• BIST 10891.42
  • Altın 2529.106
  • Dolar 32.8951
  • Euro 35.7068
  • İstanbul 22 °C
  • Diyarbakır 25 °C
  • Ankara 19 °C
  • İzmir 26 °C
  • Berlin 19 °C

Bu Ülkenin Gri Yüzü ve Referandum…

Ersin Tek

Türkiye siyasetini, Türkiye insanını anlamak; kimin ne dediğini, kimin neyi isteyip istemediğini çözümlemek bazen o kadar güç oluyor ki. Afallayıp kalırsınız.

Hiçbir doktrinin, psikolojik, sosyolojik kuramın içine yerleştiremeyeceğiniz bir yaşam alışkanlığı içinde sıkışmışlık hâli karşı karşıyasınızdır. Yani, tam bir kafa karışıklığı söz konusudur. En azından benim gibiler için.

Çevrenizdeki insanların söylediği ile niyetleri arasında nasıl bir ilişki, nasıl bir paralellik kuracağınızı düşünüp durursunuz. Şaşkınlığınızı, üzüntünüzü gizlemeniz bir yana; sizin durumunuza şaşılacak bir durum, acınacak bir durum olarak bakılır ve hatta siz, aforoz edilecek bir duruma da gelebilirsiniz.

Bilmem, bu sadece bizim millete özgü bir durum mudur?

Başınızı kaldırıp, çevrenize baktığınızda kimin ne olduğu ve neyi istediği belli olmadığı gibi; çoğu zaman çevrenizdekilerin söyledikleri aslında neyi istediklerini tam olarak ifade etmediği gibi, istemediklerini söyledikleri şeyin ise aslında istedikleri şey olduğu ve bunun için uğraş veriyor oldukları gibi bir anlam da çıkarabilirsiniz.

Böyle bir yargıya varırsanız hiç de şaşırtıcı bir durum olmayacak, inanın.

Tabi ki yaşananları, bu şekilde anlayan ve yorumlayan, az da olsa bir kısım insan vardır bu memlekette. Ve şunu da eklemek gerek ki; olayları bu şekilde gören ve bunun üzerine düşünen insanların aleyhine işliyor şartlar. Konjonktür dediğiniz şey daha bir karmaşıklaşmış ve belirsizlik, olaylar karşısında sizi daha uç bir pozisyona itiyor görünüyor. Yalnızlılaşma sürecinin içine düşmüş görebilirsiniz kendinizi. Ve varolan bu durumu topluma anlatmak ve bu durumun izahına kafa yormak önceden şaşılacak, suçlanacak bir duruma gelmeniz için de kâfidir.

‘Bu ülkenin gri yüzü’dür bu tablo.

Belirlenmiş bir belirsizliğin yarattığı sonuçlar ve gerilimlerdir.

Gerçek olan tek şey ise, bu gri yüzün içinde tükenen biz’ler ve kaybolan geleceklerdir sadece. 

Modern insan, aklı aşan paradokslarla ve saçma üstü çelişkilerle yaşamasını bilen insandır, mı demeliyiz acaba. Oysa biliyoruz ki insanlık tarihi, elindeki apaçık prensiplerden hareketle, hataya mahal vermeyecek bir düşünce grameri meydana getirmeyi umdu hep. Bunun arzusunu çekti sürekli. Ama olmadı. Bu arzusu yerine gelmedi hiç. Beyhude bir çaba idi bu...

Çünkü insan, kusurlu bir dil ile muhakeme yürütüyordu. Çizilmiş sınırlarda yürüyordu çaresizce. Bu yüzden de eldeki sonuç, eksik, sınırlı ve hatalı olmaya mahkûmdu hep. 

Tabi, insanın doğru düşünmesini engelleyen, sadece bu kusurlu dil değildi. İnsanın yaratılışı itibariyle aceleci ve önyargılı olması da, doğru düşünme yapısını kurmasına ve düşünce sanatının inceliklerine sahip olmasına engeldi. 

Descartes kendi ‘düşünme sanatının’ kurallarından birinde: ‘‘Acele etmekten ve bir şey hakkında önyargılı olmaktan kaçınmak gerek.’’ dese de. Çok zordur bu durumdan kurtulmak. 

Çünkü Kur’an, insan için şöyle diyor: ‘‘İnsan acele eden bir yaratılışa sahip kılınmıştır.’’(Enbiyâ Suresi/37) 

Ayrıca insan yapısı itibariyle, zan sahibi ve peşin hükümlü(önyargılı) olarak yaşamaktadır. Onun için çoğu şeyi eline yüzüne bulaştırıyor. Haktan uzaklaşıyor. Sahip olması gerekenlere sahip olamadığı gibi, elindekileri de kaybediyor. Zarara uğruyor ve üstüne üstüne birde zarar veriyor kendine, insanlara, doğaya...

