın. Biz çocuk değiliz. Önderliğimizi orada tecrit altına koyup da sanki, Hareketi kararsız bırakacağını düşünenler avucunu yalar.

Bu Hareket neyi, ne zaman, nasıl yapacağını bilir ve Önderlik çizgisini hangi koşullarda nasıl uygulayabileceğini de çok iyi bilir. Dolayısıyla kararlaşma artık gündemdedir. Biz yani bu düzeydeki Önderliğimize karşı yapılan uygulama ve süreci bu şekilde boşa alma ve bu biçimde savaşı dayatma, savaş hazırlıklarını açık açık yürütme gerçeği karşısında hala çözüm var diyemeyiz. Yoktur çünkü böyle bir şey. Cayır cayır hazırlanıyorlar. Bir de kuzeyde hazırlanmakla yetinmiyorlar Rojava’ya da saldıracaklarını söylüyorlar. Yani kısaca bizi izleyen dinleyen tüm kamuoyu ilgili çevreler şu gerçeği doğru ve yerinde görmeli: Biz size herhangi bir kimseyi baskı altına alma ya da herhangi bir biçimde aba altında sopa gösterme gibi bir durumda değiliz. Ama gerçeklik şudur: Mevcut durumda süreç diye bir şey kalmamıştır.

Ara dönem olarak bizim kararlaşma sürecimiz gündemdedir. Eğer ki; yeni oluşan hükümette ve yeni meclisin gündemine bu sorun girmezse gidişat tehlikeli bir yere doğru gidiyor. Tehlikelidir. Yani Türkiye’ye kazanmış olduğu bu düzeyi AKP’nin bu biçimde tepkici intikamcı yaklaşımlarıyla ters yüz edilecektir. Böyle bir gerçeklik var özellikle tüm sorumlu çevrelerin ilgili kesimlerin bu konu üzerinde daha duyarlı yaklaşmaları ve üzerinde durmaları büyük önem taşıyor ve çünkü gerçekten ciddi bir durum söz konusudur. Kürt halkı açısından artık bir kararlaşma süreci kendini dayatmış bulunuyor. Bunun herkes tarafından görülmesi gerek.

Peki, şöyle haberler var siz de takip etmişsinizdir büyük ihtimalle ya da edebildiniz mi bilmiyorum tabii ama duymuşsunuzdur diye düşünüyorum. Öcalan’la İmralı Heyeti görüşemiyor ama devlet heyetinin dört görüşme yaptığı iddiası var. Birinin seçimden önce,  üçünün seçimden sonra olduğuna dair. Bir de AK Parti Heyeti’nin adaya gittiği söylentiler arasında. Geçenlerde HDP grubu bu konuda bir açıklama yaptı ve bunların bir algı yaratmak içinortaya atılan iddialar olduğunu tamamen manipülasyon amaçlı olduğunu söyledi. Size bu konuya ilişkin ulaşmış herhangi bir bilgi var mı? Bundan haberdar mısınız? Sizce AK Parti böyle bir arayış içerisinde olabilir mi? Eğer böyle bir arayış içindeyse sebebi ne olabilir? Niye HDP İmralı Heyeti değil de bir AK Parti Heyeti? Üstelik de gizli bir biçimde adaya gidiyor olabilir, eğer doğruysa tabii?

Şimdi bize böyle bir şey yansımış değildir. Bir de manipülasyon ağırlıktadır. Bize yansımamış bir şey dolayısıyla biz vardır diyemeyiz. Herhangi bir şekilde hissettirilme durumu da söz konusu değildir. Olsa bile, bir geçerliliği yoktur. Yansıyan bir şey yok, süreci etkileyecek herhangi bir şey ortada yoksa yani varılan bir sonuç yok demektir. Tıkanmayı açacak bir girişime ihtiyaç var, bu gerçek. Bu nasıl olabilir? Bizim hareketimiz, yönetimimiz bunu defalarca açıkladı. Yani eski formatta olmaz.

Eski formatı istemiyorsunuz peki nasıl bir format istiyorsunuz? Nasıl biçimlenecek bundan sonra?

M.K.-Şimdi bakın önderliğin İmralı’da bu koşullarda tutulduğu sürece, yani çözümde rol oynama sonuç alma durumunun açığa çıkamayacağını geçmiş yıllar gösterdi. Nelson Mandela gibi, ne yapıldı? Mandela’yla hükümet ilişkiye geçtiğinde ilk önce yerini değiştirdi, cezaevi olmayan bir yere taşıdı. Kendi yönetimiyle, yoldaşlarıyla, ailesiyle rahat görüşebilecek olanakları sağladı. Ve o koşullarda heyetle birlikte görüşmeleri yürüttü. Şimdi benzer bir şey önderlik için de geliştirilmesi gerekiyor. Eğer geliştirilmezse yine oyun olur yani biz gördük AKP’nin şimdiye kadar yaptığı görüşmeler aslında çözüm görüşmeleri değil oyalama taktikleri olduğu anlaşıldı. Yani dolayısıyla, inandırıcı olmaktan uzaktır. Denenmiş bir şeyi bir kez daha denemek anlamlı değildir. O yüzden farklı bir formatta süreç başlayabilir. Müzakere ile başlayabilir.

Yine müzakerenin ön gördüğü diğer kurulması gereken izleme heyetidir, adalet hakikat heyetidir, benzeri heyetler kurulabilir. Şunu herkes bilmeli, özellikle Türkiye kamuoyu şunu çok iyi bilmeli: “Biz PKK olarak demokratik yollarla bu sorunun çözümünü istiyoruz fakat biz haklarımızdan ve kimliğimizden vazgeçemeyiz. Bu toplumun, Kürt halkının hakları vardır. Haklı olan hakları vardır. Doğal olan hakları vardır. Bir halk olmaktan kaynaklı olan hakları vardır. Biz bunları istiyoruz. Türkiye’nin birliği içerisinde demokratik, özerklik formülü tüm Türkiye için demokratikleşme formülüdür. Bunun Türkiye’nin parçalanmasında ya da bilmem geriye çekmesinde değil tersine gönül birliğinin güçlendirilmesinde, demokratikleştirilmesinde ve ekonomik refah düzeyinin gelişmesinde önemli bir rolü olacağını düşünüyoruz, bu gerçeklik böyle açıkça görülüyor. Türkiye bu eksende sorunu çözerse ilerleme kaydedebilir ama buna gelmezse bize kimliksizleştirme, bize teslim olma dayatılırsa Davutoğlu mesela o gün Van da konuşuyor, diyor ki.

Silahsızlanma meselesi.

Evet, “Silahları bıraksınlar.”

Epeydir gündemde. 

İnsaf yani. 35 yıldır zaten devlet yetkilileri aynı şeyi söylemiyor mu? Silahsızlanma çağrısı ne demektir? Teslim ol demektir. Ya da teslim olmazsan seni ezerim demektir. Bu olmaz böyle. Bir de orda önemli bir şey söyledi ama tersine çevirerek söyledi. Dedi ki: “2013 Mayıs’ında…

Verilmiş bir takım sözler var meselesinden bahsediyorsunuz.

Verdiği sözleri uygulaması gerekir. Siz de açılışta bahsettiniz o süreçten.

