• BIST 8838.6
  • Altın 3022.58
  • Dolar 34.2261
  • Euro 37.0062
  • İstanbul 13 °C
  • Diyarbakır 15 °C
  • Ankara 11 °C
  • İzmir 19 °C
  • Berlin 10 °C

Tutunmuşluk Rolleri…

Ersin Tek

‘‘Kendi kendimizi boşa harcamak, bazen değersizliğimizi gizlemenin bir yoludur: Böylece, israf edilmeye değer hiçbir şeyin bulunmadığı masalını sürdürebiliriz.’’ (ERİC HOFFER)

Hayat bu kadar güzelken, bazen, insan kopup gidiyor tüm yaşanmışlıklardan. Tarifini yapamadığımız duygular sarıyor benliğimizi. Gündelik hayat daha çok boğmaya başlar. Boşlukta sallanır tüm umutlar. Kifayetsizleşir tüm sözcükler.

Böyle anlarda…

Tek istediğimiz; gündelik hayatın sıradanlığından, saçma sapan ilişkiler ağından bir an önce kaçıp kurtulmak; hiç görünmemek, bilinmemek, hayalete dönüşüp istediğimiz gibi davranmak…

Yıldızımızın bir daha parlamayacağını zannettiğimiz anlardır bunlar. Hayat derinliklerimizde öyle büyük fırtınalar yaratmıştır ki; gemimizin sakin bir limana yanaşması için dua ederiz. Hani fazla da seçeneğimiz yoktur. Sığınacak bir liman arar gözlerimiz sadece.

Bu vakitler, irade denilen mefhuma gözyaşı döktüğümüz, ‘kıstırıldığımız vakitler’ dir. Ama ne fayda, öyle hemen anlaşılıp aşılmıyor. Şuur kısır düşüncelerin çarmıhına gerilmiştir bir kere. Çok çok sonra anlarız ki, asırlık sancılar can veriyordur. Çaresizliğimiz büyüyordur. Sonra fethedemediğiniz yenilgiler, susturulmuş çığlığımız bir bir anlam kazanır bu çaresizlikte.

Bütün bunlar insan ruhunun derinliklerindeki kargaşanın bir an için gün yüzüne çıkmasıdır. Bu kargaşa sürekli vardı oysa. İnsan bu kargaşayı cennetten kendisiyle birlikte çıkarmıştı. İçinde büyütüyor. Sırtında taşıyor. Dışında gizliyor. Ama farkında olmuyor hiçbirinin; hep geç kalıyor.

Hep bu yüzden...

İnsan hayatı bazen bilinçli bazen bilinçsiz olarak, bazen aldanarak bazen aldatarak sürüyor.

Kişinin toplum gerçekliği içinde kendi gerçekliğinin varlığını hissetmesiyle de bir arayışa, daha doğrusu bir sürüklenişe dönüşüyor. Bunun sebebiyet verdiği iç kanamalar, iç gerilimler, çırpınışlar, toplumun insana verdiği rollerin dışına çıkma çabalarıdır. Lakin can yakıcı olabiliyor. Özellikle de geleneksel toplumlarda davranışların çoğu diğer insanların beklentilerini karşılamak için yapılırken. Bu toplumlarda ya size çizilmiş yollara razı olup tükenişleri(onlara göre tutunmuşluk rolleri) oynarsınız, ya da çizginin dışına çıkar yani size biçilen rollerin(kalıpların) dışına çıkıp toplum tarafından hırpalanmayı, dışlanmayı göze alırsınız.

Yaşadıklarımıza bakıyorum, durum bundan ibaret; anlamsız sürtüşmeler, anlamsız kaygılar, ideolojik saplantılar, sırıtan samimiyetsizlikler, günübirlik korkular, basit davalar, iğrenç dayatmalar ve hiç bitmeyen ötekileştirmeler…

Düşünen her beynin bunları çıplak gördüğü ve bunlarla karşı karşıya geldiği dönemleri vardır, biliyorum; kaçınılmaz bir karşılaşmadır bu. Aşılması gereken yolda bunlar vardır çünkü. Değişmez trajik yazgısıdır bu düşünen beynin…

Bir kırılma noktası da sayılabilir aslında. Tabi bu kırılma noktasını algılamayı ve aşmayı, kendinizi nerde ve ne olarak görmek istediğiniz tayin edecektir. Meyvesi özgürlük olduğundan, bedeli çok ağır olacak bu algılamanın.

Ve ne yazık ki çoğu kimse, bu hakikati bilemeden/göremeden göçüp gidiyor. Meriç’e göre bu çoğunluk sürüdür. Bunlar hep olmuştur ve olacaktır. Bunların varlığı değiştirmek üzere değil, korumak üzerine vardır. Yanlış taraftadırlar hep. Bunların kaybedecekleri bir şeyleri yok, zincirlerinden başka…

İşte bu sürüleşmede, içinden geçtiğimiz eğitim ve öğretim sistemi belirleyici bir rol oynuyor. Tek başına bir faktör sayılamaz elbet. Ama işin esprisi burada... Bunu daha somut anlamak için olaylara yaklaşım tarzımıza ve nasıl bir düşünsel süreç yaşadığımıza bakmak gerekiyor. Dikkatlice baktığımız vakit, göreceğimiz ilk şey derin çatlaklar olacaktır hayatımızda. Bu çatlaklar ya gerçekliğe yaklaştığımızı ya da gittikçe ondan uzaklaştığımızı gösterecektir.

Çoğunluğun cevabı asla doğru olmayacak. Çünkü doğru cevabı vermek, kendilerini, sarıldıkları büyük yalanı inkâr anlamına gelir. Bu da zordur. Yapmazlar. Yapamazlar.

