• BIST 10247.75
  • Altın 2393.909
  • Dolar 32.2484
  • Euro 34.6675
  • İstanbul 16 °C
  • Diyarbakır 11 °C
  • Ankara 14 °C
  • İzmir 20 °C
  • Berlin 8 °C

Savaş ve Kürdistan

Ersin Tek

‘‘Kendimizi kandırmayalım. Bugün herhangi uzak bir ülkedeki egzotik bir savaş, sözgelimi Polinezya adalarında ya da Afrika'nın herhangi bir köşesindeki bir savaş için bile gönüllü aransa, binlerce, yüzbinlerce kişi niçin olduğunu bilmeden, yalnızca kendinden ya da hoşnut olmadığı yaşam koşullarından kaçmak için oralara koşar. Ben savaşa karşı inançlı bir direniş olasılığını sıfır olarak görüyorum.

Bireyin bir organizasyona karşı gelmesi, kendini bırakıp onunla sürüklenip gitmesinden çok daha fazla cesaret gerektirir. Bireysel cesaret diyebileceğimiz bu nitelik, zamanımızın gelişmiş organizasyonları ve mekanizasyonu karşısında tamamen ölüp gidiyor.

Savaşta neredeyse her yerde sadece kitlesel cesaret olgusuna, yani topluluk içinde, emir komuta zincirine bağlı bir cesarete rastladım; bu kavramı mercek altına alacak olursak çok ilginç bileşkeleri olduğunu görürüz: fazlasıyla kibir, kendini beğenme, fazlasıyla kayıtsızlık ve hatta sıkıntı; ama her şeyden fazla da korku, geride kalmaktan, alay edilip aşağılanmaktan, yalnız hareket etmek zorunda kalmaktan ve en önemlisi de diğerlerinin kitlesel coşkusuyla ters düşmekten korkma…

Cephede en cesur olanların çoğunu daha sonra sivil yaşamda şahsen tanıyınca çok kuşku uyandıracak kahramanlar olduğunu gördüm. Kendimi de bunların dışında tutmuyorum.’’

Stefan Zweig’e ait bu satırları okurken, kendimi Yeryüzün(Kürdistan)’de binyıllardır süren acımasız savaşları ve sürekli ölen bir şeyler üzerine düşünürken buldum.

İnsanın bir politik varlık olması kendi seçimi değildi. Toplumların politik bir düzen oluşturmasında başlıca etmen savaştı çünkü. Tarih, savaş ve kanla örülmüştü. Bütün savaşların da temelinde sömürü ve sahip olma dürtüsü vardı. Nitekim savaşlar giderek başkanların, liderlerin, sınıfların, farklı dinî, ideolojik, siyasal akımların ve trajik sapmaların ortaya çıkmasına neden olmuştu. İlk insanın eline bulaşmış kan bu sapmanın ispatı ve başlangıcıydı. Bu çark hep böyle dönmüştü. Yeryüzünde insan bulunduğu sürece de böyle dönecekti…

Ve anladım ki; binlerce yıllık insanlık yolculuğu, aynı zamanda da hararetli bir özgürlük(varolma) mücadelesidir. Ölüm-yaşam kıskacındaki insan, kısacık ömründe, savaşlar ve belirsizliklerle boğuşur; kendi yaşamının akışını, varlık arayışını sürdürmek ya da kendi sabitliğini korumak isterken varoluş içinde sönüp gidiyor.

Ancak, insanlığın yeryüzünde yaşamaya başladığı ilk günlerden bugüne dek yoksul halkları birbirine kırdıran, insanlara yıkımlar ve katlanılmaz yoksulluklar getiren, sayısız ve tarifsiz acılar üreten savaşların/şiddetin elle tutulur bir yanı yok ve bu arızî bir durum olmalı. Bu nedenle, geleceğin belirsizliği içinde, içe kapanmanın, nefretin, savaşa/şiddete başvurmanın cazibesine kapılma döneminde yeryüzündeki karanlık güçlere teslim olmamak için, uzun erimli tarihten hareketle, tarihin kanlı kimliği üzerine, değişime karşı direnişler üzerine ve tarihin kırılma anları üzerine insanların daha bütüncül bir kavrayış edinebilmeleri ve fikir sahibi olabilmeleri için insanların zihninde ışık yakmayı amaçlayacak işler yapmalı, yeni alternatifler aramalı, derin ve saf olan barışın safında durmalı...

Varoluşsal gerçeklik böyle işlerken, Kürdistan’daki zahiri savaş en acımasız/en trajik biçimiyle sürüp gitmektedir. Kürdler, kendi siyasî, ekonomik, kültürel ve vatanlarının bağımsızlığını elde etmek için canlarıyla/mallarıyla gayret sarfediyor. Ne yazık ki, bu gayret geçmişte olduğu gibi bugün de henüz gereğince şuurlu ve gerekli teknolojik imkânlara sahip değil; Kürdler, birlik ve özgürlük idealine henüz ulaşamadılar. Bütün bu acı gerçekliklere rağmen kesin bir yenilgi, yok oluş, ortadan kalkış da söz konusu değildir. Tarihleri boyunca yok edilmek ile var olmak arasındaki ince çizgide yaşamlarını sürdüren Kürdlerin tarihsel direnişi(yürüyüşü) devam ediyor ve edecek…

Fakat Kürdler, atalarından devraldıkları karakter, ahlak ve imkânlar gereği açık savaşı tercih ediyorlar. Bu yüzden de ödedikleri bedel ve trajedileri ağır oluyor. Oysa Kürdlerin düşmanları dolaylı, üstü örtük kirli savaşı da en az açık savaş kadar kullanıyorlar. Hatta daha çok örtük-kirli savaşıyorlar. Çünkü, Kürdistan düşmanları için amaca ulaşmak için her araç/yöntem meşrudur, mubahtır. Bu düşmanlar ahlaksızlığın dibidir. Bu gerçek, Kürdlerde şu köklü inanışa sebep olmuştur; ‘Düşmanın Kürdlere yapamadığı kötülük, elinden gelmeyendir.’

Kürdler, bugünde bu düşmanlarının ahlaksız, acımasız ve hileci karakterlerini unutmamalıdır. Onlar gibi olmamalı, onları taklit etmemeli ama dolaylı yoldan gelecek saldırılarına karşı uyanık ve hazırlıklı olmalıdır. Hazırlıksız yakalandıkları her anda tahribat çok çok büyük olacaktır..

  • Yorumlar 1
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Yazarın Diğer Yazıları
    ÖNE ÇIKANLAR
    Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
    Tel : 0532 261 34 89