Evet

25 Nisan’ da siz de hazırdınız bizzat ben açıkladım.

Evet

Gerillanın geri çekilme kararını ben açıkladım.

Ve 8 Mayıs’ta başladı geri çekilmeler.

Evet. Ve orda bir takvim koydum değil mi bir proje. Neydi üzerinde mutabakata varılan temel çerçeve, gerilla geri çekilmeye başlayacak ama Haziran’la birlikte hükümet de üzerine düşen görevleri yapacak. Neydi bu görevler? Yasal anayasal düzenlemeler yapacak. Peki, Davutoğlu’na soruyorum yaptı mı düzenlemeleri? Üzerinden 2,5 yıl geçiyor hani nerde? Nerde AKP’nin yaptığı yasal ve anayasal düzenlemeler? Hiçbir şey yapmadığı halde kalkıp bizim sanki sözümüzü tutmadığımızı iddia etmek açıkça yalan söylemektir. Gerçeği çarpıtmaktır. Kendileri bir şey yapmadılar çözüm süreci bu yüzden sekteye uğradı ve biz geri çekilmeyi buna rağmen durdurmadık, Eylül’de durdurduk ve aslında bu da bizim saflığımızdı. Onun özeleştirisini veriyoruz. O bizim bir saflığımızdı.

Haziran ayında AKP Hükümeti’nin adım atmamasıyla birlikte biz hemen bunun bir oyun olduğunu anlamalıydık. Fakat gerçekten saf davrandık 2 ay sonra ancak fark edip geri çekilme sürecini durdurduk. Devlet, AKP oyun peşindedir. Şimdi bu oyunu bir tarafa bırakacaksa ve samimi, dürüst, iyi niyetle yaklaşım gelişecekse biz çözüme varız. Ama bunu değil de farklı şekilde oyalama veya tasfiyeyi dayatırlarsa artık biz buna gelecek durumda değiliz, bunu yutacak durumda değiliz. Biz de kendi yolumuzda yürümeyi biliriz. Kendi kararımızı alırız. Başımızın çaresine bakmayı biliriz, halk olarak. Kürt halkı Ortadoğu bölgesinde bugün yükselen bir güçtür, temel bir faktördür. Kürt Halkı demokratik ulus, demokratik cumhuriyet perspektifiyle, biz halklarla birlikte yaşamak istiyoruz. Türkiye’deki tüm toplumlarla bir arada yaşamak istiyoruz. Ama eğer haklarımız tanınmazsa ve her şeye rağmen bu şekilde dışlayıcı, yok edici siyaset terk edilmezse o zaman biz de başımızın çaresine bakarız.

Ne demek başınızın çaresine bakmak halk olarak, bundan ne anlamak gerekiyor?

Şimdi bizim birinci seçeneğimiz gündemdedir. Birinci seçeneğimiz nedir? Türkiye toplumuyla bir arada yaşamak. Demokratik cumhuriyet ekseninde Türkiye’yi Ortadoğu da demokratikleşme sürecinde bir model yapmaktır. Ortadoğu’da demokratik konfederalizm eksenini geliştiren bir devrimsel süreci geliştirmektir. Kapitalist moderniteye karşı halkların demokratik modernitesini bu temele örgütleyip geliştirmektir. Bizim esas seçeneğimiz, amacımız budur. Ama buna gelinmezse, bu konudaki tüm yollar tıkatılırsa biz başka yolları da deneyebiliriz yani. Bizim başka seçeneklerimiz de yok değildir. Ondan bahsediyorum. Kararlar alırız yani. Böyle bir süreç şu an gündemimizdedir.

“SİLAHLARI BIRAKSAYDIK IŞİD TÜRKİYE’Yİ DE TEHDİT EDERDİ”

Henüz bu konuda alınmış kararlar yok ama kararlar alırız ve çaresiz kalmayız diyorsunuz bu süreçte.

Peki bu silahsızlanma meselesine geri dönersem Türkiye’nin gündeminde uzun zamandır, siz de hatırlattınız. Öte yandan Türkiye’ye karşı silahlarınızı bırakabileceğinizi sizler de söylediniz. Birkaç açıklama vardı bu konuya ilişkin. KCK Yöneticileri’nden de, Öcalan’ın son Newroz çağrısında da çok tartışıldı, konuşuldu. Bu çerçeveden baktığınızda ne dersiniz? Bu bir ara gündemdeydi, görüşmeler mi oluyordu o arada devletle aranızda bir temas mı vardı bu konuya ilişkin ya da beklediğiniz yasal adımlar vardı da onlar mı yapılmadı?

Şimdi gerilla Türkiye toplumunun ve Kürdistan halkının özgürlük ve demokrasi güvencesidir. Oynadığı rol budur. Ortadoğu bölgesinde halkların bir savunma gücüdür. En az DAİŞ’e karşı geliştirilen mücadelede bu açık bir biçimde görülmüştür. Eğer gerillanın müdahalesi olmasaydı Ezidi toplumunun büyük katliama uğramış olurdu.  Eğer gerillanın bu IŞİD denilen çete yapısına karşı onun anladığı dilden, gerekli performansla cevap vermemiş olsaydı, belki şimdi IŞİD tüm bu Güney Kürdistan’ı, Rojava Kürdistanı’nı işgal edip artık Türkiye’yi tehdit eder hale gelirdi. O zaman IŞİD’in lideri, halifesi, Erdoğan’ın da kendine itaat etmesini isterdi. Çünkü onların mefkuresi budur. Onlar bu temelde yaklaşıyor bütün İslami devletleri birleştirmedir.

Bu konuda gerillanın oynadığı büyük bir rol var. Bu halkların öz iradesini savunma rolüdür. Bu konuda gerilla Türkiye’de bir gerçekliktir. Artık Türkiye Devleti’nin de bunu bilmesi lazım. Sanki orada bir grup terörist var silahlıdır, halkın toplumun yaşamına müdahale etme tehdidini taşıyor, böyle bir şey yok. Gerilla bir güvencedir. İstikrar unsurudur. Bu rolü oynuyor. Gerilla ne zaman bu konumdan çıkabilir, öyle diyeyim? Ne zaman ki tüm Kürt hakları verilirse, Türkiye demokratikleşirse, Önder Apo dahil bütün siyasi tutuklular özgürleşirse işte o zaman gerilla konum değiştirir. Yani silah bırakma deniliyor. Belki bırakır, yasal bir statüye kavuşur ya da daha farklı bir şeye girer. Kısaca gerillanın silah bırakması Önder Apo özgürleşmeden, Kürt hakları verilmeden, Türkiye demokratikleştirilmeden mümkün değildir.

Türkiye’ye karşı bile olsa, bir çatışmasızlık hali var çünkü tümden bir silahsızlanma değil. Türkiye’ye karşı silahsızların bırakılmasından ve kongrenin toplanılmasından bahsediliyordu biliyorsunuz. Mesela HDP’li yetkililer bu sorulara şöyle cevaplar veriyorlar: “Eğer müzakere sürecine geçilir, birtakım adımlar atılırsa kongre toplanır” diyorlar. Toplanabilir mi?

Doğru, toplanabilir.

