• BIST 10891.42
  • Altın 2529.106
  • Dolar 32.8951
  • Euro 35.7068
  • İstanbul 23 °C
  • Diyarbakır 25 °C
  • Ankara 19 °C
  • İzmir 27 °C
  • Berlin 20 °C

Hakkâri’de Derin Vahşet

Ersin Tek

 ‘‘Ölüm hiçbir şeydir, asıl, şerefsiz yaşamak her gün ölmektir. ’’(NAPOLEON)

Söze nasıl ve nerden başlanır şimdi... Hakkâri’de bir vahşet âyinine tanık olduk. Parçalanan bedenlerinden başka silahı olmayan dokuz masum insanın katledilişine şahit olduk. Can evimizden vurdular; annemizi, eşimizi, babamızı, kardeşimizi, dostumuzu aldılar. Kalbimiz paramparça bir halde... 

Neden katledildiler? Bu kadar acımasızca öldürülmeyi hak edecek ne yaptılar ki? Kim/ler yaptı? Kime yaradı ki bu ölümler? Kim kime mesaj verdi? İnsan canı bu kadar ucuz mu? Bunu yapanlar rahat yatacaklar mı? Bu kan yerde mi kalır zannediyorlar? 

Hiçbir cevabı tam değil bunların ve de hiçbir bahanesi, savunulabilir tarafı yok bu vahşetin. Ne bir devlet için, ne bir dava için, ne bir hesap için, ne de birilerine mesaj vermek için… 

Aslında başkalarının ölümlerini kendine zafer sayıp, buna sevinecek kadar zavallı yaşayan o kadar insan var ki bu yeryüzünde. Acıyorum, iğreniyorum sadece… 

Savaşta bile, böyle bir vahşet kabul edilemez. Bu bir zaferdir diyemez kimse. İnsan canından da daha kutsal değildir hiçbir şey. Bu, kalleşlik ve korkaklıktır sadece. Bunları iyi tanıyoruz. Bu yeryüzünü, bazı zavallı beyinlere kutsattıkları tanrısal zannettikleri iktidarlarının arka bahçesi görenlerin alçaklığı... Bunların sebep olduğu kanlı âyinleri çok izledik. Ve yine, karanlık, kanlı iktidarlarını devam ettirebilmek için birilerini kurban etmenin zevkini yaşadılar. 

Asla görünmeyeceklerini zannediyorlar. Kirli hesaplarını kanımız, canımız üzerinden yürütüyorlar. Bizi bu kirli ve zavallı iktidarları için her an kurban edebilecek kurbanlık bir koyun sürüsü gibi gördüklerini hatırlatıyorlar. Biliyoruz. Unutmamıştık zaten. Acılarımız taze idi çünkü. Her gün bir şekilde içimizde birini, birilerini bir şekilde alıyorlar/dı. Doymayacaklarını da biliyoruz. Ama yine de böyle savunmasızca yakalanacağımızı, böyle çaresizce, böyle kalleşçe ölümün kucağına sürüleceğimizi tahmin etmemiştik, o yüzden sarsıldık, yıkıldık bir an... 

Ellerimizi uzatamadığımız o dokuz masum yürek uçup gitti aramızdan. Onun burukluğunu yaşıyoruz. İçimizdeki bütün duyguları, bütün kelimeleri, bütün umutları mayına sürüp gittiler. Bir elveda bile diyemediler… Rüyalarda bulaşabiliriz bir daha ancak. Ama onlar adına huzurluyuz, şehit kavramını kendilerinden esirgeyen zavallılardan öte bir yerdedirler onlar şu an ve belki... 

Hangi söz, hangi kelime bağrına ateş düşmüş bir annenin, bir babanın, bir kardeşin, bir çocuğun, bir dostun acısını dindirebilir ki. Bilmiyorum. Susmak en iyisidir galiba. Böyle anlarda aydınlıkta yitirdiklerine, sessizliğin karanlığında tutunmak zorunda kalır insan. Mecburdur buna. Ölüm karşısında kifayetsizdir tüm kelimeler çünkü. Ölümün, acımasızlığın, alçaklığın yanı başında ne yapılabilir ki başka… Bilmediğimiz bir oyuna-ölüme- başlamanın korkusu çoğalıyor içimizde sadece. 

Daha önce de yazmıştım, bu referandum sonucuna bakıp, hemen iyimser olmaya gerek yok. Bu gerilim, bu didişme, bu öldürmeler asla bitmeyecek. Asıl zorlu süreç yeni başlıyor. Kazanan, kaybeden bundan sonra belli olacak diye. Çünkü bu bir güç dengesi, bu bir iktidar mücadelesi... Sürüp gidecek. 

