• BIST 10276.88
  • Altın 2390.367
  • Dolar 32.335
  • Euro 34.7427
  • İstanbul 13 °C
  • Diyarbakır 13 °C
  • Ankara 9 °C
  • İzmir 15 °C
  • Berlin 14 °C

Kuşkunun zehirli sözcükleri: Ne verdik ne alıyoruz

Doğu Ergil

Grup arkadaşım psikiyatrist Prof. Erol Göka toplumumuzu travmatik bir yas toplumu olarak tanımlıyor. Yani çeşitli travmaların yol açtığı acılarından kurtulamamış ve kayıplarının yasını hâlâ tutan bir toplum...

Eh, koca bir imparatorluk kaybetmek kolay hazmedilir şey değil. O nedenle Birinci Dünya Harbi'ne bir imparatorluk olarak girip, büyük yenilgiyi ve kaybı örtmek için "mazlum milletlerin ilk kurtuluş savaşını veren ülke" olduğumuza kendimizi inandırmak ihtiyacı duymuşuz. Yitirilen topraklardan kopuşun acısıyla Anadolu'ya gelen Müslüman ahalinin, gayrimüslimleri acılarının kaynağı olarak görmeleri, hele özyönetim isteklerini ihanet olarak niteleyen merkezi hükümeti destekleyerek ülke(lerin)den koparılmalarına destek vermeleri travmalara yenilerini eklemiştir.

Kapının ardındaki düşman tehdidi

Önce kayıp ve sürgün, sonra elde kalan toprakların güvenliği için Anadolu'nun kadim halklarına uygulanan zorunlu göç, taşınması çok ağır bir bilinçaltı yaratmıştır. Bu yük, biraz ideolojik perdelemelerle (gönderilenler haindi veya sisteme itiraz edenler bölücüdür) biraz da sonu gelmeyen güvenlik kaygısıyla boğuşulan gerçek veya sanal düşmanlar üzerine yıkılarak hafifletilmeye çalışıldı.

Kayıplar için tutulan yas 'kapının ardındaki düşman tehdidi' ile beslenerek bugüne kadar taşındı. Sevr sendromu dediğimiz, her an Osmanlı'nın başına gelenin cumhuriyetin de başına gelebilir korkusu, bu kış gelebilecek komünizm, bu yaz gelebilecek irtica ve bu bahar bölünebileceğimiz endişeleriyle sürekli aklımızı ve ruhumuzu rehin aldı. Kendi ülkemizde neden çıktığını anlamaya çalışmadığımız için 30 yıl süren savaşta yitirdiğimiz evlatlarımızın acısıyla tazelenen yasımızı bir türlü sonlandıramadık.

Ne var ki yasını sonlandıramayan bir toplum ne kendisiyle yüzleşebilir ne de sorunlarına sağlıklı bir teşhis koyabilir. Hal böyleyken bugün yasımızı bitirecek, travmalarımızı sonlandıracak bir barışma fırsatı doğdu. Tuhaftır ama bu fırsata direnenler var. Onlar bir azınlık ama barış durumunu bile bir kayıp olarak nitelendirerek ülkenin normalleşmesini bilerek veya bilmeyerek engelliyorlar.

Alan da veren de bu ülkenin insanı

Ardına sığındıkları iki soru var: "Ne aldık, karşılığında ne veriyoruz?" Öncelikle alanın da verenin de bu ülkenin insanları olduğunu, kimsenin kimseden bir şey almadığı, vermediği aksine herkesin paylaşacağı haklar, özgürlükler, refah ve adaletten söz edildiği bir türlü anlaşılamıyor.

Bu sorulara 26 Nisan Cuma günkü yazısında en güzel yanıtları Ahmet Hakan vermiş; anlayana. "30 yıldır kanlı bir alışverişin içindeydik. Şehit veriyorduk, gerilla canı alıyorduk. Bomba veriyorduk, karakol baskını alıyorduk... Kan veriyorduk, kan alıyorduk. Güvenlik politikası veriyorduk, şehit cenazesi alıyorduk. İmha edilmiş PKK veriyorduk, yeni PKK alıyorduk. Köşeye sıkıştırma uygulaması veriyorduk, şehirlerin göbeğinde patlayan bombalar alıyorduk. Daha çok baskı veriyorduk, daha çok dağa çıkış alıyorduk.

30 yıl boyunca, bir tek gün bile bu kanlı alışveriş karşısında 'Yahu ne alıyoruz, ne veriyoruz' diye sormamışsın. Şimdi barış umudu belirmiş ve sen soruyorsun: Ne aldık/Ne verdik?"

Sonra bu soruları yanıtlıyor: "Kanı, ölümü, bombayı, baskını, düşmanlığı, baskıyı verdik. İnsanlığı, huzuru, barışı, kardeşliği, umudu, dayanışmayı aldık." Gerçekten "bundan daha kârlı bir alışveriş var mı?"

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
ÖNE ÇIKANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 261 34 89