• BIST 9645.02
  • Altın 2430.366
  • Dolar 32.529
  • Euro 34.865
  • İstanbul 18 °C
  • Diyarbakır 16 °C
  • Ankara 19 °C
  • İzmir 23 °C
  • Berlin 5 °C

'Amaç: Türkiye’yi dış müdahaleye açık hale getirmek'

'Amaç: Türkiye’yi dış müdahaleye açık hale getirmek'
Hakkarili yazar Halit Yalçın, diyalog ve barış söylemlerinin öne çıktığı bir dönemde 13 askerin yaşamını yitirdiği saldırıyı değerlendirdi.

Hakkarili yazar Halit Yalçın, diyalog ve barış söylemlerinin öne çıktığı bir dönemde 13 askerin yaşamını yitirdiği saldırıyı değerlendirdi.

Saldırıyı, Türk devleti ve PKK içindeki derin yapılanmaların birlikte örgütlediklerini düşündüğünü belirten Yalçın, eylemsizlik kararının sürmesini isteyen Abdullah Öcalan’ın devre dışı bırakılmak istendiğini ifade ediyor.

1990’larda yazdığı yazılardan dolayı 10 yıl hapis yatan Halit Yalçın’ın Euronews İstanbul muhabiri Bora Bayraktar’a yaptığı açıklamalar:

Silvan’da yaşanan çatışma bölgede gerilimi yine tırmandırdı. Şiddetin bu kadar tırmanması beklediğiniz bir şey miydi?

13 askerin ve 7 PKK mensubunun öldürülmesi ve şiddetin bu kadar tırmanması beni derinden sarsmıştır. Bana öyle geliyor ki bu Öcalan’ı by-pass eylemidir. Öcalan’a karşı yapılmış bir eylemdir. Çünkü Öcalan “ 15 Temmuz’un hükmü kalmadı, eylemsizlik devam etmeli” demişti. Ancak 15 Temmuz gelmeden hem de Silvan da, Silvan gibi daha iç bir yerde, bir merkezde, dağlardan uzak, PKK’nın hareket kabiliyetinin çok daha az olduğu bir yerde böyle korkunç bir eylemin olması benim aklıma başka şeyler getiriyor. Hatırlarsanız 1993’te tam bir çözüm aşamasına gelinmişti. Bir ateşkes süreci vardı ve böyle bir dönemde 33 er, silahsız er katledilmişti. 13 askerin öldürülmüş olması bu 33 er olayını hatırlatıyor. Yaşarsak göreceğiz birkaç ay ya da birkaç yıl içinde bu operasyonun bir provokasyon olduğu ortaya çıkacaktır. Çünkü böyle bir şeyin olması için hiçbir sebep yok. Hükümet bazı konularda ayak direse de buna karşın son iki güne gelindiğinde, Meclis Başkanı Cemil Çiçek ve hükümet tarafından çok olumlu mesajlar alınıyordu. Hükümet krizi aşılmaya çalışılıyordu. Artık orada değiliz. Türkiye’nin 20 memleketinde cenazeler var. Artık insanlar yemin krizini konuşmayacaklar. Demokratik Toplum Kongresi toplandı ve demokratik özerklik ilan etme kararı aldı. İşte bütün bu olaylar biraya geldiğinde yemin krizinin çözülmekte olduğu bir dönemde, demokratik özerklik kararının alındığı bir yerde böyle korkunç bir eylemle sapmış olmamız bana provokasyon izlenimi veriyor. Peki bu provokasyonu kim yapıyor. Ben burada sadece Türkiye Cumhuriyeti içindeki derin yapılanmaları değil aynı zamanda PKK’nın içindeki derin güçlerin de müdahil olduğu ve bu işi beraber örgütlediğini düşünüyorum. Bunu, Öcalan’ın “barış konseyi kurulsun, hakikatleri araştırma komisyonları kurulsun, DTK kendini daha da güçlendirsin” sözlerinin dolaştığı bir dönemde olması dolayısıyla bu eylemi biraz da ona karşı diye düşünüyorum.

DTK’nin özerklik ilan kararı alması ile 13 askerin hedef alındığı eylem, birbirine ters düşen eylemler midir? Birbirine karşı eylemler midir?

Evet. Kesinlikle. Demokratik özerklik talebi çok insani bir taleptir. “Ben kendi ülkemde, kendi köyümde, kasabamda kendi yönetimimi sağlamak istiyorum” diyor. Birileri de bunun sağlanmaması için, bunun konuşulmaması için harekete geçiyor. Çünkü bu eylemden sonra biz bunları konuşmayacağız. Demokratik özerkliğin getirecekleri-götürecekleri, kazandıracakları-kaybettirecekleri, ne sağlayacağını konuşmayacağız. Çünkü o 13 askerin öldüğü eylemden sonra biz kanı konuşuyoruz. Kanın aktığı, cenazelerin olduğu yerlerde yas olur. Yas olan yerde de insani şeyler, demokrasi konuları konuşulmaz. Bu eylem o kararı, kararlığı sabote etmek için yapılmıştır.

