• BIST 9693.46
  • Altın 2496.161
  • Dolar 32.4971
  • Euro 34.5977
  • İstanbul 14 °C
  • Diyarbakır 24 °C
  • Ankara 22 °C
  • İzmir 15 °C
  • Berlin 6 °C

Britanya elçisi: Kürt sorunu ancak diyalogla çözülebilir

Amberin Zaman

Britanya elçisi: Ne devlet gücü ne terör, Kürt sorunu ancak diyalogla çözülebilir

2014 yılından beri Ankara’da Britanya büyükelçisi görevini yürüten Richard Moore Türkiye’yi en yakından tanıyan yabancı misyon şeflerinden biri. 90’lı yılların başında henüz kariyerinin baharındayken Ankara’da elçiliğin basın ataşesi olarak tanımıştık kendisini. Yüzü sıhhat, beyni zeka fışkırıyordu.

Oxford Üniversitesi’nde siyaset, felsefe ve ekonomi (PPE) okuyan, Harvard Üniversitesi’nde yüksek lisans yapan Moore’un hızla yükseleceği belliydi. Görme engelli eşi Maggie ve kendisine rehberlik eden labrador cinsi köpeği ‘Star’, namı diğer ‘Yıldız hanım’ Moore’u başarılı ve ‘cool’ kılan unsurlar arasında.

Çiftin iki çocuğu var: İstanbul doğumlu Olivia (24) ve Jack (26). Çalışanları ne derler bilemem ama Moore bana her zaman iyi kalpli, şeffaf ve alçak gönüllü bir insan hissi vermiştir. Bu duyguları pek az diplomat bende tetiklemiştir. Birçoğu gazetecilerden tırsar, kof cümlelerle sorularınızı geçiştirmeye çalışır. Özellikle de Amerikalılar… Pakistan ve Malezya’da da görev yapan Libya doğumlu Moore onlardan biri değil. Kendisini tanıyanlar ve Twitter’da @UkAmbRichard adresinden takip edenler Moore’un mükemmel derecede Türkçe konuştuğunu bilir. İngilizlerin o tuhaf‘awww mwaw’ seslerini çıkartmadan… Aksanı süper yani…

Bu kadar övgü yeter. Buyrun, Diken’e neler anlattığını okuyun…

Türkiye pek çok platformda IŞİD’le ‘yeteri kadar’ mücadele etmemekle suçlanıyor. Bu alandaki işbirliğinizde bir ilerleme oldu mu? Eğer olduysa, bunu birkaç örnekle açıklayabilir misiniz?

Tabii ki bu alanda hepimiz daha fazlasını yapabiliriz. IŞİD’le mücadelemiz çok aşamalı; kuşakları ilgilendiren ve kolluk kuvvetleriyle silahlı kuvvetleri de içine alan bir mücadele olmasının yanı sıra ideolojik bir mücadele de…

Türkiye, bu çabalarda hayati bir rol oynuyor ve Birleşik Krallık olarak bizim için Türkiye kesinlikle kritik bir ortak. IŞİD’in zehirli ideolojisine ve kelimelerle ifade edilemeyecek kadar acımasız terör faaliyetlerine nasıl karşı çıkacağımızı birlikte öğrendikçe, işbirliğimiz tabii ki gelişti.

Mesela, sözde ‘yabancı savaşçılar’ konusundaki ortak çabalarımızı kesinlikle bu işbirliğinin iyi bir örneği olarak verebilirim. İlk başlarda bazı yanlış anlaşılmalar yaşadık belki ama özellikle geçtiğimiz yıl, işbirliğimiz sürekli olarak gelişerek daha da iyiye gitti.

Bu kolay bir iş değil. Çoğu zaman aileleri kayıp olduklarını fark edip polise bildirene kadar, bu ‘yabancı savaşçılar’ın seyahat etmekte olduğundan haberimiz olmuyor. Ayrıca bu şahısların yarısının radikalleşmiş olduğuna dair yetkililerin elinde bir kayıt da olmuyor. Dolayısıyla, Türk yetkililere bu şahısları Suriye’ye geçmeden yakalayabilmeleri için genellikle çok kısa bir zaman aralığı vermek zorunda kalıyoruz. Ve tabii Türkiye çok büyük bir ülke.

