• BIST 10891.42
  • Altın 2529.106
  • Dolar 32.8951
  • Euro 35.7068
  • İstanbul 23 °C
  • Diyarbakır 25 °C
  • Ankara 19 °C
  • İzmir 27 °C
  • Berlin 20 °C

Karanlıkta yazmak!

Ersin Tek

Yazmak zor bir eylemdir.

Sancılıdır.

Kelimelerini doğurmak, bir bütünün parçaları haline getirip paylaşmak, kolay iş değildir.

Okumanın, doğru düşünmenin, derin sevmenin sancısını çekmiş bir kimse için zor bir seçimdir, yazmak. Kendi içinden çıkıp, dışına görünmek cesaret ister, güç ister, irade ister.

Yazı yazan kimse, yazacağı konu hakkında nasıl bir bilgi birikimine sahip olduğunu ve yazdıklarının nasıl bir etkiye sahip olacağını bilmek zorundadır bu yüzden. Yoksa kelimeleri bir araya getirmesi, herkesin papağan gibi tekrar ettiği şeyleri tekrar etmesi zor değildir. Bunu yapması çok kolay ve çokta rağbet görür. Ama hem yazanın kendisi için, hem de okuyan için ziyandır bu.

Yazı yazan kimse, yazdığı kelimelerin ruhsal ve toplumsal etkilerinin varacağı yerlerin bir sınırı olmayacağını idrak etmemişse, bu ziyan çoğalır gider. Kelimeler çok güçlüdür çünkü, hiçbir yerde durmaz ve yenilmezler. Sürekli hareket halindedirler; bazen en derine, bazen en yücelere, bazen de en karanlık beyinlere akar.

Bunun değerlendirmesi uzun…

Kesin olan şey, yazarın, yazdığı kelimeler karşısında bir sorumluluğunun ve yazdıklarının yazmak dışında, hayat içerisinde, düşünce savaşımlarında, iktidar mücadelelerinde konumlandıkları bir yerin var olduğudur.

Bir gerçektir.

Yazı da toplumsal dönüşüm içerisinde varola gelen sebep-sonuç ilişkisinden etkilenir. Bu yüzden bir köşe yazısının öncelikli yazılma nedenlerinden biri de, okuyucu ile fikri bir bağ kurmaktır. Fakat yazıyı sadece okuyucu ile fikri bir bağ kurmaya indirgemek yanlıştır. Bu indirgeme, yazının(kelimelerin) gücünden, okuyucunun içindeki büyük boşluktan bihaber olmaktır.

Yazı, yazan ile okuyan (yazıyı pratiğe aktaran) arasında kaçınılmaz bir etkileşim hâlinin ötesinde bir şeydir…

Yazı yazan kimse, toplumsal fikirleri yaşayan ve alabildiğine kusmaya çabalayan okuyucunun hassasiyeti ve kişiliği hakkında da bir fikir sahibi olacaktır elbet. Bu, yazan için bir görevdir. Fikri dönüştürüp, onu ameli bir vasfa büründürecek olan okuyucunun kendisidir çünkü.

Ayrıca yazan ile okuyan arasındaki bağ tek yönlü değildir. Yazar, düşünce/duygu/kavram dünyasından kopan kelimelerini okuyucuya gönderirken, okuyucu da, yazara anlam/algı dünyasından oluşan tutumunu gönderir. Böylece, çift yönlü bir akış mevcut…

Çoğu zamanda okuyanın(normal bir vatandaşın) belirli bir problem hakkındaki görüşleri, yazı yazan, akıl veren kimseden daha doğru, daha sağlam olabiliyor. Nitekim yazı yazmakla, akıl vermekle uğraşan kimselerin çoğu metodik, hesaplı kitaplı bir yaklaşım içerisinde bulunup, belirli kalıpların içerisinde kalmaya mahkûm olması bu gerçeği doğuruyor. Bu kimseler kalıplar içerisinde kaldıkça yazacakları şeyler, verecekleri akıl vatandaşı asla doğru bir yöne götürmeyecek ve vatandaş kadar doğru bir görüşe sahip olamayacaklardır. Sürekli geri dönülmez yenilgilere, fırtınalara, yıkıma sürükleyip duracaklar dışındakileri. Bugün yaptıkları en iyi şey bu.

Bu, kısır bir döngü…

Daha açıkçası, bu piyasada yazı yazan, akıl veren kişilerin çoğunluğu bugün, kendilerini muhtaç gördükleri, beslendikleri sistemin/güçlerin/iktidarların/ideolojilerin/kendi etiketlerinin kulu-kölesi durumundadır. Bundan dolayıdır ki, bu kimseler at gözlüğüyle yazıp-çiziyorlar. Boş konuşuyorlar. Özgür değiller. Kendileri kitaplarında, yazılarında itiraf ediyor bu gerçeği ama iş işten geçtikten sonra…

Karanlıkta yazıyorlar!

Karanlıkta yazdıkları şeyler, akıl vermeleri, atıp tutmaları, aldatmaları okuyucuların çoğunluğunun nazarında pek normal ve değerli karşılanabilir. Lakin, benim nazarımda bunların alayının hâlet-i ruhiyesi iğrenilesidir.

Medyanın, akademik camianın, siyasetin, okuyucunun hal-i pür melali ortadadır.

Zer’in/Zor’un/Tezvirat’ın kalemi/tetikçisi olmak, yapay gündem safsatasıyla hemhal olmayı zorunlu kılıyor. Biliyorum. İnsanlar gündemin yarattığı dar ve kanlı çerçeve içerisinde yaşayıp düşündükleri için, beklentileri, duymak istedikleri, okumak istedikleri şeyler, dar bir kazanma-kaybetme penceresi etrafında dönüyor.

Bu karanlık çerçeve içinde düşününce, herkes kendisince haklı bir mantığa bürünüyor. Haklı ve değiştirilemez gördükleri mantıkla da konuşmak, yazmak, saldırmak, ötekileştirmek, yok etmek kaçınılmaz...

Bilmiyorlar.

Kazanacaklarını zannederek kaybediyorlar. Bu mantıkları doğru değil, hakikatin üzerindeki o hicabı görmüyorlar; bu karanlığa tapmaları ahmaklıktır, anlamsızlıktır, yıkımdır. Tarihten bu yana yağmalanmış aklın doğurduğu acı bir sonuca teslim olmaktır.

İsyan ediyorum!

Yıllardır okuduğum karanlık yazılardan, akıl vermelerden yoruldum, bıktım, kendi adıma. Sömürüldüğüm(üz) yeter. Ruhumu, irademi, kalbimi kimsenin ziyan sözlerinde/gündeminde oyalamak ve yitirmek niyetlisi değilim artık. Kimsenin ne bağımlısı, ne tapanı, ne sürüsü, ne önde gideni, ne akıl vereni değilim ve olmak da istemem. Yalnızca kendimin kalemi, kendimin arayanı, kendimin yoldaşı, kendimin omuzu, kendimin göğü, kendimin kuyusu olma arzusundayım.

Yaşam serüvenimde kefenimi kendim biçmek istiyorum ve kendim de biçeceğim, hepsi bu…

  • Yorumlar 7
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Yazarın Diğer Yazıları
    ÖNE ÇIKANLAR
    Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
    Tel : 0532 261 34 89