• BIST 8714.69
  • Altın 3017.587
  • Dolar 34.2879
  • Euro 36.9787
  • İstanbul 13 °C
  • Diyarbakır 6 °C
  • Ankara 3 °C
  • İzmir 14 °C
  • Berlin 3 °C

Bu Yumurtalar Civcivlik mi, Yoksa Omletlik mi? (1)

Ersin Tek

Gündem mağdur edebiyatıyla, zafer naralarıyla, karşılıklı suçlamalarla, komplo teorileriyle, kavram kirliliğiyle yine tozduman.

Her şey başbakan Erdoğan’ın üniversite rektörleriyle yaptığı toplantı ile başladı. Bu toplantıyı protesto etmek için Ankara’dan İstanbul’a gelen bir grup öğrencinin şehre girişine izin verilmemesi ve Dolmabahçe’ye yürümek isteyen öğrencilerin de polis engeli ile karşılaşıp sonrasında orantısız bir güç kullanımına maruz kalmalarıyla, günlerdir süren bir gündemimiz oldu.

Ve, Ankara üniversitesinde organize edilen bir panele katılmak için giden iki siyasetçinin öğrenciler tarafından konuşturulmaması, bunlardan Akp’li olanın yumurta yağmuruna maruz kalmasıyla birlikte gündem tamamen öğrenci protestolarına kilitlendi. İyi de oldu. Bu vesileyle bir şeyleri konuşmamız gerek.

Yumurtalı eyleme katılanların hepsi öğrenci değildi. Öğrenciler dışında başka kimseler de vardı. Konuştuğum SBF öğrencileri de bu bilgiyi doğruladı. Bu kolektiflerin bir kısmı okul içinde yapılanmış olmasına rağmen, okul dışındaki örgütlenmeler başı çekiyor. Yumurtaları yiyen Burhan Kuzu’ya bu bilgi önceden verilmiş. Kuzu’nun da dediğine göre; Rektör Kuzu’yu içerdekiler hakkında uyarmış ve sonra da yalnız bırakmış… Tabi paneli düzenleyenler de ortada yoktu o an? İlginç? İki konuşmacının panele ayrı vakitlerde çağırılması ve Kuzu’nun, Batum’a yapılandan sonra bile bile üniversiteye gelmesi bir soru işareti? SBF öğrencilerinin bana hatırlattığı bir şey daha vardı: Siyasal’ın tarihinde hocalar öğrencilerini polise karşı hep korumuştur. Ama bu olayda içeriye giren polise karşı böyle yapmamışlar. Böyle yapmamış olmaları ve sessiz kalmaları da manidardır?

Protesto hakkı, mağdur, özgürlük, şiddet, adalet, eşitlik, hak, hukuk, fikir hürriyeti, konuşma hakkı, yök, öğrenci kolektifleri, 68 kuşağı, demokrasi, faşizm, anarşizm, sosyalizm, vb. kavramlar havada uçuşuyor yine.

Bu kavramların son günlerde sıkça kullanıldığına şahit oluyoruz. Tartışma edilen konuların tarihi arka planı oldukça kirli ve trajik sonuçlarla dolu. Geçmiş bu kavramların gölgesinde geçti; gelecek de bu kavramların gölgesinde şekillenecek…

Son yaşanılanları 68 kuşağına benzetenden tutun, yeni bir darbe için umut besleyenlere kadar herkesi görüyoruz bu tartışmalarda. Bunları gündeme getirenlerin kimler olduğu, amaç ve beklentilerinin neler olduğu ayrıca üzerinde düşünülmesi ve değerlendirilmesi gere­ken hususlar…

Geçmişte oldu­ğu gibi gündem konusunun bugün de doğru anlaşılmadığı görülüyor. Yaşanan olgular çarpıtılarak yanlış bir algı yaratılıyor. Bilinçli olarak yapılıyor bu. Bizim bu yanlış algıyla konuyu tartışıyor olmamız büyük bir sorun. Çarpıtılarak gösterilen olgularla meşgul olmamız sağlandığı için hiçbir yere varamıyoruz. Kendi eksenimizde dönüp duruyoruz. Onun için yanlıştan uzaklaşmamız asla mümkün görünmüyor bu şekilde. Bize bunu yapanlar, bir gaye ve amaç için yapıyor.

Bu ülkedeki statükocu rant kesimi, siyasi güçler ve iktidarlar küçük düşünür, istediği neticeyi alınca da, konuyu bize bir anda unutturuverirler. Yeni bir gündem oluşturur, yeni bir zaman ve ze­minde tekrar gündemimize bir şeyleri getirir ve tartıştırırlar bizi. Bu, periyodik olarak böyle sürüp gider.