Bataklığa saplanıp kalıyor böylece. Ve galiba bu boşluk içinde de çırpınıp duracak, kıyamete kadar. 

Önyargı, kişinin olayları daha çok ailesinden, eğitim sisteminden ve toplumdan aldığı fikirlerle muhakeme etmesinden kaynaklanıyor. Çünkü gelenekten gelen etkileri ruhundan silememiştir kişi ve ölene kadar da silemeyecektir. Doğarken yakamıza yapışan gelenek, mezarda bırakıyor bizi. İnsanlığın sünneti böyle işliyor. 

Olaylar hakkındaki önyargılarımızın bir sebebi de çıkarlarımızdır. İnsan, çıkarlarının bilincinde olan ve bunları koruyan bir reflekse sahiptir. Tabi, doğru düşünmeyi yakalamadığı zamanlarda da bu çıkar meselesini, o kadarda iyi hesaplayamayabiliyor. Ve hatta bu çıkar meselesi, çok tehlikeli, içinden çıkılmaz bir hal alabiliyor. İnsan hüsrana uğrayan olabiliyor. Ve zaten, çoğunlukla da sonuç hüsrandır.

Bizler çıkarlarımızı destekleyen her şeyi doğru kabul ederiz. Çıkarlarımıza karşı olan her şey de bizim için yalan ve sinir vericidir. Nefsimiz böyle istiyor, böyle fısıldıyor çünkü. İmtihanın zor tarafıdır bu. Tarihte bu trajik durumun sayısız örnekleri vardır. Kendi fikirlerinin doğru olduğunu bildiği halde, bu fikirlerin kendisini makam mevkiden uzaklaştıracağını bilen kişiler; tutkularına, kişisel çıkarlarına kapılarak, kendini, kendi fikirlerini yalanlayan ve bazen komik, bazen de iğrenç muhakemelerle kendi kendini çürütmeye çalışan kişilerin hikâyeleri çok.

Anlayacağınız, insanın, tutkularının yakıcılığından dolayı, yapmayacağı mânâsızlık, çelişki ve kötülük yoktur.

İmdi, bütün bu sözlerden sonra, referandum sürecinde yapılan propagandalara, mitinglere, televizyon programlarına dikkatlice bir bakın. Parçaları-olayları, söylenenleri- dikkatlice bir araya getirin.

Göreceksiniz ki; sandıktan evet de çıksa, hayır da çıksa, boykot da çıksa, sandığa yansıyan tercih, adil ve özgürce yapılmış bir tercih olmayacak.
Çünkü bu referandumun zemini yanlış.
Bu seçim ortamı özgür bir ortam değil. Baskı altında herkes.
İnsanların özgür iradesi hiçe sayılmış, zihinler ipotek edilmiş bir durumda.

Tüm partiler halkı aldatarak, halkı baskı altına alarak oy istiyor. 

Hiçbir politikacı doğruyu söylemiyor.
Ak ile karayı aynı gösteriyorlar.

Yapamayacakları şeylerin vaadinde bulunuyorlar.
Hiçbiri samimi değil ve de akıllı…
Halkı tanımıyorlar. Benliklerindeki kirli ihtiraslarını duyumsuyorlar sadece.
Bu ülkenin geleceği umurlarında bile değil.
Kraldan daha kralcı olan yazar, sanatçı ve akademisyenlerin durumu da böyle.
Çok trajik ve acınası…

İnanmadıkları sözleri ve sloganları sarf ediyorlar.
İçi boş söylemlerle kafa şişirip duruyorlar.
Düşünmüyorlar. Düşünmeden konuşuyorlar. Saçmalıyorlar.
Muhakeme yetilerini yitirmiş bir haldeler.
Gırtlağa kadar çelişkilere saplanmışlar.
Nihayetinde bu durum, çok açık bir şekilde görülüyor. Onlar da bunun farkında ama bu çamurdan çıkamıyorlar işte. Çıkamayacaklar da.
Tutkularının, çıkarlarının peşinden sürükleniyorlar çünkü.
Bildiklerini zannediyorlar ama bilmiyorlar.
Düşünme, inanma sanatıdır bir nevi. İnanmıyorlar.

Karanlığın gölgesinde son perdeyi oynuyorlar.
Şeytana satılmış ruhlar bunlar… 

Meydanlarda, ekranlarda avaz avaz bağırıp duruyorlar.
Birbirlerine ağır ithamlarla, küfürlerle ve iftiralarla saldırıyorlar.
İrfandan, hikmetten, derinlikten uzak sözleri kullanıyorlar.
Boydan girip soydan çıkıyorlar.
Villa, diyalog, yargı muhabbetlerinde daha da acınası ikiyüzlü bir görüntü çiziyorlar.
Yalandan vatanseverlik, milliyetçilik lafları edip duruyorlar.
Bunlar yetmediğinde, bölünme senaryolarını dillendiriyorlar.
Bölünme paranoyası can simitleri oluyor. Korku ve şiddet ipine sarılıyorlar çaresizce.