Ama, bu zorluklara rağmen, elimize ulaşan vakaların büyük bir çoğunluğunda ‘yabancı savaşçılar’ı yakalayıp haklarında yasal işlem yapılmak üzere Birleşik Krallık’a geri göndermeyi başarıyoruz. Mesela, Ankara saldırısının gerçekleştirildiği ve Türk polisinin diğer bütün çalışmalarını askıya alarak tüm kaynaklarıyla o saldırıya odaklanmasının kesinlikle mazur görüleceği o acı günde, kendilerine harekete geçebilmeleri için sadece 40 dakika gibi kısa bir süre sağlayabilmiş olmamıza rağmen, Birleşik Krallık’tan iki küçük çocuğuyla birlikte gelen bir kadını durdurmayı başardılar.

Biz, kendi açımızdan IŞİD’e katılmak isteyen bu savaşçıların seyahatlerini zorlaştırmak için bir takım tedbirler alıyoruz: Örneğin yetkililere pasaportlara el koyma hakkı veren bir yasayı uygulamaya aldık.

İşbirliğimizin iyi olduğu bir başka alan da havacılık güvenliği sektöründe. Her yıl Türkiye’ye 2,6 milyon Britanyalının geldiğini göz önünde bulundurursanız, bu alanın bizim için özellikle kritik bir önemi olduğunu takdir edersiniz. Turistler, ancak güvende olduklarını hissederlerse gelirler.

Öte yandan teröristler sürekli olarak yeni yöntemler geliştiriyor. Sabiha Gökçen Havalimanı’na yapılan son saldırı bizlere bir kez daha vatandaşlarımızın emniyeti için şeffaf bir şekilde birlikte çalışmak zorunda olduğumuzu hatırlattı.

Hala sorun teşkil eden alanlar var mı? Türkiye’nin daha fazla alması gereken ya da alabileceği tedbir var mı sizce?

Dediğim gibi, hepimiz için sürekli olarak kendimizi geliştirmek bir gereklilik. Ama birbirimizi suçlamak bence zaman kaybından başka bir şey değil. Aramızda sorunlar olduğunda -ki bu sorunlar her iki taraftan da kaynaklanıyor olabilir- bunlara çözüm getirebilmek için bu sorunları açık yüreklilikle ve dürüst bir şekilde, ama tabii ki özel toplantılarda konuşuyoruz.

Mesela, bilgi paylaşımı bunun güzel bir örneği. Bu alanda kesinlikle daha da başarılı olabiliriz. Bunların bir kısmı teknik konuları içeriyor tabii. Her iki tarafın da delil niteliği taşıyan bilgileri, karşı tarafın yasal sisteminde kullanılabilecek şekilde, birbirleriyle paylaşabilmesi gerek. Britanya’ya geri gönderilen ‘yabancı savaşçılar’ın hak ettikleri hükümleri alabilmesini ancak bu şekilde sağlayabiliriz. Bu konu üzerinde çalışıyoruz. Her iki taraf da konuya iyi niyetle yaklaşıyor ve sabır gerektirecek belki ama, bu konuyu da diğerlerini de çözeceğiz.

Rusya’nın Suriye’ye müdahalesi, Türkiye’nin NATO’ya ve Batı’ya biraz daha yaklaşmasına neden olmuş gibi görünüyor. Bazı yorumcular, Rusya’nın Türkiye’yi kuzey Suriye’deki nüfuzunu azaltabilmek için özellikle böyle bir çatışmaya sürüklediğini savunuyor. Sizce Türkiye’nin kuzey Suriye’deki manevra kabiliyeti, bölgedeki Kürtlerin ve Esad rejiminin lehine olacak şekilde kısıtlandı mı?

Gerçek dostlarımızın ve müttefiklerimizin kimler olduğunu zor zamanlarda anlarız. Türk basınında şu son iki yıl boyunca gördüğüm bazı NATO ve Batı karşıtı söylemler, gerçekten de saçmaydı ve Türkiye’nin içinde bulunduğu durumun gerçeklerini yansıtmaktan tamamen uzaktı.

