• BIST 10891.42
  • Altın 2529.106
  • Dolar 32.8951
  • Euro 35.7068
  • İstanbul 22 °C
  • Diyarbakır 25 °C
  • Ankara 19 °C
  • İzmir 26 °C
  • Berlin 19 °C

Çelişkiler, Yanlışlar ve Kanayan Yaralarımız…

Ersin Tek

‘‘Hakikat acıtır belki ama susmak öldürür…’’

Herkesin dilinde bir feryad, bir isyan, bir öfke, bir nefret sağanağıdır kopup gidiyor, bu son dönemlerde. Haklı olaraktan; insanlık yine ölümlere, kana, gözyaşına, acımasızlığa tanık oluyor/uz.  Dağlarda gencecik(asker ve gerilla) insanlar, şehirlerin ortasında ise savunmasız bir halde bulunan masum yüreklerinden başka silah taşımayan siviller acımasızca katlediliyor…

Bu mu zafer? Bu mu haklı veya güçlü olmak? 

Bu kanlı zamanların canlı tanıkları olan bizler ne yapacağımız şaşırdık. Kime kulak vermeliyiz? Kimden hesap sormalıyız? Kime üzülüp, kime kızacağız? Bilmiyoruz…

Çelişkileri, yanlışları, umutları, ihanetleri anlatmak istiyorum kuşkusuz. Zor bir iş bu... Bu kadar şeyi görüyor ve hissediyor olmak çok dayanılmaz ve de anlatılmaz bir hal. Bu gidişatı sözcüklerle resmetmek imkânsız... Hele birde şartlanmış, aşırı taraftarlık çukurunda debelenen beyinlere bir şeyi anlatmak, deveye hendek atlatmak gibi bir şey. 

Belki her istek, bir gereksinimden, bir yoksunluktan, bir acıdan doğar; giderildiği zaman yatışır insan. Yazmak da, hakikati anlamak ve haykırmak isteğimizidir sadece. Oysa hakikatin haykırmamıza bile ihtiyacı yok. Bizim ona ihtiyacımız var. Lakin bu da her istek gibi zor, kısa ve ölçülüdür. Hatta böyle busbulanık zamanlarda, hiç ömrü de olmayabiliyor. Vicdan çırpınıp duracak, kendi içinde depremler yaratıp duracak. Hepsi bu. 

Son dönemde yaşadığımız bu olaylar, insanlığın kanlı siciline yeni lekeler olarak eklendi. Bu kanlı deftere eklenen yeni sayfalar çok yaralayıcı, tüm insanlık için. Savaşın acımasız ve kirli yüzünü izliyoruz. Savaş tüccarları, korkaklığı ve alçaklığı becerebildiğini gösterdi bir daha. 

Devlet, dağları taşları bombalıyor ve kandan beslenen medya da bu çaresizliğin görüntülerini abartarak ve yalan yanlış bir sürü malumatla süsleyerek bize servis ediyor. Daha çok öfke ve daha çok aşırılığa sürüklüyor insanları. Bu kanın, bu öfkenin vebali bu medya’nın üzerinde kalacak, daha öncekiler gibi. Devlet(hükümet, ordu, muhalefet vs.), halkının tüm emeğini(vergi vs. başka adlar altında) kan ve gözyaşına harcıyor. Daha çok ölüm ve gözyaşı bırakıyor ardında. Şehirlerde ise küçük çocukları yerde sürükleyerek, anneleri ağlatmakta güçlü olduğunu(aslında acizliğini) gösteriyor bize. Hapishaneleri bu küçük çocuklarla doldurdular. Hiç kimse kendi diline, kendi kimliğine, kendi dinine sahip çıkmayacak diye dayatmalarda bulunuyor. Bir yandan da birlik bütünlük naraları atarken, kendine düşman gördüğü bu kesimleri parçalamaya, yok etmeye çalışıyor. 

Yıllardır hep bu oldu, şimdi de aynısı… Kendi halkına şefkat elini uzatmayı becerememiş bir devlet olarak; güçlü devlet oyunları oynuyor. Yemezler… 

Bir tarafta da Kürtlerin hakkını savunmak için savaştığını söyleyen bir örgüt var. Tuhaf bir rastlantımıdır bilmem ama bu örgütte devlet gibi, kendi halkı dediği Kürtler içerisinde hain, satılık ve işbirlikçi gibi söylemler kullanarak, fişlemeler, listeler yayınlar yaparak parçalamalar yapıyor ve hatta kesimleri yok etme derdinde. Ama çözüm değil bu ve de Kürt davasına da bir katkı sağlamaz. Yakın tarih bunun şahididir. Yani kendisine muhalif olan kesimlerin söylemlerine kulak tıkamak, onları yok saymak ve onları yok etmek için güç kullanmak bir başarı, bir çözüm değil ve hatta kabul edilemez bir durumdur sadece. 

