• BIST 10173.42
  • Altın 2445.956
  • Dolar 32.2822
  • Euro 34.9585
  • İstanbul 11 °C
  • Diyarbakır 9 °C
  • Ankara 5 °C
  • İzmir 17 °C
  • Berlin 18 °C

Barış Oyunu

Ersin Tek

‘‘Cezayir’in bağımsızlık savaşının 1960’lara denk düşen sıraları. Ayaklanan Müslüman Halk’tan önemli bir kalabalık, Televizyon binasını işgal etmiştir. Yayın sırasında stüdyolara dalan kalabalık, monitörler  kablolar ve kameralarla karşılaşınca şaşalar. Birden, duvarlardaki monitörlerden kendilerini görmeye, birbirlerini ekrandan tanımaya başlarlar. Ve bir milyon şehit vermiş bir bağımsızlık savaşının televizyon binasına taşıdığı hınçlı kalabalığın öfkesi, çılgınca naklen yayın oyununa dönüşüverir. Başlarını uzatarak kendilerini göstermeye çalışanlar, el sallayanlar, dil çıkaranlar, yanındakini ezerek kadr’a girmeye çalışanlar… Ekranlardaki görüntü dehşetengiz bir kıyamet sahnesi gibidir. Kameralar ve ekranlar, bağımsızlık savaşını oracıkta şizofreniye dönüştürmüştür.(Frantz Fanon bunu biliyor muydu acaba?)’’

Bu satırlar Mehmet Efe’nin ‘Buradayız’ kitabından.

Türkiye’de şu sıralar oynanan ‘barış oyunu’ yukardaki paragrafta bahsi geçen şizofreniyle benzerlik arz ediyor; yüzyıllardır bağımsızlık mücadelesi veren, ezilen, horlanan, öldürülen, asimile edilen, vatanı parçalanan ve son yüzyıldır da sistematik bir şiddetle terbiye edilmeye, nizama sokulmaya çalışılan Kürt halkı, iktidar ve türk islamcılarının başını çektiği, Kürtlerin de büyük bir kısmının inandığı, destek sunduğu ‘barış oyunu’ karşısında şaşırmış, tarihten süzülerek gelen direnişleri, yiğitlikleri, hınçları bir tür şizofreniye dönüşmüş durumda…

Yıllar yılı savaştan, şiddetten, terörden, katliamdan, zulümden yana taraf olan, bundan nemalanan medya, siyaset, iş dünyası, sivil toplum örğütleri, yazarçizer takımı, hepsi bir ağızdan barıştan, akan kanın durmasından, güzel yarınlardan dem vurmaya başladılar, hemencecik barışsever oluverdiler?

Oysa daha düne kadar silah miadını doldurdu, şiddet dursun, ana kuzuları ölmesin yazıktır diyen insanlar, bu barışsever görünmeye çalışanlar tarafından tepki almış, hakarete uğramış, dışlanmış, hain, bölücü, akılsız, korkak damgasını yemekten kurtulamamış, bulundukları mevkileri kaybetmiş, geriye itilmiş, pasifleştirilmiş, susturulmuştu…

Unutmadık!

Bugün de, barış oyununun arka planını, perde arkasında dönen iğrenç hesapları sorgulayan, barış oyununun büyük bir oyalamaca ve kandırmacadan ibaret olduğunu dillendiren, Kürtleri temkinli hareket etmeye ve son dönemlerde dünyada Kürdistan’ın bağımsızlığı üzerine yazılan, çizilen, konuşulan planları, öngörüleri, analizleri önemsemeye, düşünmeye çağıran, kısaca bu aldatmacayı bozmak isteyen kimseler bu ‘sözde barışseverler’ tarafından kan emici, rantçı, öngörüsüz, savaş yanlısı olarak damgalanıyor, susturulmaya çalışılıyor.

Sözde barışseverler aklı, hakikati ve tarihi kendi(iktidarın) keyif ve beklentilerine göre yoğurmaya çabalıyor. Pazarladıkları barışın(ışığın) paradoksal ironisi ve makyajlı yüzü burada ortaya çıkıyor.