Tabii ki bir anlamda Türkiye’nin NATO’ya daha fazla yaklaşması mümkün değil çünkü zaten 1950’lerin başından beri ittifakın tam ve aktif bir üyesi Türkiye. Türk askerleri, NATO güçlerinin bir parçası olarak Kore’den Afganistan’a pek çok bölgede kanını akıttı.

Rusya’nın Suriye’deki askeri müdahalesi hem IŞİD’e karşı yürütülen mücadeleye hem de ülkede barışçıl bir siyasi geçiş sürecinin sağlanması amacıyla yürütmekte olduğumuz ortak çabalara inanılmaz derecede zarar veriyor. Bu müdahalelerde IŞİD’in hedef alındığı iddiası tamamıyla gerçek dışı (ve Ukrayna’daki müdahaleleri için yürüttükleri tahrif kampanyasının bir benzeri). Hava saldırılarının büyük bir kısmı, yüz binlerce vatandaşının ölümünden ve bölgeyi ve bugün de Avrupa’yı etkileyen mülteci akımından sorumlu Esad rejimine destek olmak amacıyla Suriyeli ılımlı muhalifleri hedef alıyor. Rusya’ya ait SU-24 savaş uçağı vuruldu çünkü, Türkiye’nin egemenliğine saygı duyması yönünde Moskova’ya defalarca kez yapılan uyarılara rağmen, Türkiye’nin hava sahasını ihlal etmişti. Birleşik Krallık ve NATO olarak, bu konuda Türkiye’ye güçlü bir destek verdik. Ve Ankara’nın gerginliğin azaltılması için gösterdiği çabayı da memnuniyetle karşılıyoruz. Moskova’nın bu çabalara uygun şekilde yanıt vereceğini ve Suriye’ye barışçıl bir çözüm getirmek amacıyla şu anda yürütülmekte olan diplomatik süreçte olumlu bir rol oynayacaklarını umuyoruz.

Suriye mozaiğinin tüm unsurlarının, Aleviler, Sünniler, Kürtler ve diğer halkların, herkesi içine alan barışçıl bir Suriye’de bir gelecekleri olduğunu hissetmeye ihtiyacı var.

Türkiye ile Rusya arasında NATO’nun devreye girmesini gerektirecek gerçek bir gerilim riski olduğunu düşünüyor musunuz? Rusya’nın müdahalesi, Suriye çatışmasının çözümünü kolaylaştırdı mı yoksa daha da mı zorlaştırdı?

Daha önce de belirttiğim gibi, Türkiye’nin bu konudaki gerilimin tırmandırılmaması için attığı adımlara saygı duyuyoruz. Ankara’nın bu istikrarlı tavrını sürdüreceğinden eminim.

Birleşik Krallık da dâhil NATO müttefikleri, Ruslara Suriye sahnesindeki yanlış hesaplama olasılıklarını en aza indirmemiz gerektiği mesajını çok net bir şekilde verdi. Rusya’nın müdahalesi çözüm arayışlarını karmaşıklaştırdı. Fakat ülkeye girmenin kolay olmadığını fark ettiler ve kayıplar verdiler. Bir askeri müdahaleyi başlatmak, sonlandırmaktan daha kolay. Bence, Rusya bir iç savaşın içine çekilmesinin getireceği risklerin farkında ve artık bu soruna siyasi bir çözüm bulmak için de bir nedeni var. Umalım ki haklı çıkayım.

Hükümetinizin PYD konusundaki görüşü nedir? Onları bir müttefik olarak görüyor musunuz? Türkiye’nin PYD ile işbirliği yapmasının IŞİD’le mücadeleye bir artı kazandıracağına inanıyor musunuz?

PYD’yi, Suriye sahnesindeki unsurlardan birisi olarak görüyoruz. Kabul edilmesi gereken bir gerçek ve IŞİD’in Suriye’deki Kürt bölgelerinden çıkartılmasında da faydalı bir rol oynadılar.