Biz halkı da bu çaresizliklerine, bu zavallılıklarına, bu seviyesizliklerine ortak etmek için didinip duruyorlar.
Olmadık gerekçeler, yalanlar, provokasyonlar tertipleyip, sokağımıza bırakıyorlar.
Sokağımızı karıştırıyorlar. Birliğimizi bozuyorlar.
Her taşın altında kirli elleri var.
Her şeyi bir ölüm kalım meselesi olarak bellettirmeye çalışıyorlar bize.
İçimizdeki dar kafalıları, aptalları, sürüleri kışkırtıyorlar; canımızı acıtıyorlar, canımızdan can alıyorlar, evlerimizi, iş yerlerimizi ateşe veriyorlar.
Ekmeğimize mani oluyorlar. Huzurumuzu bozuyorlar. Yaşama sevincimizi öldürüyorlar. Korkmamızı istiyorlar çünkü. 

Boyun eğip, onların istedikleri yöne bakıp yürümemizi telkin ediyorlar.
Hiç bir şeyi düşünmeden, hiçbir soru sormadan; öylece, sorgusuz sualsiz, kendilerine biat etmemiz için dört bir yandan da saldırıyorlar. Açlıkla, fakirlikle, savaşla, kanla, yıkımla, içlerini boşalttıkları kutsallarla, yalan özgürlüklerle, demokrasi hayalleriyle ikna etmeye çalışıyorlar. 

Kısacası, irademize göz dikmişler.
Bunların, dini imanı yok.
İrademize, özgürlüğümüze, seçme yetimize saygıları yok, zerre kadar bize güvenleri yok. İşlerini sağlama almak istiyorlar. Onlara göre, iyiyi ve kötüyü ayırt edemeyiz biz.
En doğrusunu onlar bilir çünkü, böyle düşünüyorlar.
Biz onlar için, güdülecek ve yönetilecek sürüleriz sadece.
Yıllarca böyle inandılar, böyle idare etmeye çalıştılar.
Medyayı kullandılar, parayı kullandılar, silahı kullandılar, içimizdeki ahmak kitleleri kullandılar, yalan üstüne yalan, tuzak üstüne tuzak, oyun üstüne oyun oynadılar.
Ve her defasında kan döktüler, can aldılar, bu ülkeyi on yıllarca geriye götürdüler.
Hep böyle oynadılar oyunu. Süründürdüler bizi hiç acımadan.
Ve hâlâ da, acımaya niyetleri yok gibi… 

Seçmen İçin Manifesto

Ey seçmen!

İşte böyle yanlış bir zemin üzerinde seçime gidiliyor.

Mesele evet, hayır ya da boykot değil.
Bütün mesele özgür bir ortamın ve özgür bir iradenin olmamasıdır.
İşin özü budur.

Sandığa yansıyan özgür bir irade olsun sadece, hem de özgürce...

Bunu çok görüyorlar sana. Bari sen onlar gibi görme.

Öncelikle özgürlüğünü talep et ve talep etmekle de yetinme, bunun için savaş.

Teslim olma, diren, elini taşın altına sok, gizli kapaklı şeyleri anla, söylettirmeye çalış, cesur ol, dürüstlükten ödün verme, kendi süzgecinden geçirerek anla her şeyi.

Süreci, geleceği muhakeme etmekten korkma sakın.

Fikirlerine sahip çık. Fikirlerin fırtınaları aşmanı sağlayacak olan gemidir. Yol haritanı fikirlerin çizecek.

İleriyi düşün. İleride karşılaşacağın ve çözmek zorunda kalacağın meseleler üzerinde önceden tasavvurlarda bulun.

Olayları, gidişatı gözlemle, gözlemlerinden doğru sonuçlar çıkartmaya çalış. Böylece düşüncen, sana yerinde refleksler sağlayabilir. Ve, karar verme zamanında da şimşek hızı ile yardımına koşabilir.

Evet mi, hayır mı, boykot mu, buna sadece sen karar ver! Sadece sen…

Referandumdan ne çıkarsa çıksın, her halükarda bedelini ödeyen sen olacaksın. Unutma bunu!

Bu sözlerimi de akıl vermek gibi değil, bir paylaşım olarak algıla.

Tabi bütün bunları yapman için, öncelikle kendini tanıman, iradeni bulup kullanman gerek. 

Bugün yaşanılanlar-yaşatılanlar- bundan ibaret; Allah’a sığınıyoruz bunlardan…

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
ÖNE ÇIKANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 261 34 89