Masum insanları katletmek hiçbir savaşın ahlakına uymadığı gibi, hiçbir otoriteyi de sağlamlaştırmaz. Hele ki, kendini bu coğrafyada güvende hissetmeyen halkları asla güvende kılmayacaktır. Yapılan yanlışların hiçbir mazereti ve bahanesi olamaz. Kimse bu yanlışları, kendini korumanın refleksiydi diye yutturmaya kalkışmasın. 

Bir değil iki değil bu…

Kürt tarihini okuyanlar bilir ki; Kürtler hiçbir zaman savaş meydanında kaybetmedi, sadece masa başında kaybettiler hep. Çünkü her zaman parçalanmış bir kafa yapısına sahiptiler. Ve ne yazık ki, egemen güçler de Kürt’lerin bu zaafını çok iyi biliyorlardı. Ehmed-î Xanî ‘Mem û Zîn’i yazma nedenini açıklarken, Kürtlerin tarihten gelen bu acı gerçeklerini, çelişkilerini, zaaflarını çok net ifade ediyor. Fazlasını söylemeye gerek yok şimdilik… 

Ve biliyorum ki; bu satırları yazmak bile bazı kesimlerin gözünde hain, işbirlikçi, ya da devlet düşmanı, bölücü vs. etiketlerini göze almaktır. Ama kim ne derse desin, ne olursa olsun; ağlayan ana’ların yürekleri ve akan kardeşkanı karşısında vicdanım sızlıyor, susamam... 

Karşıdakini hemen bir yere oturmak kolaydır ama anlamak zordur. Biraz anlayın… 

Unutmayın! Tek yapacağımız şey biraz diyalog, biraz empati yapmak ve karşımızdakini dinlemek sadece. Ancak böyle anlayabiliriz kendimizi ve karşıdakini. Zor görünebilir ama imkânsız değil. 

Mavi Marmara… 

Uzun bir hengâmeden sonra, ortam biraz durulmuş gibi. Ölen kişilerin ailelerinde, sevdiklerinde büyük bir acı kaldı. Ateş düştüğü yeri yakar misali. Hepsi bu. Ama bu ateş, artık herkesi yakacak. Herkesin vicdanında büyük bir sancı büyüyor çünkü. Bu sancıyla, kimileri kendini, kimileri de başkalarını yakıyor, yakacak. 

Bu durumdan sonra, gerçekten acı içinde kıvrananlar, gerçekten üzülenler, üzülüyor gibi görünenler, timsah gözyaşları dökenler, gizliden gizliye sevinenler, iki günde bir taraf değiştirenler, öfkeye boğulup ötekini kökten yok edelim diyenler, hamaset yapanlar, slogan atanlar, dinsel ya da başka türlü ırkçılığı azıtanlar, kendi gerçekçiklerini kutsallaştıranlar çıktı meydanlara ve de çıkacaklar zaten... Yani her türlüsünü gördüm, duydum, hayretler içerisinde izledim ve hâlâ izliyorum bunları. 

Her şey toz duman olan bir ortama denk düşerseniz aman dikkat! Yapacağınız en akıllı şey; o an durup beklemek, etrafınıza iyice bakmak ve dönenleri anlamaya çalışmaktır. Feraset bizden şu an uzak görünüyor olsa da… Öfke, saldırganlık, korku, cehalet ve sürüleşme bulaşıcıdır. İçinde bulunduğunuz ortamın etkenleri ile öyle yakın bir ilişki içerisindeniz ki, bir şeylerin içinize nasıl sirayet ettiğini asla anlayamazsınız. Olan bundan ibaret bazen… 

Sonu kanlı biten, ‘sivil itaatsizliğin’ fedakâr örneği olan ‘Mavi Marmara’yı yazmak istiyordum olmadı. Olmaması da daha iyiydi. Yine de birkaç kelâm edeyim. Aslında biten bir şey yok, her şey yeni başlıyor. 3. dünya savaşı senaryoları, Ortadoğu’nun yeni yol haritaları, egemen güçlerin sonu, Müslüman halkların ve de diğer hakların kederi farklı bir noktaya taşınıyor. 

Mavi Marmara gemisi ile daha derin ve kapatılamaz çatlaklar oluşuyor beyinlerde, yüreklerde. Çelişkiler, yanlışlar, yaralar fışkırıyor. Aslında tüm bunları görmek yetmiyor; çünkü hakikat herkesin penceresinden(algısında) bakılınca değişik görünür, farklı farklı gerçekler, beklentiler oluşturur. Ve hatta bu hakikat ayrışmak için, bir türlü katalizör görevi de görmeye başlar diyebiliriz. Oysa hakikat bir bütündü ve bütünleştirmek için vardı? 