Ama tabii PYD’nin PKK ile bağlantıları konusunda da naïf değiliz ve güneydoğuda PKK’nın yürüttüğü terörist kampanyayla mücadele eden Türkiye için bu konunun son derece hassas bir konu olduğunun da farkındayız. Bu yüzden, PKK terörünü çok açık ve net bir şekilde kınıyoruz -örgütün Birleşik Krallık’ta faaliyet kabiliyetlerini engellemek için çok ciddi adımlar atıyoruz- ve onları yeniden ateşkes ilan etmeye çağırıyoruz. Ve bu olduğunda da, Türk hükümetini yeniden barış sürecini başlatması konusunda teşvik ediyoruz.

Türkiye’de ilk görev aldığım yıllardan çok net hatırlıyorum: 1990’lı yıllar gösterdi ki Kürt sorununa ne terörle ne de devlet güvenlik güçleriyle bir çözüm bulunabilir. Bu sorun ancak diyalogla çözülebilir. Ne yazık ki bu, bizim de Kuzey İrlanda’da büyük acılarla öğrendiğimiz bir ders.

Silahların susması ve Türkiye’nin güneydoğusunda tekrar diyaloğun inşa edilmesi sadece Türkiye’nin ekonomik ve siyasi istikrarı için önemli değil, aynı zamanda bölgedeki istikrarsızlığın hafifletilmesi için de son derece önemli bir rol oynayacak bir adım.

Güneydoğu’da şiddet artıyor. Barış süreci donmuş durumda. İnsan hakları örgütleri, iki ateş arasında kalan vatandaşların çok büyük tacizlere maruz kaldığından bahsediyor. Bu arada AB, görünüşe göre Türkiye’nin Suriyeli mültecileri Avrupa’dan uzak tutması karşılğında Türkiye ile yeni müzakere fasıllarını açtı. Pekiyi bu AB’nin Türkiye üzerinde kalan ahlaki etkisini biraz azaltmıyor mu? Böyle bir dönem, demokratik reformlara yeniden, barış sürecine ve Kıbrıs konusunun çözümüne hız verilmesi için nasıl kullanılabilir?

Güneydoğudaki durum gerçekten de çok endişe verici. 2014 yılının başında Türkiye’ye geri döndüğümde çözüm sürecinin rayında ilerlediğini görünce çok umutlanmıştım. Dönemin başbakanı Erdoğan, Birleşik Krallık’tan ve diğer ülkelerden o barış sürecini başlatabilmek için atılması gereken cesur adımları atabildiği için çok büyük bir takdir almıştı.

Mümkün olan en kısa sürede bu sürece yeniden geri dönüleceğini umuyorum. Hepimiz, kalıcı çözüm için tek yolun barışçıl diyalog olduğunun farkındayken, Türkiye’nin bu cesur askerlerini ve polislerini ve Tahir Elçi gibi barış sözcülerini kaybetmeye devam etmesi gerçekten korkunç bir trajedi olur.

AB konusunda ise evet belki de katılım sürecinin hızla yeniden başlatılmasında göç krizi etkili bir rol oynadı. Biliyorsunuz, Birleşik Krallık bir süredir bu süreci başlatmaya çalışıyordu. Ama şu anda gerçek bir ivmeye sahibiz ve her iki tarafta da bu ivmenin devam etmesini sağlamak için çok çalışmamız gerekiyor. Birleşik Krallık bu konuda Türkiye’nin daima güçlü bir destekçisi oldu, dolayısıyla biz bu ilerlemeyi görmekten mutluyuz.

Şimdi her iki tarafın da AB-Türkiye Eylem Planı kapsamında verdiği sözleri hayata geçirmesi gerekiyor. Kıbrıs konusunu çözüme kavuşturabilmeliyiz ki katılım fasıllarının önündeki önemli bir engeli ortadan kaldırabilelim; bu arada, bu konuda ben çok iyimserim. Ve tabii nihayetinde, müktesebatın demokratik gereklerini yerine getirme yükümlülüğü de ortadan kalkmış değil! Katılım, koşullara bağlı bir süreç ve Türk hükümetinin bizlere ana hatlarıyla açıkladığı son derece ümit vaat eden reform paketini eksiksiz olarak yürürlüğe koyması da hayati bir önem taşıyor. Basın özgürlüğü ve hukukun üstünlüğü konularında ilerleme ise özellikle aciliyet arz etmekte.