Böyle bir karar alabilir mi ve ne olur bunun şartları?

Zaten o sürece gelip dayanıldı, Erdoğan müdahale etti. Yani Dolmabahçe Sarayı’ndaki açıklama aslında öyle bir süreci başlattı. Kongre artık gündemimize girdi. Fakat sonraki müdahaleler bu süreci durdurdu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan gelen açıklamalar mı süreci durdurdu? İzleme Heyeti’ne ilişkin açıklamalar, Newroz sonrası gelen açıklamalar, ondan mı bahsediyorsunuz?

Doğru evet. Newroz’dan önce  Kürt sorunu yoktur,  o bir müdahalenin başlangıcıydı. Sonra da izleme Heyeti Öcalan’ın itibarını artırır dedi ve sonra adım adım zaten tümden süreci sıfırlayan tutum ve söylemlerle.. Mesele sadece söylem değil, bir ara Bülent Arınç sanki farklı bir tutum geliştirilecekmiş gibi bir hava yarattı o dönemde. Ama sonra hükümet yok dedi. Bizim için Cumhurbaşkanının söyledikleri talimattır dolayısıyla böylece süreç tümden berhava edildi. Eğer edilmemiş olsaydı o süreç kongre sürecine doğru gidebilirdi.

Şimdi kongre bu dediğim çerçevede yaklaşır. Çerçeve nedir? Özgürleşmedir, demokratikleşmedir, hakların verilmesidir. Bu haklar demin söylediğim gibi doğal haklardır. Yani alınmış haklardır. Zaten Akdoğan söylüyor:”İstemeye alışmışlar.”  Ya biz kimseden bir şey istemiyoruz. Biz alınmış olan hakları istiyoruz. Yani bunu anlamaları gerekiyor. Bu zihniyeti taşımadıkları için tabii öyle söylüyorlar.

Kısaca kongre gündemdeydi tabii, şimdi de aynı şekilde, dediğimiz formatta müzakere başlarsa zaten diyelim, o 10 maddelik ortak açıklanan belge ekseninde süreç işlerse yine kongre süreci gündeme girer tabii. Dikkat edin benim anlattıklarımdan şu çıkıyor: “Bir; tehlikeli bir süreç var. Farklı bir yöne doğru sapma olasılığı var. Biz bunu tartışıyoruz. İki; Önder Apo’nun geliştirdiği demokratik çözüm sürecinin yolu da var.” Aslında 7 Haziran seçimleri bu sürecin zeminini güçlendirdi. Ama yönetim erki tersi bir tutum içerisinde. Buna gelinmiyor, dolayısıyla yol sathına gelip dayanmış bulunuyoruz.

“KAMUYOYU ÖCALAN’IN ÖZGÜRLÜĞÜNE HAZIR”

Peki kritik bir aşamada diyorsunuz hemen her şey bu değerlendirdiğiniz çözüm ve süreç bağlantılı iki ayrı başlık olarak. Şimdi Öcalan’ın özgürlüğünden bahsettiniz, koşullarının değiştirilmesinden bahsettiniz, yeni bir formata ihtiyaç olduğundan bahsettiniz. Sizce bu koşullarının değiştirilmesi ve özgürlüğü meselesine Türkiye kamuoyu hazır mı? Şu anda mesela milliyetçiler nasıl bir tavır gösterirler? Çünkü Milliyetçi Hareket Partisi HDP’yi dahi flu gördüğünü, görmediğini söylüyor.  7 Haziran seçimleri sonrası MHP bu tavrından dolayı çok tartışılır oldu. Hazır mı sizce Türkiye kamuoyu bu şartlarınızı yerine getirmeye? Nasıl karşılanır bu?

Bence Türkiye kamuoyu hazırdır ama Türkiye siyaseti hazır değil. Eğer Türkiye siyaseti bu konuda yapıcı yaklaşırsa, barış adına halkların kardeşliği -gerçek anlamda kardeşliği onların dediği anlamda kardeşliği değil-  eşitliği, özgürlüğünün gelişmesi temelinde Türkiye toplumu, halkı buna açıktır. Zemini biraz daha geliştirmek, yoğunlaştırmak gerekiyor. Ama her gün çıkıp diyelim halkı tahrik eden, korkularla sürekli etrafı ören yaklaşımlar olursa elbette ki ürkme olabilir. Ama bir yumuşama seçimlerle birlikte görüldü yani sonuçlarıyla birlikte. Dolayısıyla bu mümkündür.

Kürt halkı Önder Apo’yu kendine önder olarak görüyor. Şimdi orada İmralı’da tecrit altına alınan bir kişi değil bir ideolojidir, bir felsefedir, bir halkın iradesidir. Dolayısıyla biz Önder Apo’yu bir kişi olarak görmüyoruz. Bir kişi değildir, bir halkın temsilcisidir. Bir halkın iradesi orada tecrit altındadır. O açıdan çok zorlayıcıdır. Zaten bunun mutlaka ama mutlaka anlaşılması gerekmektedir. Şimdi denilebilir ki seçim oldu bilmem hükümet kurulmamış. Hatta birisi bir Kürt siyasetçisi dedi ki: ”Anlaşılıyor ki hükümet kurulana kadar heyet gitmeyecek” filan. E peki bir devlet vardı. Bu devlet nerede? Bu müsteşarlar nerede? Devletin daimiliği yok mudur? Bu müsteşarlar bu kadar yıldır görüşme yapıyorlar.

MİT Müsteşarı’ndan mı bahsediyorsunuz?

Hem MİT hem de Kamu Güvenliği Müsteşarı. Hani nerede devletin daimiliği? Niye sahip çıkılmıyor sürece? Kısaca bu konuda bence devlet ve siyaset gerçekleri doğru görür ona göre de toplumu rahatlatıcı yaklaşımlar geliştirirse Türkiye toplumu buna açıktır. 16 yıldır önderliğimiz orada işkence altındadır. Kürt toplumu yürüttüğü mücadelede haklıdır. Bunu birçok biçimde aslında Türkiye’deki siyasetçiler de itiraf etmişlerdir. Yani Kürtler hak olmayan bir şeyi istemedi ki. Bu kadar katliam yaşandı, bu kadar fail-i meçhul yaşandı.

Şimdi deniliyor ki 40000 kişi ölmüş. Peki, bu 40000 kişiyi kim öldürdü? Hadi diyelim 10000 kişiyi devrim hareketi öldürdü, ya diğer 30000 kişi? Ya bu devletin JİTEM’i, bu devletin Hizbul-kontrası, bu devletin askeri, polisi öldürdü. Daha adil bir bakış açısı, daha gerçekçi, akl-ı selim bir yaklaşım geliştiğinde bence Kürt halkının önderi, Apo’nun dayandığı haklı zemin de görülür dolayısıyla kalıcı bir barış için ve demokratikleşme için Türkiye toplumunun bunu kaldırabilecek gücü ve sevgiyi gösterir diye düşünüyoruz.