Peki özerklik konusunu biraz açalım. Kürtler şu anki mevcut sistemden farklı ne istiyor. Yerel yönetimler var.

Halit Yalçın: Bu biraz tarihsel bir sorundur. 1924 yılında Cumhuriyet kurulduktan ve ikinci meclis açıldıktan sonra Kürtlük namına ne varsa haram edilmiştir. İnsanlar Kürt kimliğiyle, adıyla, diliyle kabul edilmemiştir. Bu süreç bu güne kadar böyle gelmiştir. Çok acılı ve sancılı bir süreçtir. İsyanlar olmuş, bunlar bastırılmış. Bundan sonra çok büyük baskı ve istibdat dönemleri yaşanmış. 1970’lerde, 80’lerde, 90’larda hatta 2000’lere kadar bu böyle sürmüştür. Kürtler bu dönemde kendi adıyla, kültürüyle, edebiyatıyla, kendi diliyle var olmak istiyorlar. Kendi bölgelerinde egemen olmak istiyorlar. Bu egemenliği diğer kardeşleriyle birlikte yapmak istiyorlar. Kimileri çıkıp diyebilir ki bu ülkede Kürtler de vali olur. Kaymakam olur. Kuvvet komutanı olur, başbakan, cumhurbaşkanı olur. Doğrudur. Kürtlerden milletvekili olanlar var, başbakan, cumhurbaşkanı olanlar var. Ancak bugün bir araştırma yapılsa ve valilerden, emniyet müdürlerinden, kaymakamlardan bir tanesi acaba bir tanesi Kürt olarak, Ahmedi Hani gibi Kürt büyüklerinden haberdar mıdır? Kürt dilini iyi okuyup yazabiliyor mudur? Kürtçeyle ilişkisi nasıldır? Oralarda “ben Kürdüm Kürt olarak burada bulunuyorum” dese onu oralarda barındırırlar mı? Hayır. Dolayısıyla demokratik özerklik bu yönde bir adımdır. İnsanlar kendilerini yönetmek istiyor. Fakat bunu zorla dayatmayla yapılamaz. Ne BDP ne KCK ne KCD ne diğerleri bunu dayatarak, zorla yapamaz. Bu gönüllü birlikteliktir. Eğer siz bunu Türk halkıyla Türkiye Cumhuriyeti sınırlarında yapmak, federasyon ya da eyalet sistemi oluşturmak istiyorsanız oradaki halkın rızasını almak zorundasınız. Onları ikna etmelisiniz. Kürtün özgürlüğü, mutluluğu, Türk’ün yası üzerine olmaması lazımdır. Hatta Türk ile Kürt bu ülkede ortaktırlar. 80 yıldır Kürtler devlet denilen bu şirketten hakları olduğu kadar hisse alamamışlardır. Ortak olamamışlardır. Ancak bu konuyla ilgili yapılması gereken dayatmak değil ikna etmektir. Bu açıdan demokratik özerkliği Kürtlerin anlatması lazım. Bu sadece bölgedeki Kürtler için değil tüm Türkiye halkları için geçerlidir. Belki Ankara’daki, Yozgat’taki, İstanbul’daki insanlar da özerk olmak isteyebilirler. Merkezi sistemi gevşetmek gerekmektedir. Yerel yönetimlerin güçlendiği bir ortam. Biliyorsunuz 2004 yılında bir yasa çıkarıldı. Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ile ilgili olarak. Ama dönemin cumhurbaşkanı Sezer bu yasayı veto etti ve bunun üniter devlet içinde başka konuları gündeme getirebileceği için Anayasa Mahkemesi’nde iptal ettirmişti. Bugün BDP’nin bu yasayı tekrara Ak Parti’nin önüne getirip, bu yasayı yeniden Meclis’ten çıkarmaya çalışmalıdır.

Yeni Anayasanın konuşulduğu bir dönemde BDP’nin yemin etmemesini doğru buluyor musunuz? Sizce izlediği çizgi Kürt halkının istediği çizgi mi?