İşte içinde yetiştiğimiz sistem değiştirici hatta çoğu zaman bağlayıcı özelliğinden olacak ki bakış açımızı daraltıcı daha da ileri giderek belleğimizi öldürücü bir hale gelebilir. Nihayetinde bugün önümüzde duran en vahim, en trajik gerçek bu…

Tabi bu kadar değil, bundan daha basit ve anlatılamaz bir durumdur bu yaşadıklarımız. Bir çelişkiler yumağı... Ne yapsak boş çünkü, çelişkilerimizle çivilenmişiz hayata ve çivilendiğimiz yerde yokluğun izleri var.

Dostoyevski’nin söylediği yere geldik: ‘‘Yoksa dünyaya gelişimin biricik nedeni, varlığımın yalnızca bir yalan olduğu sonucuna varmak için mi?’’ Devamında da şöyle diyordu: ‘‘Vardığım sonuca göre en iyisi hiçbir şey yapmamak. Her şeyden iyisi, bir köşeye çekilip seyirci kalmak. Onun için diyorum ki: Yaşasın yeraltı!’’

Tabi ki bu sonuç, Dostoyevski’nin vardığı sonuç. Sizin vardığınız veya varacağınız sonuç bu olmayabilir. Bu, yeraltından yazılmış çaresizliğin notları, oysa sizler…

Bizi nelerin beklediğini hiçbir zaman tam olarak bilemeyeceğiz. Bütün bu söylenceler, uyku ile kabir arasında sayıklamalar olarak kalacak. Hiçbiriniz tam olarak anlamayacaksınız biliyorum. Ne acı… Doğanın kendi işleyişiyle bütünleşememek, olayların seyrine anlam veremeden kapılıp gitmek. Bütün özgürlük teraneleri hezeyan içinde hezeyan! Anlattığınız ve anladığınız tüm özgürlükler köpük içinde köpük… 

J.J Rousseau, ‘Yalnız Adamın Hayalleri’ kitabında haklı olarak şunu diyordu: ‘‘O zaman anladım ki, iyiliğin kendisi de dahil, bütün doğal eğilimlerimizin tedbirsizce ve düşünülmeden toplum hayatına sokulması durumunda, bunlar nitelik değiştirerek, çoğu kez başta yararlı oldukları ölçüde, zararlı da olabilir. Bu kadar çok acı deneyim, yavaş yavaş başlangıçtaki eğilimlerimi değiştirdi; daha doğrusu, onları gerçek sınırlarına çekerek, başkalarının kötülüklerini kolaylaştırmaktan başka bir işe yaramadıklarında iyilik yapma eğilimime artık körü körüne uymamayı öğretti.’’ 

İyilik, iyi niyet, hoşgörü, acıma hepsi yalan… Bunlar sadece gururumuzu ve yalnızlığımızı gıdıklamak için kullandığımız enstrümanlardır. Kocaman bir yalan olarak kalacak bütün bunlar sözlerimizde.

İçimizdeki cehennemden habersiz bir dünya var dışımızda. Bilmiyor. Görmüyor. Anlatamıyor kimse. Ve hep öyle var olacak...

Rüzgârın türküsüne (tutunamayanlara) ses vermek kalıyor: ‘‘ Şimdi o tepedeyim. Usulca ağlıyorum, kanatlarımı kıran aşağılık ruhlara… Beni eskitenlere… Bilmem, rüzgârın türküsünü kaç kişi duyar ki?’’

Evet. Duyuyorum artık. Yoruldum bu saçmalıklardan. Yeter artık! demek geliyor içimden tüm ‘insancıklar’a, tüm yalanlara…

Filozofun çığlığı kulaklarımda yankılanıyor sürekli: ‘‘İnsanlar arasında yaşamak güçtür, susmak güçtür de ondan.’’ 

Zaten içimizdeki sessizliği bulmak için çıkmamış mıydık bu yola?

Kafka’nın hatırlattığı ödevler geçiyor aklımın bir yerinde: ‘‘Yaşamın başlangıcında iki ödev; giderek çevreni daraltmak ve kendini bu çevre dışında gizleyip gizlemediğini sürekli denetlemek.’’

Bütün bu sözler sizin için ne anlam ifade ediyor, bilmiyorum. Sadece, yüreğimin yeraltı günlüğünden küçük bir kesiti paylaşmak istedim. Belki de içimizdeki/dışımızdaki felaketleri anlatarak teselli bulma arayışı…

Haklı sözler ve basit insanların doğru mantığı sayın bütün bunları. ‘‘Ama haktan, mantıktan ne anlar şu zavallı dünya? Bunlar umurunda bile değildir. O, haksızlığını alabildiğine yürütür…’’ 

Hayat dediğin nedir ki; kimliği belirsizliklerimde saklı olan ruh… Bu ruh her gün, her an biraz daha can çekişiyor.

Ve biliyorum; Ben hayatı/insanları ne kadar hiçe saysam da, hayat kendi yatağında akacaktır. Ama ben de kendi yatağımda akacağım. Ruhumun karanlığındaki ışığa koşacağım durmadan. Çizginin dışına çıkağım hep. Tutunmuşluk rollerini elimin tersi ile iteceğim. Durulmayacağım. Kopuyorum artık her şeyden, herkesten. Yitik anlar çoğalıyor içimde.

Bu hayat tutuna(maya)nların oyunu; tutun(a)muyorum işte…

  • Yorumlar 1
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Yazarın Diğer Yazıları
    ÖNE ÇIKANLAR
    Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
    Tel : 0532 261 34 89