“Eğer on kişiden dokuzunun aptal olduğu ortada ise, ki bu herkesçe bilinen bir hesaptır, Tanrı aşkına, nasıl olur da bir seçim sandığı bu adamların oyları ile size bir hikmet sağlayabilir?”(Thomas Carlyle)
Uzun bir seçim maratonunu geride bırakmaya saatler kaldı.
Çok uzun geçti bu seçim maratonu ve bir o kadar da gerilimli.
Her türlü iğrençlikten tutunda adam öldürmeye kadar vardı bu seçim oyunu.
Seçim oyunu diyorum, çünkü ‘seçilmişleri seçme oyunu’ndan başka bir şey değil bu.
Birileri için her şey değişecek, cennet veya cehennem bu seçim sonucu yeryüzüne inecek türünden bir manzara olsa da; bir aldatmacadan, popülizmden başka bir şey değil bu yaşanılanlar…
Ne değişecek yarın?
Hiçbir şey değişmeyecek.
O zaman bunca tantana, bunca iğrençlik ne idi?
Tüm bu yapılanlar büyük bir aldatmacanın parçalarıydı sadece.
İnsanları köleleştirdikleri ‘demokrasi aldatmacası’…
Bu demokrasi yalanı için düşünürler tarihte uzun uzun şeyler sıralar, buraya yazsak bitmez. Oyunlarla, iğrençliklerle her insanın yegâneliğinin tezahürü olan yalnızlığı parçalandı, sınırlar konamayacak tek ve asıl özgürlüğü olan zihni tutsak edildi.
Bedenin bir önemi yok bu tutsaklık yanında.
Zihin, kendinden başka yönlere, içinde hakikatin bulunmadığı yerlere sefere çıktı bir kere, bitmiştir artık tüm özgürlükler, bitmiştir.
Daha fazla laf kalabalığına gerek yok.
İşte bu yüzden ne yarın ne de ondan sonraki günler hiçbir şeyi değiştiremeyecek.
Statükoyu rahatsız eden tarafta iseniz, yine ezilip dışlanacaksınız.
Doğru bir zemin ve seçim üzerinde bulunduğunuz için yine acı ve yoksulluk çekeceksiniz.
Bu, kişi için bir onur olacak belki ama dayanılması ve sürdürülmesi zordur.
Bu yüzden her gün daha ağır bedeller ödemeniz gerekecek.
Demokrasi, efendi ve kölelerin kan kardeşliğidir, der Nietzsche.
Bu kan kardeşliği tarihin zulüm yüzüdür.
Yeryüzünde zulmü yaygınlaştıran işbirliğini göreceksiniz her gün; zalim ve mazlumun işbirliği…
Bu işbirliği içimize öyle bir korku kültürü yerleştirmiş ki.
Kimsenin tam olarak açıklayamadığı, açıklamaktan çekindiği bir korku...
Bu korku kültürü sebebiyle kimse kendi diliyle/yüreğiyle/bilinciyle/kelimeleriyle konuşamıyor. Bunu doğuran işbirliğinin/sistemin öngördüğü çizgide anlaşılması mümkün olmayan bir yaşama itiliyor halklar.
Büyük bir anlamsızlık var.
Güçlülerin dili/dini revaçta…
Özgür ve özgün bir söylem ve de eylem yok.
Siyasi bilinci oluşturan unsurlardan uzak şu an yığınlar.
Ötekine karşı dürüst değil kimse.
Ötekileştirici siyasi bir mikrop taşıyor herkes ve dışındakilere bulaştırmak için de canla başla mücadele veriyor.
Kimse vicdanı temsil etmiyor.
İnsanların iradesini teslim alma ve çıkar mücadelesi içinde sömürücüler.
Anlamdan yoksun sloganlar eşliğinde mevsimsel özgürlükler vaat ediyorlar.
Biliyoruz ki, statükonun adamlarından ne aydın ne lider ne de özgürlük çıkar.
Kimse yemesin bizi!
Hata üstüne hata yapmamalı insan...
Duygular/Düşünceler bir labirent misali, her şey iç içe geçmiş bir haldedir; bir bakmışsınız sevgiden nefrete savrulmuşsunuz.
Bu duruma kolay düşmemek için sağlam bir inanç gerek.
İnanç, sağlam bir akılla olacak şey.
Akıllı olmak için de acılarına/çektiklerine bir anlam vermelidir insan.
Acılarını yok saymak, unutmak çözüm değildir.
Kabullenmek ve hak ettiği anlamı vermek zorundadır herkes.
Özgürlüğün sırrı burada saklı…
Acaba siyasetçi diye vitrine çıkarılanlar bunları biliyor mu?
Seçimden sonra ülkenin içinde gerçekleşecek olan çoğu yeni kırılmaları ve hemen yanı başımızda karışmış olan Suriye ve İran’nın durumunu görmüyorlar mı?
Amerikanın bölge üzerindeki hesapları içinde işbirlikçi rolünü mü oynayacaklar yoksa?
Seçimden sonra bir bir ortaya çıkacak bütün bunlar.
Seçimden önce kim kime ne söz vermişse hepsi ortaya çıkacaktır.
Sabırlar tükenmeye yakın çünkü…
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.