İmdi, bir taraf da öldürülen ve kendi vatanında esir bırakılmış Filistinliler var. Bir taraf da kendini ezilmiş, dışlanmış, soykırıma tabi tutulmuş ve bu yeryüzünde çektikleri acıların telafisini daha çok kan dökerek, katliam yaparak ve bir gün bir dağın eteğinde toplanarak yeni bir dünyaya sahip olacaklarını düşünen ve düşünmeye zorlanmış İsrailliler var. Bir taraf da Filistinliler için üzülen(bunların içinde üzülüyor görünenler de mevcut!) ve o insanlara ilaç, gıda, yardım taşıyan ve bunun da bedelini canı ile ödeyen insanlar var. Bir taraf da İslam ülkeleri diye nitelendirilen(İslam ülkeleri yerine, bunlara İslam’ın en büyük düşmanları demeli!) Türkiye, İran ve diğer bazı Ortadoğu ülkeleri var. Bir taraf da ABD ve diğer egemen, kapitalist güçler var. Bir taraf da, bu ülke içinde İsrail karşıtı ve İsrail yandaşı kesimler var. 

Bütün bu bileşenlerden denge denklemini çıkarmak… Kimden yana kime karşı neyi konuşacağını, neyi savunacağını bilemez bir durumdayız. Aslında bilmek de pek işe yaramaz hani. Bu ülkedeki çoğunluğa göre; her olayda bir taraf olmak gerek(hani haklı olanın tarafı da değil ha, onların tarafı olmalı illa!) ve bir taraf olmamız içinde dayatmalara, dışlamalara, her türlü şantaja, iftiraya, ya da duygu sömürüsüne başvururlar. Ama hangi taraf, kimin tarafı ve özellikle de neden sizin tarafınız diye soramadan da susturmaya kalkışırlar. Haklı olan biziz diyorsunuz ama neden siz? Siz, inandığınız şeyi ne kadar iyi tanıyorsunuz? Referans saydığınız şeylerin, ne kadarını hayata geçirdiniz? Bu inancınızın gereklerini ne kadar yerine getirdiniz ki, kendinizi onunla özdeşleştiriyorsunuz şimdi? diye soramayız, çünkü… 

Tabi bu sorulara verilen cevaplar basmakalıp laflardan öteye geçmiyor… 

Bu hengâme karşısında ne taraf ne de tarafsız olunmaz, onu da biliyorum. İşte sorun, taraf ya da tarafsız olmak değil. Asıl mesele aşırı taraftarlık, çelişkileri görmemek, kör bağlılık, inandığı şeyin tam zıddını yapmak, ters istikamette hareket etmek ve bütün bunları da bize normal olan bir şeymiş gibi gösteriyorlar. Bu acınası durumu anlatmaya söz bile yetmez. 

Birde bu denklemin içinde ‘Müslüman bir Kürt’ olmak var. Türkiye de yaşayan bir Kürt(hele de, Kürt ve Türklerin kol kola yaptığı çelişkileri gören ve dillendiren bir Kürt!) iseniz işiniz hepten zor ve tehlikelidir. Çünkü her taraftan kuşatılmış ve her an yalnızlaştırılabilir, dışlanabilir, infaz edilebilir bir pozisyonda duruyorsunuzdur. Sonunuz Allah’a emanet yani… 

Bu ülkedeki İslam’i kesimlere; bakın bu ülkede akan bir kardeşkanı var, yangının büyüğü evimizde, önce bunu söndürelim, ya da başka yerde yaptığınız sivil itaatsizlik örneğini de burada yapın(canlı kalkan olun, kardeş savaşına hayır diye meydanlar çıkın vs), Pkk-İsrail senaryolarını bırakın(bu senaryolar en çok İslam’i kesim içinde yankı buluyor), Kürtleri kaybederseniz kazanamazsınız, Kürtlere yapılan haksızlığı anlamaya çalışın, cihad böyle yapılmaz, derseniz, hemen yanlış anlaşılır ve İslam’ın, ümmetin düşmanı olursunuz. Hatta fitne fesada kadar gider bu...

Yâda taraf yazarı Ayşe Hür’ün sorduğu gibi: ‘‘… eğer konu Gazze’ye uygulanan İsrail ablukasıysa, Gazze’ye en az İsrail kadar katı abluka uygulayan Mısır’a neden benzer bir tepki verilmediğini sormak hakkımız değil mi?’’ Cevabı yok tabi… 

Sözü uzatmanın bir anlamı yok. Çünkü herkes yine bildiğini okuyacak. Değişen bir şey olmayacak biliyorum. Sadece şunu yapın, İslam tarihine iyi bakın; Allah’a işini öğretecek düzeye varan kör taraftarlık, fanatizmin, karanlık algıların nasıl oluştuğu üzerine iyi düşünün, bence!!! 

Şimdilik bu kadarla kalsın, mesele uzun ve çetrefilli… 

Artık herkes şu gerçeği görmek zorunda; kanayan yaralarımız çoğalıyor…

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
ÖNE ÇIKANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 261 34 89