Hükümetinizin politikalarının kendi kişisel değerlerinizle ters düştüğünü hissettiğiniz anlar oldu mu? Eğer olduysa, böyle bir ikilemin üstesinden nasıl geliyorsunuz?

Bazen hükümet politikasına katılmadığım durumlar olabiliyor tabii ama demokratik bir sistemde, kararları seçilen politikacılar verir ve bu da benim daima saygı duyduğum bir ilke. Aslında değerler konusunda vicdani bir kriz hiç yaşamadım. Hissetmiş olabileceğim endişeler de sadece politikayla ilgili kişisel fikir ayrılıklarından ibaretti. Eğer Birleşik Krallık hükümetinin ahlaki açıdan aykırı bir şey yaptığına inansaydım, istifa ederdim. Ama neyse ki hiç böyle bir durumda kalmadım. Britanyalı politikacıların pek çok kez çok zor konularla mücadele ettiklerine ve bunu yaparken doğru olanı yapmaya çalıştıklarına şahit oldum ve 28 yıllık kamu hizmetim boyunca da, hep bu çabalarında onlara yardımcı olmayı istedim.

Yıllar önce, basından sorumlu diplomat olarak Türkiye’de görev yapmıştınız. Pekiyi bugün basın üzerindeki baskının arttığını düşünüyor musunuz? Medya ve hükümet dinamiğindeki farklılıkları nasıl görüyorsunuz?

Yani, 1990’lı yılların başında Türkiye genel anlamıyla çok daha az demokratik bir ülkeydi. Ama o zaman da, tıpkı şu anda olduğu gibi, herhangi bir korku ya da lütuf hissetmeden haber yapabilmek adına basın özgürlüğünü savunmaya çalışan çok cesur gazeteciler vardı. Sen mesela Amberin, o zaman o gazetecilerden biriydin ve hala öylesin. Yazdığın her şeye her zaman katıldığımı söyleyemem ama mesleğine ve gerçekleri gördüğün şekilde yazma konusuna duyduğun bağlılığı takdir ediyorum.

2000’li yılların başında yaşanan gerçek ilerlemelerin sonrasında bence son yıllarda basın özgürlüğü konusunda biraz geriye gittik. Gazetecilere çok fazla gözdağı veriliyor, çok fazla oto-sansür uygulanıyor ve Hürriyet’e yapılan saldırı ve Can Dündar ile Erdem Gül’ün tutuklanması gibi olayları son derece endişe verici buluyorum.

2016 yılında bu konularda bir ilerleme kaydedebileceğimizi umuyorum. Eğer Türkiye AB ile ilişkilerinde göç kriziyle alevlenen yeni ivmeyi sürdürmek istiyorsa, bu şart.

Birleşik Krallık, Türkiye ile ticari ilişkilerde diğer bazı Avrupa ülkelerinin gerisinde kalıyor. Sizce bunun nedeni ne ve bu konuda ne gibi adımlar atmayı planlıyorsunuz?

Türkiye’yle güçlü ticari ilişkilerimiz var ama tabii ki daha fazlasını da yapabileceğimizi düşünüyorum. İkili ticaretimiz her yıl artıyor. En son rakamlar 2009 yılından bu yana yüzde 68 oranında bir artış kaydettiğimizi gösteriyor!

Bence en önemli unsur, ticari ilişki algısının yeniden şekillendirilmesi. Birleşik Krallık olarak, Türkiye’yle ticaret ve yatırım ilişkilerimizi her iki tarafın da yararına olacak şekilde ilerletmek istiyoruz. Refah artması, tüm insanlar için istikrarın ve güvenliğin de artmasını sağlayacaktır.