Bizler BDP’nin hangi amaçla seçildiyse o görevi yerine getirmelerini istiyoruz. Biz Hakkari’de 3 milletvekili seçtik. Biz onları Meclis’i boykot etmeleri için göndermedik. Onlar Meclis’e gitmeliler, orada oturmalılar ve orada bizim haklarımızı ve taleplerimizi gündeme getirmeliler. En büyük talebimiz de yeni bir anayasa yapılmasıdır. Türkiye toplumu yeniden inşa edilmelidir. İkinci Meclis döneminde Kürtlerin gücü yoktu. Pek çok Kürt lider o dönemde provokasyona getirilip idam edilmiştir. Ama bu gün durum farklı. 35 tane milletvekilimiz var. Bugün bu milletvekilleri Ak Parti’ye muhalefet edebilecek güçte ve yetenekte insanlardır. MHP ve CHP statükonun devamından yanadır ve onlar için belki yeni bir anayasa gerekli değildir. Ama AK Parti yeni bir anayasa yapmak istiyor. Muhafazakar, dindar herkesin daha iyi temsil edileceği bir anayasa yapmak istiyor. Kürtler de doğal ve insani haklarını elde etmek için yeni bir anayasa yapmak istiyor. Kürtler kendilerini daha iyi ifade edebilmek için mutlaka bu sürece katılmalıdır. Kürtlerin bugün bir söylemi var. Biz Türkiye’nin Türklerle birlikte kurucu unsuruyuz diyorlar. Ama bakın başka kurucu unsurlar da var. Arnavutlar, Boşnaklar, Lazlar, Rumlar, Süryaniler de Asuriler de.. Hepimiz kurucu unsuruz. Yeni anayasada iki kurucu unsuru öne alıp diğerlerini dışlamak doğru değil. Herkesin kendini ifade edebileceği, aynı haklara sahi olacağı bir anayasa gerekir. Herkesin anadil hakkını, inanç hakkını tanırsınız. Önemli olan herkesin kanun önünde eşitliğinin sağlanmasıdır. Böyle bir süreçte BDP’liler daha aktif olabilirlerdi. Daha sağlıklı bir süreç olabilirdi. Hükümeti eleştirmek yerine hükümeti onların zorlamaları gerekirdi. Provokasyona bu kadar açık bir zeminde daha dikkatli olmak gerekirdi. Demokratik özerklik Kürtlerin hakkıdır. Fakat demokratik özerklik ilanı ile, dayatmasıyla, siz asgari olan müştereklerde buluşmadan, Türk halkının gönlünü almadan, bu bölgede yaşayan diğer insanların rızasını almadan o bölgede rahat edemezsiniz. Huzur bulamazsınız. Türkiye zaten kuruluşundan yaralıdır. Bugün pek çok aşiretin yarısı Türkiye sınırlarında kalmış diğer yarısı ise sınırın öte tarafında kalmıştır. Zaten Hakkari, diğer kentler doğal hinterlandına sahip değil ki biz yeni bölünmelere yol açalım. 1918’de bir arada olan aşiretleri önce buluşturmak gerekir. Ondan sonra federasyon, entegrasyon konuşulur. Demokratik özerkliği o zaman yaparsınız. Parçalanmış bir toprakta siz daha fazla bölünmelere yol açarsanız daha büyük felaketler yaşanır.

Peki siz önümüzdeki dönemde neler bekliyorsunuz? Bu eylem hükümeti sertleştirir mi? Şiddet tırmanır mı?

Ben provokasyonların eskisi kadar etkili olacağına inanmıyorum. Türkiye’de bazı kesimler “bölgede şiddetin tırmanmasıyla yeniden iktidara gelebilir miyiz” düşüncesiyle bu olayları kışkırtabilirler. Ama biz artık 1990’lı yılların Türkiye’sinde değiliz. O zaman tek kanallı yayın vardı. O dönemde kendini kamufle etmek daha kolaydı. 2011 yılının temmuz ayında böyle provokasyonlara girmek böylesine gizli kapaklı kalamaz. Bu işi kimin yaptığı, nasıl yaptığı yakında ortaya çıkacaktır. Birileri hükümetin sertleşmesini istiyor. Polis kuvvetiyle, şiddet kullanarak olayları bastırma tavrı, yeni şiddet dalgası bölgeyi dış müdahaleye açık hale getirir. Biz bugün nasıl Suriye’yi Libya’yı yakından izliyoruz, insanlık orada halklara yapılanları kabul ediyor mu? Türkiye de kendi vatandaşlarına sert müdahale ederse dış dünyadan tepki olacaktır. Yani birileri burada şiddet çıkarsa biz yeniden Türkiye’de iktidar olabiliriz derken dışarıdan birileri de Türkiye’nin müdahaleye açık hale gelmesi için bu olayları kışkırtabilir.

Peki PKK da kimin sözü daha çok çıkıyor?

PKK içinde farklı fraksiyonlar olduğu kesin. PKK yeknesak bir örgüt değil. Ortadoğuda aktif olan bir örgüt olarak PKK dış müdahaleye, dış istihbarat kurumlarına, manipülasyona açık bir parti. Ancak Türkiye PKK’nın tasfiye edilmesine odaklanmaması lazım. Çünkü bu örgütün arkasında önemli bir halk desteği var. PKK’yı dönüştürmeye çalışması lazım. Örgüt içinde bazı güçler derin devletle ilişkili. Bunlar karşılıklı provokasyonlar yapıyorlar. Abdullah Öcalan’ın bu dönemde iyimser bir tablo çizdiği şu günlerde, BDP’ye çözüme, barışa dönük mesajlar verdiği bir dönemde birileri bunu sabote etmek istiyor.

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
ÖNE ÇIKANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 261 34 89