“MHP TÜRKİYE’NİN PARÇALANMASINA YOL AÇABİLECEK BİR ÇİZGİDE”

Peki yeri gelmişken MHP’yi de değerlendirmenizi isteyim. Buna koşulların şu anda elverişli olduğunu söylüyorsunuz ama ben yine MHP’nin tavrını hatırlatacağım mesela onu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Onların esas aldığı çizgi Türkiye’nin parçalanmasına yol açabilecek bir çizgidir. Şu bir gerçek: Türkiye’nin inkar imha politikası Kürt toplumunu eritemedi, bitiremedi. Şark Islahat Planı uygulandı, katliamlar uygulandı, yani büyük trajediler yaşandı ama nihayetinde Kürt toplumu bugün kendi ulusal değerlerine bağlı olduğunu ve bu konuda mücadele azmini ortaya koyan bir toplumdur. Buna rağmen MHP’nin hiç bunları gözetmemesi sanki hiçbir şey olmamış gibi inkarda ve düşmanlıkta ısrar etmiş olması aslında MHP’yi şaibeli hale getiriyor. Gerçekten Türkiye toplumuna ne kadar hizmet etmek istiyor ya da istemiyor konusunda şaibeli hale getiriyor. Türkiye gerçekliğini doğru okuyan bir siyaset anlayışı, ister milliyetçi olsun, ister sağcı, ister solcu, bir kere gerçeğe göre siyaset gütmesi gerekiyor. MHP’nin ifade ettiği şeyler, Türkiye toplumsal gerçeğine uymayan, Kürt halkını ve özgürlük mücadelesini reddeden bir siyasi duruştur. Bunun uygulanması asla ve asla mümkün değildir. Bu bir savaş demektir. Bu Türkiye’nin parçalanması demektir.

Bakınız şunu açıkça söylememizde hiçbir sakınca yoktur; mevcut durumda, durumlar artık eskisi gibi değildir. Hatta son iki yılda yaşanan gelişmeler çok şeyi değiştirmiştir. Aklı evveller bunu göremiyor. Yani bugün Kürt halkı daha güçlüdür. Mevcut konjonktürel yapı Kürt halkının lehinedir. Kürt halkı teslim olmaz artık. Kendileri bu halkı, öndersizken, mücadele araçlarına sahip değilken teslim alamadılarsa şimdi hiç alamazlar. Çünkü şimdi bir mücadele örgütü var, gücü var, örgütlü yapısı var,. Yani bugün çağımızda tüm toplumlar kendi benliğine, kişiliğine sahip çıkar haldeler. Farklı bir formatı Kürt halkına dayatamazlar. Bunu MHP yapısı görmüyor. Irkçı bir yaklaşımda ısrar ediyor. Onların tutumu bence Türkiye halkının gerçeğine ve çıkarına hizmet etmiyor. O tehlikelidir. Türkiye’yi parçalamaya götürebilecek bir anlayıştır.

Peki, tam bu noktada koalisyon seçeneklerine ilişkin siz ne diyeceksiniz Başbakan Davutoğlu görevlendirildi Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından ve 45 günlük o süre, o takvim de işlemeye başladı. Aslında geri sayım başladı bir yandan da. İlk olarak Kılıçdaroğlu ile görüşeceğini söyledi, sonra da MHP ile görüşeceğini söyledi. Usulen de HDP ile bir görüşme yapacaklarını söyledi. Ne diyorsunuz, sizce yalnızca Ak Parti-MHP, Ak Parti-CHP koalisyon seçenekleri mi söz konusu Ak Parti-HDP koalisyonu olabilir mi, bir seçenek olarak değerlendirilebilir mi? Ya da büyük uzlaşma denilen bir koalisyon da var malumunuz. AK Parti-CHP ve dışarıdan HDP destekli. Bu tartışmaya siz nasıl yaklaşıyorsunuz?

Aslında siyasette her şey olabilir. Yani tarafların ilkelerine, çıkarlarına uygun düşen her şey aslında mümkündür. Fakat bence AKP, daha doğrusu Erdoğan bir tarafta bu 45 günlük süre içerisinde hükümet kurma görüşmelerini yavaş yavaş zamana yayarak yürütecek. O arada da sürekli anketler geliştirecek. Eğer ki anketlerin sonuçları AKP’nin tek başına iktidara gelebileceğini gösterirse, erken seçimi hedefler, tersi durum sonucu açığa vurursa o zaman CHP’nin veya MHP’nin şartlarını kabul edebilir çünkü bu her iki partinin şartları var. Aslında Erdoğan ve AKP o şartları kabul edecek noktada değildir. Ama bu süreçte tercihini yapacak. Benim gördüğüm öyledir. Yani hep ikili yaklaşacaklar. Dikkat edin Davutoğlu randevularını hep aralıklı veriyor. Yani esas bayram sonrası diyelim son turu yapacağını orada durumların netleşeceğini ifade ediyor zaman kazanmaya çalışıyorlar. O arada sürekli anketlerle de nabız yokluyorlar.

“HDP’YE AYAR VERMİYORUZ”

Peki HDP burada nerede duruyor?

M.K.- HDP’ye ilişkin konuşmadan önce şunu söyleyeyim. Bazı çevreler hatta dost çevreler Kandil HDP’ye ayar vermesin, bilmem ne yapmasın diyorlarmış…

Şimdi seyircilerimize hatırlatalım isterseniz ben burada notlarım arasına da aldım, şimdi şöyle eleştiriler geldi ya da tespitler geldi, HDP ile ilgili PKK Yöneticileri’nden, KCK Yöneticileri’nden diyelim. 7 Haziran öncesinde olduğu gibi aktif siyaset izlemediğine ilişkin hatta sizin bir röportajınız da var. “Ben falan kesimle koalisyona girmem açıklamalarını ve tutumlarını duygusal yaklaşımlar” olarak değerlendirdiğinizi söylüyorsunuz. Siyaseten doğru bulmadığınızı söylüyorsunuz. Gerçi diyorsunuz ki o söyleşide: “Şimdi HDP Eş Başkanı Figen Yüksekdağ yeni bir açıklama yaptı. Bu doğru bir tutumdur” diyorsunuz ama sonuç itibariyle bunu da ifade ediyorsunuz. Yine Duran Kalkan’ın mesela bir açıklaması var:” HDP’nin AKP-CHP koalisyonunu işaret etmesi nedeniyle HDP’yi pasif bir siyaset izlemekle ve seçim sonuçlarını okuyamamakla “ eleştirmiş, olduğu gibi alıntılıyorum, olduğu gibi aktarıyorum. Bu şöyle bir tartışma yarattı bazı çevrelerde; HDP’ye ayar verileceğine destek verilsin, çünkü HDP Türkiyelileşmeyi hedefleyen, bu konuda oldukça yol alan bir siyasi parti, %13’ün üzerinde oy aldı, büyük bir umudu temsil ediyor. Bütün bunlar bir takım sıkıntılı durumlar yaratabilir diyenler oldu, köşelerine taşıyanlar oldu. Bunları da ayrıca soracağım ama öncelikle hala o açıklamanızda mısınız? Ya da hala mesela HDP’yi pasif bir siyaset eleştirisiyle mi izliyorsunuz? Nasıl değerlendiriyorsunuz? Eğer pasif bir siyaset izlediğini düşünüyorsanız sizce HDP ne yapmalı? Nasıl bir rol üstlenmeli bu süreçte?