Çoğunlukla Türk kuruluş ve firmalarıyla ortaklıklar kurmaya, bilgi ve inovasyon paylaşımı için yeni yollar geliştirmeye ve herkese daha fazla beceri ve kabiliyet kazandırmaya odaklanmış durumdayız. Bu girişimlerimizin en güzel örneklerinden bir tanesi de Rolls Royce’un Türk hükümeti ve ortak kuruluşlarla birlikte Türkiye’de İleri İmalat Teknolojileri Merkezi kuruyor olması. Bizi çok memnun eden bir başka örnek de BAES’in Türkiye’nin jet savaş uçağı program için teknik ortaklık konusunda sözleşme öncesi çalışma faaliyetlerine seçilmiş olması. Görüşmelerin, sözleşmenin imzalanmasıyla sonuçlanacağını umuyoruz. Bilişim sektöründeyse, Vodafone’un Türkiye’de 4G+ iletişimi sağlayan ortaklardan birisi olması, Birleşik Krallık firmalarının, her iki ülkenin ekonomisine de katkı sağlayacak şekilde uzun vadeli girişimler için Türkiye’de yatırım yaptıklarının bir göstergesi. Ve tabii ki, 40 milyon GBP’lik Newton-Kâtip Çelebi fonu ortaklığımız ve Türkiye-Birleşik Krallık Bilim ve İnovasyon Yılı ektinliklerimiz de dâhil bilim ve inovasyon alanındaki güçlü işbirliğimiz de tüm bu çalışmalarımızı ayrıca destekliyor.

2012 yılında başlayan GREAT kampanyası, Birleşik Krallık ile Türkiye arasındaki ticaret, yatırım ve eğitim bağlarını artırmamızda, ayrıca da Birleşik Krallık’ın Türkiye için bir iş ortağı olarak nâmının güçlenmesine destek oluyor. GREAT kampanyası, Birleşik Krallık’ın şimdiye kadar yürüttüğü en hırslı uluslararası piyasa kampanyası diyebilirim. Türkiye’de, Türkleri ve Türk iş dünyasını Birleşik Krallık’ı ziyaret etmeye, Birleşik Krallık’ta okumaya ve iş yapmaya teşvik etmek için Britanya’nın sunduğu harika fırsatları tanıtmayı ve anlatmayı amaçlıyor.

Türkiye’nin, Türkiye ile ve Türkiye’de iş yapmayı çok daha cazip kılacak olan Reform Planı’nı açıklamasından memnuniyet duyduk: Yatırımcılar ve iş insanları, şeffaf iş süreçlerini ve bağımsız düzenleyici kurumları büyük bir heyecanla bekliyorlar.

Dolayısıyla, daha da ilerletebileceğimiz pek çok harika ortaklığımız var ama bu yeni yılda çok daha fazlasını da yapabiliriz!

Komplo teorileri Türkiye’deki tartışmaların endişe verici bir bölümüne yön veriyor diyebiliriz. Ve bu tartışmalarda da çoğu zaman ülkeniz hedef alınıyor. Pekiyi sizin bu duruma tepkiniz ne oluyor?

Haklısınız. Ama tabii bu durum sadece Türkiye için geçerli değil. Pek çok toplumda bu tür saçmalıklara karşı bir eğilim var aslında.

Komplo teorisyenleri, basit bir iki cevaba indirilemeyecek kadar karmaşık olan konulara, bu tür bir iki basit açıklamayla cevap bulmaya çalışıyorlar. Fakat bu cevaplar insanları çekiyor çünkü belirsizlik içinde kalmak hoşlarına gitmiyor. Ve tabii ki kendi hatalarınla yüzleşmektense, kötü niyetli bir dış gücü suçlamak her zaman için çok daha kolay. Fakat sürekli olarak Sykes-Picot, Sevres ve Arabistanlı Lawrence’a gönderme yapılıp durulmasını biraz bıktırıcı buluyorum. Muhakkak ki tarihin derslerini inkâr etmemeliyiz ancak tarihe biraz daha objektif bir gözle bakmak da gerek.

Daha da önemlisi, 2016 yılındaki Birleşik Krallık’ın 1916 yılındaki Britanya imparatorluğuyla aynı olmadığını da kabul etmek gerek. Benim büyük babam 1916 yılında bağımsızlık için Britanya’ya karşı savaşan bir İrlandalı milliyetçiydi, bugünse çok sevgili torunu, Britanya büyükelçisi. Zaman ilerliyor ve kendi ülkelerimizle ilgili algılarımızın da aynı şekilde ilerlemesi gerek.

Birleşik Krallık olarak biz, son 400 yılın büyük bir bölümü boyunca müttefikimiz olmuş  Türkiye’nin başarılı ve müreffeh bir ülke olmasını istiyoruz. Bunun aksini savunan komplo teorisyenlerinin tüm yaptığı, gerçekleri reddetmekten ve okuyucularını kandırmak yerine eğitmek olan asli görevlerini yerine getirememekten ileriye gitmiyor.