Çözüm basit aslında. Sağlıklı bir güven ortamının yaratılması gerekiyor önce. Herkesin eteğindeki taşları dökebileceği bir ortam… Samimiyet gerekiyor, birbirini dinleyebilecek bir cesaret gerekiyor, empati gerekiyor. Bu bağlamda herkes kendi doğrusunu kutsallaştırıp, dokunulmaz zırhlara bürüyüp dayatma noktasına getirme işinden vazgeçmeli. Başta iktidar olmak üzere siyasi aktörlere düşüyor bu iş. Bugüne kadar yaratılan yanlış algıların kapattığı diyalog zemininin bir an önce temizlenip devreye sokulmalı. Bilimsel diye yutturulmaya çalışılan art niyetli, toplumu ayrıştırma çalışmaları dikkate alınmamalı.

Ama ne yazık ki, bu kargaşada herkes yalnızca kendi içindeki deliliğini övüp duruyor.

Yumurtalı eylemleri yere göğe sığdırmayan eski tüfek solcuları görünce; tüm bu yaklaşımlarının arkasındaki, kanlı yılların izleri görünüyor. Bilincinde olmamakla birlikte, içinden geçtiğimiz o savaş yıllarının havasından hepimiz etkilendik ve hâlâ bu etkileri taşıyoruz. Bu yüzden çevreye karşı bir öfke ve de sağır bir parçalanış içinde olabiliyoruz. Bu, basit olanı karmaşık hale getiren insanın trajedisi…

Siyasal çözüm olanaklarının hâlâ yeterli anlamda kullanılmadığı da bir gerçek. Çünkü iktidar da, muhalefet de siyaset alanını bloke ediyor sürekli, bu alanı işlevsiz duruma getiriyorlar. Aslında böyle yaparak kendi ellerini bağlıyorlar. Dar bir alanda manevra yapmaya mahkûm oluyorlar. Bunu doğru yapamayınca da büyük bir kriz doğuyor, şiddet söylemi güçlenip daha bir cazip hale geliyor.

Varola gelen yakıcı sorunların temelinde yatan asıl sebebin siyaset kurumunun devre dışı bırakılmış olduğu bilindiği halde, aynı hatalar siyasilerce bugün de tekrarlanmak isteniyor olması ve sonrasında da siyasetçilerin veryansın etmeleri iğrenç…

Bugün, üzerinde anlaşılamayan birçok konuyu ayrı ve yepyeni bir düzlemde ele almak gerekiyor. Yaratılan şiddet sarmalını ancak bu şekilde aşabiliriz. Bir takım kavramları hareket noktası olarak kabul edip yapılabiliriz mesela. Aksi takdirde dar ve kısa vadeli hedeflerimiz için belirlenmiş ve içi boşaltılmış kavramların mahiyetinin işe yaramadığını ve bu şiddet sarmalının daha da içinden çıkılmaz bir hal aldığını göreceğiz.

Bir kavram kargaşası/kirliliği yaşıyoruz. Hele de çoğunluğun ağzında sakız olmuş bazı kavramlar yok mu?

Eğer karşıdakilerin zihinlerini bulandırmak ve onları bir kaosun içine sürüklemek istiyorsanız, öncelikle onların kavramları ile oynarsınız. Çünkü hayatı düşüncelerle/kavramlarla inşa ederiz. Tanıma ve tanımlama ile hayat anlam kazanır ve de anlamını yitirir.

‘‘İnsanlar birbirleriyle kavramlar üzerinden iletişim kurar, kavramlarla düşünür ve kavramlarla konuşurlar. İnsan her şeyi kavramlar üzerinden anlamlandırır ve yine her şeyi kavramlarla kavrar. Tabii ki bu anlamlandırma ve kavramanın doğru olması, öncelikle kavramları doğru anlamaya bağlıdır.’’

Bu toplum, kavramları ve bilimsel metodları kendi hayatının organizasyonu için doğru kullanamayan bir toplum. Kavramların içini boşaltıp doldurmaktan öte bir şey yok. Herkes daha önce böyle yaptı, böyle yapıyor. Böyle yapınca da, her şey farklı bir tarzda görünüyor, bulanık bir suyun rengine bürünüyor görmemiz gereken şeyler. Göremiyoruz. Anlamıyoruz. Bir kaos… 

Süregelen yanlış durum bu… Kendimize referans seçtiğimiz, ya da uğrunda kavga verdiğimiz, tartışma yaptığımız kavramlar bugün kendi özünden tamamen ayrılmıştır. Bunu kabullenmemiz gerek. Her şey başka bir mecrada akıyor. 

Ortada sosyo-psikolojik bir gerçeklik de var ki; her şeyin saf bir hal alması için de, böyle bir sürecin yaşanması gerekiyor. Hayat dediğimiz muammanın bir inceliği/hikmeti…

  • Yorumlar 1
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Yazarın Diğer Yazıları
    ÖNE ÇIKANLAR
    Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
    Tel : 0532 261 34 89