O konuya ilişkin ben de bazı şeyler söylemek istiyorum. Bizim HDP’ye ya da başka bir siyasal yapıya ayar verme gibi bir durumumuz yoktur. Yalnız biz, Kürt sorununun demokratik çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşme mücadelesini veren birleşenlerden birisiyiz, değil mi? Yani bu davada bulunan tüm birleşenler birbirini eleştirebilmeli, görüş sunabilmeli. Yani bizim HDP’ye ilişkin bir görüş ifade etmemizle hemen dost çevrelerin veya dost olmayan birtakım kesimlerin ”HDP’ye ayar veriliyor, bilmem ne yapılıyor, müdahale ediliyor” gibi şeyler söylemeleri yanlıştır. Demokratik işleyişin önünü tıkatmadır. Eleştiri hakkının önüne geçmedir. Görüş sunma kadar demokratik bir şey var mı?

Şimdi biz paneldeyiz değil mi? Siz görüşümü soruyorsunuz. Ben görüşümü söylerim yani bu bir ayar, şu, bu değil. Bir de biz HDP yapılanmasına büyük bir saygı duyuyoruz. Yani ilk kez Kürt halkı en güçlü birliğini HDP çatısı altında kurdu bu seçimlerle. Tarihte ilktir. Başka dönemlerde hiçbir yerde, Ağrı’da Kürt halkı yüzde 74 bir araya gelmemiştir ya da Hakkari’de yüzde 85 bir araya gelmemiştir ya da Amed’ de veya Dersim’de veya Iğdır’da… Her yerde öyledir. Yani HDP çatısı altında Kürt iradeleşmesi, birliği doğmuştur bu bir.

İkincisi ise Türkiye’de sistemden dışlanan, zarar gören, başta sol sosyalist demokratik çevreler, Alevi toplumumuz, Ezidiler, Ermeniler yani değişik kültür inanç gruplarının tümünü belki tümü değil ama büyük çoğunluğunu çatısı altında toplayarak Kürt Özgürlük Hareketi’yle Türkiye sol ve demokrasi güçlerini birleştirdi. Bu çok ulvi bir şeydir, çok değerli, çok anlamlıdır. Yani bana göre Türkiye’nin derin devletinin yıllardan beri en önemli amacı Kürt Özgürlük Hareketi ile Türkiye solunun demokrasi güçlerinin bir araya gelmesini önlemeydi, HDP bunu aştı. Bu yeni bir gelişme, yeni bir durum. Dolayısıyla bizim HDP’yi böyle bir Kürt partisi gibi görme durumumuz yok yani. Hani diyorlar ya HDP Türkiyelileşmek istiyor buna destek sunmak istiyor, buna en çok destek sunan biziz ve bir de unutmayalım HDP projesi Önder Apo’nun bakış açısı, perspektifi çerçevesinde oluşan bir projedir. En çok biz HDP’nin Türkiyelileşmesinin taraftarıyız, bunu isteriz. Hiç bir biçimde bu konuda bir kısıtlama önüne geçme gibi bir durum asla olamaz. Projesine dönük bir şeyimiz yoktur, destekliyoruz. Orada yer alan bütün değişik grupları, çevreleri, partileri, hepsini saygıyla karşılıyoruz. İradeleri vardır, önemli bir oluşumdur, ortaya çıkmıştır, başarı kazanmıştır. Bu önemli bir sonuç. Bu ayrı husus.

“HDP FIRTINA GİBİ OLMALIYDI”

Peki, gelelim siyasetine HDP’nin.

Gelelim, siyasetine tamam. Biz siyasetini yetersiz görüyoruz. Neden? Şimdi Haziran seçimleri Türkiye’nin en önemli seçimi değil miydi? Ve bu seçimde kim başarı kazandı, kim zafer kazandı? HDP. Seçim zaferi kazanan bir parti fırtına gibi olmalıydı. Daha aktif olmalıydı. Daha hızlı olmalıydı. Bu meclisin bir kurucu meclis olması için öneri üzerine öneri yapmalıydı. Öncelikle Türkiye toplumunun boynunda bir halka gibi duran anayasaya yönelik girişimleri olmalıydı. Demokratik bir anayasa sürecini hemen gündemleştirmeliydi. Yani bizce HDP daha aktif olabilirdi. Türkiye’nin öncelikli sorunlarını daha fazla gündeme taşıyan bir siyasal performans göstermeliydi, göstermesi gerekir diye düşünüyorum. Daha zamanı da geçmiş değildir. Bunlar öneri olarak kabul edilirse öneridir. Görüş olarak kabul ediliyorsa görüştür. Yani demokratik tartışma ortamındayız.

Dolayısıyla bizce, bizim de bir tecrübemiz vardır yani. Yıllara dayanan bir birikimimiz vardır. Bundan bütün devrimci, demokrat çevrelerin istifade etmesi de pekala uygun bir dayanışma yaklaşımı olur.  Kısaca biz, HDP kazanan bir partidir daha aktif olabilmeliydi, olması gerekir diye düşünüyoruz önümüzdeki süreçte de. Daha önce ifade ettiğim eleştirel yaklaşıma tabii ki katılıyorum. Aynen yine o noktadayız. Bize göre HDP bir ilkeler partisidir. Zaten o bir araya gelmiş bütün zengin birleşim o ilkeler ekseninde bir araya gelmiştir. HDP Türkiye toplumuna karşı verdiği sözü esas olarak barajı aşarak, yüzde 13 oy alarak sözünü yerine getirdi. Neydi sözü? “Seni başkan yaptırmayacağız” sözüydü. Bu başkanlık bugün Türkiye gündeminden düşmüşse, bu demek ki HDP, bu konuda verdiği sözün gereğini yapmıştır.

Şimdi ve ondan sonra kendini çok kayıtlar altına alma, şununla olurum bununla olmam, böyle adeta kendini sınırlayan bir yaklaşımı geliştirmesi doğru değil. HDP madem ki Türkiye’nin temel sorunlarını çözmek üzere yola çıkmış bir siyasal organizasyon ise o zaman sırtında küfe vardır. Öyle işte herkes hükümet kursun ben de öyle seyrederim diyemez yani. Gerekirse kendi de sorumluluk üstlenir. İşin içine girer yani. Ağır sorunlar vardır, onları yüklenmeye hazır olması gerekir, öyle yaklaşması lazım. Mesela Kürt sorununun çözümü. İşte bu çözüm olmadan Türkiye’de hiçbir şey düzelmez. Bunu bilerek gündemleştirmesi ve bu eksende tartışmaya açık olması gerekiyor yani. Böyle kendisini sınırlayan ve bir de sanki sadece ilkeleri olan, ilkelerine göre ahlaklı siyaset yapacak olan bir siyasal yapı olarak kendisine yaklaşıyor. Bu doğru, öyledir ama esas olarak da yüklenmiş olduğu bir misyon var, görev var. Bu görev çok tarihidir, ağır görevlerdir. Bunların altından kalkabilmek için daha girişimci, daha açılımcı, daha kapsayıcı olması gerekir diye düşünüyoruz. Umarım HDP’li yoldaşlar bunları yanlış anlamaz, bunlar aslında ön açıcılık için önemli hususlardır.