Cem Küçük ile twitter düellonuzdan keyif aldınız mı? Twitter’da olmayı seviyor musunuz? Diğer Britanya büyükelçileriyle karşılaştırıldığınızda, takipçi sayısı sıralamasında neredesiniz?

Aslında ben bu tarz şeyleri pek kişisel almam ve Cem beyi de tanımıyorum. Konuya müdahale ettim çünkü başbakanımla ilgili yanlış verilen bir bilgiyi düzeltmem gerekiyordu.

Ama Twitter’i çok sevdiğimi söyleyebilirim. Twitter bana, Türkler’e -ve diğer kişilerle- aracı olmadan sohbet edebilmem için bir ortam sunuyor ve bence bu gerçekten çok değerli bir fırsat. Ayrıca, bu sayede kendimi ve kişiliğimi de bir parça da olsa tanıtma imkânı buluyorum. Gerçekten son derece kişisel bir ortam. Böylece Twitter takipçilerim ‘resmi ben’in yanı sıra kişisel yönlerimi de bir parça görme fırsatı buluyor diye düşünüyorum.

Şu anda @UKAmbRichard 11.8b takipçiye ulaştı ve burada, benzer sayıda takipçiye ulaşmış olan, İstanbul başkonsolosumuz @LeighTurnerFCO’in de biraz reklamını yapayım. Sanırım bu da bizi Birleşik Krallık diplomasi twitçileri arasında üst sıralara çıkartıyor! Büyükelçiliğimizin kurumsal hesabı olan @UKinTurkey ’i de özellikle belirtmem gerek tabii.

En sevdiğiniz Türkçe deyim, atasözü ya da kelime hangisi acaba?

Elçiye zeval olmaz! Tabii ki en sevdiğim deyim bu olmalı, değil mi?

Eğer eşinizi Türkiye’de romantik bir akşam yemeği için dışarı çıkartmak isteseniz, hangi şehri ya da beldeyi seçerdiniz?

Sanırım eşim bu romantik buluşma yerleri konusunda pek de iyi olmadığımı söyleyecektir! Ama galiba Boğaz’da bir yaz akşamı balık yemeyi çok az şey geçebilir.

Türkiye’de insanlar genellikle köpeklerinize nasıl tepki veriyorlar?

Her yerde olduğu gibi burada da tepkiler değişiyor. Ama sanırım genel olarak Türkler köpeklere düşkünler. Bazı belediyelerin sokak köpeklerini tekrar sokaklara bırakmadan önce aşılamak ve kısırlaştırmak konusunda özellikle hassas davrandığını fark ediyorum. Ve tabii bir de Türkiye’de muhteşem Sivas Kangal ile ispat edilmiş harika bir iş köpeği geleneği var. Bildiğiniz gibi eşim, Türkiye’ye yeni bir iş köpeği anlayışı kazandırdı: Görme engelliler için rehber köpekler! Maggie, görme engelli ve rehber köpeği Star- Türkiye’de ona ‘Yıldız Hanım’ diyoruz- burada oldukça ilgi çekti. Maggie ile tanıştıktan sonra muhteşem Nurdeniz Tuncer Hanım’ın -her ikisi de görme yetilerini aynı yaşlarda kaybettikleri için çok benzer bir deneyime sahipler- Türkiye’de bir rehber köpek derneği kurduğunu söylemekten de büyük bir mutluluk duyuyorum. Bu dernek bünyesinde iki yavru köpek rehber köpek eğitimlerine başladılar bile! Eğitimlerinin ilk yılını elçiliğimizdeki personelin yanında geçiriyorlar ve daha sonra, bir yaşına geldiklerinde, esas eğitimlerine başlayacaklar. İki Türk kadın da Birleşik Krallık’ta köpek eğitimine gidiyorlar. Dolayısıyla, bence bu, son derece özel olan bir köpeğe, Yıldız’ımıza, gösterilen gerçekten etkileyici bir tepki!

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
ÖNE ÇIKANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 261 34 89