Biz geride kalanlar belirsizlik ve çaresizlik içinde acı duyarak, çile çekerek huzura kavuşamayacağız asla. Huzura kavuşma masalı çok çetrefilli, çok uzun... İçimizde her gün yitip giden bir parça düş varken, huzura kavuşacağız aldatmacasına sarılıyoruz. Damla damla gelen, içimize dolan bir umut var diyerek, içimizdeki kirli yüzlere, acımasız hislere, kötü planlara, karanlık düşüncelere katlanarak yaşama çabasındayız. Artık yeter! Yürümüyor böyle. Hepimiz suç ortağıyız. Uyutulduk yıllarca. Yine aynı filmi izletmeye başladılar. Bitiremediğimiz acı yine gelip bizi vuruyor, yalnızca bizi, savunmasız bir halde, hayatın hengâmesine kapılıp sürüklendiğimiz bir vakitte hem de… 

Damarlarımızdan feraset, sorumluluk bilinci, cesaret, insanlık, vicdan, çekilip alınmış. Kuru bir toprak olmuş her şeyimiz sanki. Arı hale geliyoruz derken, yine böylesi iğrenç anlar… Barışa ve birliğe dönüyoruz beklentisinin can bulduğu gelişmelerden sonra, bedeli çok ağır olan bu kanlı âyinler... Sonra insanların yüzüne yayılmış olan tebessümün, sürurun birden yok olup gittiğine şahit olmak, ne dayanılmaz... 

Ya Rabbi ne zor bir durum, ne trajik bir tükeniştir bu… 

Artık kendimi her zaman olduğundan daha güçsüz ve karamsar hissediyorum. Kalbi olan bir insan olduğuma, ne anlam vereceğimi, ne diyeceğimi, nasıl şükredeceğimi bilmiyorum, karıştırıyorum hak ile batılı, yitiriyorum kendimi... Kaderin ipini kaçırmama telaşı içinde, duygular girdabında sürükleniyorum… Çevremdekiler de benden farklı değil. İçimizdeki katil sürüler-zihniyetler- yıkılışın sayfasından her gün yeni bir şeyler geçiriyorlar ruhumuza. Ne yapacağımızı, ne anlatacağımızı biliyor değiliz artık. Boşuna konuşuyor gibiyiz… 

Ne olduysa bu lanet olası kavramların(demokrasi, vs.) hayatımıza sokmalarından-belki de bizim izin vermemizden- sonra oldu… Kafamda dönen onlarca komplo teorisini buraya yazmanın bir anlamı yok. Hiçbir şeyi geri getiremeyecek çünkü. Ekranlarda abuk subuk komplo teorileri kurup halkın gözü önündeki bu acı, bu gerçek tabloyu bulandırmaya çalışanları gördükçe kahroluyorum zaten. Öyle laflar ediyorlar ki, izlerken dayanamıyor patlıyor, küfrediyor, bir taraf tutma oyununa sarılma durumuna geliyor insan. Belki de amaçladıkları bu zaten. En saldırgan, en faşist, en gözü dönmüş olanların bile suçu bir başkasına atacak kadar iyi manevra kabiliyeti sergiliyor... Halka acıyorum. Bunca kirliliğe maruz bırakıldıkları için. Bir taraftan da kızıyorum; başlarına gelen yine onların kendi elleriyle yaptıklarından ötürüdür diyorum kendi kendime. Ve lanet okuyorum bir taraftan, yetmiyor çaresizlikten daha daha fazla lanet okuyorum. Bu lanetin de bir işe yaradığını görmedim şimdiye kadar ama güçlü bir umut ve pratikle bileştiğinde bir gün işe yarayacağına inanıyorum. 

Karamsarlık ve çaresizlik içinde debelen biz aciz kulların umudu, duası, beyinsizlerin kutsadığı bu sahte tanrısal iktidarları ve bu kanlı âyinleri yıkayacak ‘bir tufan’ın doğmasıdır bir an önce. Ama kendini avutarak, yatarak olmayacağını da biliyoruz tabi. En son kapıyı, en son vicdanı çalana kadar, durmadan, yılmadan çağırmak gerek doğru olana... 

Tek teselli Kur’ana kulak vermek yine: ‘‘Gevşemeyiniz, üzülmeyiniz, iman etmişseniz mutlaka en üstün sizsiniz.’’(Al-i İmran/129) 

Ve en derinimden şuna inanıyorum, Nuh’un rabbi bu yapılanları, çaresizlikle yükselen bu feryadları görüyor. O her şeyi görür, bilir, hiçbir şeyi unutmaz ve de unutturmaz. Zalimlerden de hesap soracaktır elbet...! Sabır ve mücadeleye devam etmeliyiz. İsteyen bu sözlerimi, bu inancımı da çaresizliğime bağlayabilir. Ama ben böyle inanıyorum, böyle okudum tarihin kanlı yüzünü… Kurbanlık koyun yerine konan biz zavallıları gözeten, hesabımızı soracak, zalimlerin kurdukları planları bozacak, daha iyi, daha ince plan yapan bir Allah var. Yoksa bu kadar acımasızlığın, bu kadar vahşetin, bu kadar çelişkinin hiçbir izahı yapılamaz asla… 

‘‘Rabbimiz, kendisinde şüphe olmayan bir günde insanları gerçekten Sen toplayacaksın. Doğrusu Allah, va’dinden cayıp-dönmez.’’(Al-i İmran Suresi/9)

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
ÖNE ÇIKANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 261 34 89