Bir de MHP’nin yok biz flu görüyoruz, yok sayıyoruz gibi blokajının adeta etkisi altına girdi. Zaten faşizan bir şeydir o. Yani renkli, çeşitli, demokratikleşmeyi kabul etmeyen bir tutumdur. Onu tüm Türkiye toplumuna şikayet etmek gerekirdi. Gündeme koyup tabii ki sert bir şekilde tavır koymak gerekiyordu o ne demektir yani? 6 milyon insanın iradesine böyle saygısızlık ne demektir? Bunu daha iyi izah etmesi gerekmektedir. Bunu adeta bir blokaj gibi yaptı, HDP de yani böyle biraz sanki onun etkisinde mi kaldı ne olduysa bilmiyorum tabii ben iç yapılarını. Kısaca bence o engelleri takmadan, engelleri aşabilmesi gerekir. Daha aktif bir siyaset yani mesela şimdi hükümet kurulacaksa ve Türkiye sorunlarının da acil bir biçimde çözüme ihtiyacı varsa HDP de her şeye hazır olmalıdır. Niye olmasın?

Neye hazır olmalı, nasıl bir sorumluluk almalı, biraz somutlayabilir misiniz lütfen?

Kendi ilkeleri doğrultusunda sorunları çözümleyecek olan iktidarlaşma süreçlerine katkı sunmalıdır. Ya dahil olmalı ya dışında katkı sunmalı, daha aktif olmalıdır yani böyle kenarda duran bir duruş değil de sahnenin ortasında rol üstlenen bir siyasi espri, dil, duruş önemli. Bu önemli. Yani illa ki hükümete girsin demiyorum, önemli olan açılımcılıktır. Ben koltuktan bahsetmiyorum, açılımcılık önemlidir. Gerekirse ona da hazır olur ama önemli olan açılımcılıktır. Diyorlar ki, biz kimseye düşman değiliz, bu doğru bir şey yani birçok doğruları da var. Tabii burada doğruların hepsini tek tek sayacak değiliz. Biz yetersiz gördüğümüz şeyleri söylüyoruz yani doğru şeyleri var bu doğrulara dayanarak aslında daha sonuç alıcı bir tarzı geliştirebilirler diye düşünüyoruz.

Peki Başbakan Davutoğlu HDP’ye de gidecek. Sizce HDP mesela, evet bazı genel ilkeler artık Türkiye kamuoyunda biliniyor tabii ki. HDP için yeni anayasa önemli bir ölçüdür, mutlaka. Nasıl bir hükümet kurulacağında alacağı pozisyonda çözüm süreci de öyledir. Türkiye de yaşayan bütün halkların bu konudaki özlemlerinin, beklentilerinin yeni anayasaya yansıması da elbette ki HDP’nin ölçülerinden ve bilinen bir şey. Bunun dışında Başbakan Davutoğlu kapıyı çaldığında HDP masaya ne koymalı?

Başbakan nezaket ziyaretini yapacağını söylüyor. Bir kere bu yanlış. Bence nezaket ziyaretine orada ihtiyaç yok. Türkiye’nin çözülmesi gereken sorunları var. Yani yanlış olan, eksik olan bir taraf değil, AKP zaten dıştalama noktasındadır. Bir tek dikkat edin, her seçim sonrası 2007,2011 seçim sonrası AKP her zaman bu gelenekten gelen siyasi yapıya, parlamenterlere, tırnak içinde söylüyorum terörle arasına mesafe koysun, yok bilmem ne yapsın, bunu dillendirirler, her seçim sonrası. Şimdi de Davutoğlu onu söylüyor, sanki her şey yeni oluşmuş da HDP’nin tutum belirlemesi gerekiyormuş, çağrı yapması gerekiyormuş gibi işi yokuşa süren tutum içerisinde AKP. Yani çok zemini yok gibi ama bence HDP’nin yetkilileri bu konuda kendi ilkelerine uygun bir çerçeveyle yaklaşım geliştirirler yani her şeye rağmen. Yeni anayasadır, çözüm sürecidir ve benzeri ve benzeri. Önemli hususlar var. Bu konuda herhalde gerekli şeyleri söylerler.

Benim en son bazı panellerde bazı HDP parlamenterlerini dinlediğim kadarıyla farkındalar yani muhtemelen o türden bazı yaklaşımları gündemleştirecekler, bence de gündemleştirmeleri gerekiyor. Yani şu var bu var, biz şunu yaparız bunu yapmayızdanziyade kendi ilkeleri çerçevesinde bunlar esas alınmalı ve bu çerçevede bizden de katkı böyle olabilir. Daha açık net bir tutum sahibi olmaları gerekli.Türkiye’deki seçilmiş olan tüm partiler bunun için seçilmişlerdir.MHP’nin tutumu zaten öyle tutum değildir sadece zihniyeti, ideolojik yaklaşımı değil siyasal duruşu da aslında duruş değildir yani. İşi yokuşa sürmedir. Halbuki bu toplum bunlara oy vermişse bir iş vermiştir, bir görev için vermiştir. Göreve de açık olmaları gerekiyor. Yani bu konuda daha açılımcı olmak gerekiyor diye düşünüyorum.

“TÜRKİYE ROJAVA’YA MÜDAHALE EDEMEZ”

Pekala, gelelim koalisyonu konuşunca çözüm sürecini konuşunca, HDP’yi konuşunca ve diğer siyasi partileri de tabii. Konuşulması gereken çok önemli başka bir konu var. Suriye ve Rojava meselesi. Son günlerde yine Türkiye’de ilk başta Suriye’ye girme tekrar bir askeri operasyon olasılığından bahsedilmeye başlandı. Arkasından güvenli bölge tartışması geldi. Sizce Türkiye’nin Suriye ye girme olasılığı söz konusu mu? Bir kere bunu sormak isterim. Bu tartışmaların konuştuğumuz çözüm süreciyle, demokratikleşmeyle, Türkiye’de tıkanan yol alınamayan bu süreçle nasıl bir bağlantısı var?

Öncelikle şunu söyleyeyim: Türkiye’nin Rojava’ya müdahale etme koşulları yoktur. Bunu Türkiye’ de biliyor, bilinçli gürültü çıkarıyorlar.

Neyin gürültüsü bu sizce?

Onlar DAİŞ’le aralarının kesilebileceğinden korkuyorlar. Kürt fobisi var. YPG’nin Cerablus’a doğru ilerleyeceğini düşünüyorlar. Bunu önlemeye çalışma gürültüleridir. Bir biçimde YPG veya Rojava Kanton Yönetimleri’nde etki oluşturma bir de ABD’ye dönük, uluslararası koalisyon güçlerine dönük etki oluşturmaya dair bir çabadır. En son sanırım böyle bazı ABD heyetiyle de iki gün süren görüşmeleri oldu, oralarda ne çıktı bilmiyoruz. Fakat mevcut konjonktürel durum eğer yeni bir şey olmamışsa bu son görüşmelerde, Türkiye’nin Rojava’ya müdahale etme koşullarının olmadığını gösteriyor. Neden? Her şeyden önce uluslar arası komisyon güçleri şuna inanıyor: Türkiye ile DAİŞ, yani Türkçe’de IŞİD denilen yapıyla sınırdaş olduğu müddetçe IŞİD zayıflatılamaz. Bu önemli bir şeydir. Erdoğan çoğu zaman şunu söylüyor, HDP’yi ya da bazen de başka partileri eleştirirken; Türkiye’yi karalıyorlar, kimse bizi IŞİD’le aynı parantez içine koyamaz filan diyor. Ya sen kendin aynı parantez içine koymuşsun, dünya böyle görüyor. Siyaseten açıkça söylemiyorlar. Biz biliyoruz, dünya öyle görüyor.

Türkiye’yle IŞİD karadan sınır olduğu müddetçe IŞİD zayıflatılamaz tespiti onlara ait bir tespittir. Dolayısıyla Türkiye’yi böyle ağır durumla karşı karşıya getiren diplomatik siyasi anlayışı sorgulamak gerekiyor. İşte ben bu yüzden diyorum ki müdahale etmesi de söz konusu olamaz, çünkü uluslar arası güçlerin hepsi karşı çıkar. Zaten belirttiler de, Rusya da, Amerika da, Avrupa da herkes karşıdır. Çünkü ne kadar ilerlerse daha fazla IŞİD’le sınır olmuş olacak. Yani ilerledikçe orada da IŞİD vardır. Bunu dünya istemez. Bu konuda Türkiye’nin mevcut içindeki pozisyon çok kötü bir pozisyon. Bunu belki AKP çeşitli biçimlerde örtmeye çalışıyor ama öyle değil. Niye bu duruma düştü Türkiye? AKP’deki Kürt sorununa yaklaşım zihniyeti buna yol açtı. AKP eğer Kürt sorununun çözümünde samimi olsaydı bu durumlar yaşanmazdı. Ama AKP Kürt sorununa samimi yaklaşmadığı için, yani Erdoğan’ın yaklaşımı nasıldır?

Şimdi bazı çevreler diyor ki Erdoğan Kürtlere iyi yaklaştı, şöyle yaklaştı, böyle yaklaştı. Halbuki Önder Apo’nun İmralı’ya götürülmesi, ardında 2001-2002’ye doğru gelinirken Kürt dilinin üzerindeki yasağın kaldırılması. Televizyonda birkaç sat Kürtçe konuşulması adımları AKP’den önce de atılmıştı yani Ecevit Hükümeti döneminde atılmıştı. Artık Kürt sorununun diyalogla çözüm süreci gündeme oturmuştu. Sonra AKP geldi 13 yıl boyunca oyaladı. Çözmedi, çözebilirdi. Oyaladı hep, çünkü zihniyetinde çözüm yoktur. Erdoğan’ın yaklaşımı nedir? Osmanlıcavari, adeta yani Osmanlı’da işte bütün toplumlar kendi dilini konuşur, rahattır. Yani o da Kürtler dilini konuşabilir, türküsünü söyleyebilir, bunlar üzerindeki yasaklar doğru değil. Kürt olmasından kaynaklı üzerine baskı yapması da doğru değil ama o Kürtler kimlikli bir duruş sergilerlerse ya da toplumsal bir hak isterlerse yok. Yani devletin geleneksel çizgisiyle aynıdır aslında.

“AKP ROJAVA’YA KIRMIZI ÇİZGİ OLARAK YAKLAŞIYOR”

En nihayetinde yine de bir farklılık olduğunu söylüyorsunuz devletin geleneksel çizgisinden dolayı.

Ama çözüm getirmeyen bir farklılıktır. Tersine çözümden ziyade asimilasyonun önünü açan, rahatlatan bir farktır yani farktan eğer bahsedecek böyle bir farktır. Burada çözüm yoktur. Çözüm olmadığı için, Kuzey’de çözüm olmadığı için, Rojava konusu gündeme girdiğinde AKP Rojava’ya kırmızı çizgi olarak yaklaştı.

Şimdi değişiyor mu bu politika?

Zaten Erdoğan, biz biliyoruz ki ismini söylememe gerek yok bazı dostlarla görüşürken de şunu söylemiş “ben Kürt sorununa çeşitli yaklaşımlar geliştirebilirim, ama Rojava benim için kırmızı çizgidir” demiştir. Yani orada Rojava karşıtları vardır. Özünde bir Kürt karşıtlığı vardır. Bu karşıtlık nedeniyle Türkiye diplomasisi Ortadoğu’da farklı bir rotaya kaydı. Suriye’de 2011’de iç karışıklıklar baş gösterir göstermez AKP kendini çok öne attı, işte Irak’ta ki gibi bir pozisyona düşmeyelim diye onlara göre Irak’ta müdahalenin dışında kaldılar. Orada bir Kürt federasyonu doğdu.

İşte Suriye’nin Kuzeyinde bir Kürt federasyon ya da Kürt kimlikli bir sistemin gelişmemesi için en önde olmalıyız hesabıyla başat bir rol oynadı ve işin içine girdi. Tabii Suriye’nin konjoktürel konumunu da doğru okuyamadı. Mesela biz bu konuda daha doğru okuduk. Biz biliyorduk Suriye’de ki durum ile Libya’da ki durum aynı değil ama AKP yetkilileri bunu doğru okuyamadı. Onlar sandılar ki işte 3-4 ayda rejim yıkılır böylece kendileri de, kendi kontrollerinde bir biçimlendirmeyi geliştirirler. Öyle çıkmadı, hesapları doğru çıkmadı. Dolayısıyla Ortadoğu’daki siyasetleri çöktü. Bunun nedeni de Kürt karşıtlığıdır, Rojava karşıtlığıdır. Rojava’dakoşullar oluştu. Rojava Hareketi, kendi şehirlerini kendileri yönetmeye kalkıştı hemen karşı tutum aldı.

Peki şuan da bu siyaset değişiyor mu sizce? Türkiye’nin Rojava politikasının değiştiğine dair bir takım yazılar oldu son zamanlarda bu yazılarda üst düzey bir dış işleri yetkilisinin bir grup gazeteciye verdiği bir birifinge dayandırılıyor ve buna göre  Türkiye’nin  Rojava’ya girme olasılığı aslında IŞID ile etkin bir mücadele için masaya alınan bir olasılık. PYD’nin ise rasyonel bir aktör olarak değerlendirilebileceği söyleniyor hatta bir köşe yazarı yakın zamanda PYD Eş Başkanı Salih Müslim’in Ankara’ya gelip gittiğini yazdı, yine PYD’den bir takım talepler olduğu söyleniyor. Cerablus’a ilerlememesi TelAbyad’ da etnik bir hiyerarşi yapılması ve YPG bayrağının indirilmesi gibi birtakım taleplerden bahsediliyor. Bütün bu tartışmalar sizce politikanın değişmeye başladığının emareleri olarak değerlendirilebilir mi? Her ne kadar üst düzey dış işleri yetkilisinin kim olduğunu bilmesek de sonuçta bu gazeteciler de aldıkları bu birifingi köşelerine taşıdılar.

Sinirlioğlu’dur.

Feridun Sinirlioğlu olduğunu mu düşünüyorsunuz?

Evet doğru. O, bu işlerle ilgilidir. Yani onun için odur diyorum.

Peki Feridun Sinirlioğlu olduğunu düşünüyorsanız sonuçta uzun zamandır dediğiniz gibi bu tür işlerle meşgul bir isim. Nasıl yaklaşıyorsunuz mesela şimdi isim üzerinden bir tahminde bulundunuz.

Hayır. İsimle ilgili bir şey değil. Türkiye siyasetinin değişeceğine dönük bir emare yok. Bence o bir varsayımdır. PYD’yi bir biçimde razı ederek bilmem girmek şu bu. Aslında o kontrole alma hesaplarıdır. Şimdi PYD’nin değil de aslında birde şöyle bir şey söyleniyor. Rojava’ya ilişkin birkaç bilgi vereyim. Hep PYD, PYD,PYD deniliyor. Halbuki PYD orada bir partidir. Hükümet içinde olan, ona yakın parti vardır. PYD’den öte bir TEVDEM var, Demokratik Toplum Hareketi var, orada çok çeşitli hareketler var, Arap halkını temsilen insanlar var, Asuri, Süryani halklarını temsilen insanlar var. Bir hükümet bir yönetim oluşturmuşlardır ve belirleyici olan o yönetimdir. Yani şimdi sadece PYD var orada birde askeri gücü YPG var sanki. Öyle değil, değişik çevreler var.

Nasıl ki HDP’nin içerisinde demin söz ettik çok çeşitli kesimler varsa, mevcut kanton yönetimlerin içerisinde de çok değişik kesimler var. Hatta daha fazla zengin. Mesela Cizre Kantonu’nda diyelim o kadar Arap var o kadar Asuri, Süryani insan var, temsil ediliyor. Üç dil, ana dildir. Yani kısaca orada sadece PYD değil, bir yapı var, oluşmuş bir kanton sistemi, bir kanton yönetimi var. Bu esastır. Fakat kendileri hep PYD diyorlar. Tabi PYD’de en büyük partidir. Öncülük misyonu olan bir yapıdır. Ondan hareketle herhalde böyle yapıyorlar. Bir de PYD’yi sanki PKK’nin bir koluymuş gibi gösteriyorlar. Bu da yanlış.

Bu azaldı ama son zamanlarda, ilk başlarda daha yoğun değil miydi sizce? Sizin takibinize göre azaldı mı?

Yok yine hep söylüyorlar işte PKK’nin bir kolu olan PYD. Halbuki ortada kol mol yoktur. Ortada Önder Apo’nun çözüm perspektifi var, ideolojisi var, felsefesi var. Bu felsefe tüm Kürt toplumu içindir ve tüm Ortadoğu içindir. Şimdi PYD Önder Apo’nun bu felsefesine dayalı olarak kurulmuştur. Böyle bir yapıdır. PKK ayrıdır, önderlik daha geniş bir gerçekliktir. Yarın Arabistan’da da aynı çizgide bir örgüt kurulabilir. Geçmişte zaten Irak’ta kuruldu sonra maddi imkansızlıklardan kendisini bir sivil toplum örgütüne dönüştürdü. Yani Apocu düşünce sistemine dayalı başka ülkelerde de partiler kurulabilir. PYD öyle bir yapıdır, oradan hareketle kolu filan diyorlar. Halbuki öyle değil esasında. En nihayetinde Rojava için veya Rojava’ya dönüp, bu son 2-3 gündür yapılan tartışmalarla tabi uluslararası güçlerle ne gibi sonuçlara vardılar bilemiyoruz ama…

İncirlik Üssü’nün kullanıma açılma meselesi var.

Evet. Türk Devleti Güney Kürdistan’da işlediği hatayı aynı şekilde Rojava’da da işliyor. Nasıl ki Güney Kürdistan ilk önce kırmızıçizgimiz dediler sonra kendi tükürdüklerini yaladırlar.  Rojava’da da benzer bir sonuca gitmek zorundalar. Yani bu Rojava karşıtlığı açık, ayan beyandır. Siz demin dediniz ki bilmem işte PYD’yi de bir biçimde konsolide edecekler bilmem işte birlikte daha aktif mücadele… Öyle değil, kontrole almak istiyorlar. Rahatsız oluyorlar. Peki şimdi IŞİD yıllardır, en azından bir yıldan fazla zamandır GreSipi’deydi,  niye rahatsızlık duymadı da Kürt güçleri orayı ele geçirince rahatsızlık duydu.

Sizce?

Daha sormaya devam edeceğim. Niye diyelim Kürt güçlerinin Cerablus’u da IŞİD’ın elinden almasından bu kadar rahatsızlık duyuyor.

Kürt kantonlarının birleştirilmesi endişesi ve bir Kürt koridoru açılması endişesi var.

Eğer ortada bir Kürt düşmanlığı yoksa niye bundan rahatsızdırlar. Üç kanton bileşmişse niye bundan rahatsızdılar.

Türkiye‘nin, demografik yapının değiştirilmesinden endişe edildiği söyleniyor.

O zaman Kürt sorununa samimi yaklaşmıyorlar. Kürt sorununun çözümü diye bir şey onların zihinsel altyapısında yoktur. Bu sonuca gidilir. Zaten öyledir. Siz dediniz ya Rojava ile sürecin ilişkisi nedir? Çok ilişkisi vardır. Yani eğer Türkiye Devleti Kürt fobisinden kurtulursa kendi vatandaşı konumunda bulunan Kuzey Kürdistan’da ki Kürt Halkı’na haklarını verirse ortak yaşam projesi temelinde demokratik ulus ekseninde sorunu çözerse Rojava’daki Kürtlerden çekinmez. Tersine onları destekler. Yani bizim amacımız şu Türk Devleti’nin Kürt karşıtlığı siyasetine son vermesi. Aslında Önder Apo’nun 2013 Nevroz’un da yayınladığı o önemli tarihi deklarasyonun özü buydu. Yani Kürt-Türk dostluğu dedi değil mi? Kardeşliği dedi o bunu gerektiriyordu.

Eşme ruhu da dedi ayrıca.

En son Eşme ruhu da dedi evet. Ama belli ki Türk Devleti bundan vazgeçmemiş, Türk Devleti halen Kürtlerin güç olmasından çekiniyor, korkuyor. Onun için Rojava’da güç olmasını istemiyor. Bir biçimde uluslararası güçleri de ikna ederek oraya müdahil olmak istiyor. Ama uluslararası güçlerde artık bir gerçekliği kavramış bulunuyorlar. Bugün Ortadoğu’da IŞID denilen yapıya karşı en etkili savaşı verebilen güç YPG’dir. Bunu herkes görüyor. Dolayısıyla orada bir ortaklık durumu gelişmiştir. Böyle bir süreç var. Gerekirse buna ilişkinde bir iki şey söyleyebilirim. Kısaca sonuçlandırayım Türk Devleti’nin yapmak istediği manevradır. Özünde Rojava karşıtlığı vardır. Rahatsızlığı ondandır. Bir bölgede Kürt yükselişi var buna karşı rahatsızlıktır, tepkidir.

* Programın ikinci bölümü bu akşam saat 21.00’da imc tv’de.

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
ÖNE ÇIKANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 261 34 89