Bu topraklarda yaşayan halklar üzerinde egemenlik kurma, onları baskılama, etkisizleştirme işi eskisi gibi şiddet yöntemleriyle yürütülmediği için, kandırmaca ve düzenbazlık yöntemiyle sürdürülmeye çalışılıyor. Bunun için, yıllardır kesintisiz olarak sürdürülen savaştan, şiddetten, baskıdan bıkmış olan halkların psikolojik durumlarından istifade etme peşindeler, Kürtleri katakulliye getirmek istiyorlar. Provokasyonlarla, cinayetlerle, ölümlerle, aşağılamalarla, tehditlerle, kötü senaryolarla insanlarda içten içe bir korku yaratmaya çalışıyorlar. Çünkü biliyorlar ki; insanlar korku içerisinde yaşadıkları sürece yaptıkları herşey kendi istemlerine aykırı olacak ve yaptıkları seçimin yararlı ya da zorunlu olduğunu hiç düşünmeyecekler, içerisine sıkıştırıldıkları durumdan bir an önce başlarını kurtarmaya, kendilerine gelecek belaları önlemenin hesabına girişecekler. Böylece hakikat, adalet, özgürlük talepleri gölgelenmiş, hatta ortadan kalkmış, kendilerinin istediği çerçevede bir çözüm gerçekleşecektir. Diyarbakır meydanında toplanan kitle üzerinden böylesi hesapları çok öncesiden yapmışlardı, hâlâ da yapıyorlar ve çaresiz bırakılmış, korkutulmuş kitleler üzerinden yapay bir umut devşirmeye, barış oyununu kabullenmişlik havası yaratmaya uğraşıyorlar.

Lâkin, işe yaramayacak!

Halkın duygu ve düşüncelerini, hakikat, adalet ve özgürlüğü görmezden gelerek hırsla tutunmaya çalışmak iktidar sahiplerinin kıyameti olmuştur ve olacaktır. Etraflarına dizdikleri danışmanlar ve kameralar ordusu bu kıyameti önleyemez. ‘Arap Baharı’ ile birlikte yıkılan rejimler, yüzyıl önce emperyalist güçlerinin çıkar ve fantezilerine göre şekillen ulus devlet rejimlerinin/sınırlarının ömrünü doldurduğunu haber veriyordu. Türk hükümeti ve aydınları bunun farkında. Telaşları, kaybedecek bir dakikalarının olmaması bu yüzden. Fakat yapacakları pek bir şey kalmadı. Bu süreç, yüzyıl önceki hakikat(ezilenlerin dönüşümü) üzerinden bir sonuca doğru gidiyor, gidecek, gitmeli; sünnetullahın gereği... Bunun önüne geçemezlar, barış oyunlarıyla yalnızca kendilerini kandırırlar.

Ve bilinmelidir ki; İktidarların ve iktidarların kanatları altına girmeye çalışanların hiçbiri tarihe 'barışsever' olarak yazılmamıştır, yazılmayacaktır...

Gerçek Barış Nerede?

Barış, yüzyıllardan beri anlatılan bir efsane. Günümüze gelene kadar çeşitli biçimsizleştirme, şekil değişikliğine uğramış olması bir yana, efsaneyi çeşitli egemen-sömürgeci güçlerin sahiplenmesi ayrı bir ironi ve karışıklık doğurmuştur. Barışın yeri, varoluşun doğurduğu farklılığı kavramış, vicdanı kirlerinden, tekçilikten arınmış kimselerin zihni olmalı. Bugün barışı sahiplenmeye çalışanların alayı tekçi zihniyetin kutsayıcıları. Gerçek barışın renkleri toplumsal gerçekliğimizle örtüşmüyor bugün. Bunu göz ardı etmek, buna dikkat çekmemek, bunu dile getirmemek barışın kendisine ve halklara ihanet olur.

Barışın hikâyesi küçük zihinlere sığdırılamaz. Uzun boylu ve kanla sulanmış barış ağacının varoluşsal köklerini iyi anlamak gerek…

Jiddu Krishnamurti ‘Huzura ve Barışa Doğru’ kitabında barış için şunları söylüyor:

‘‘Dünyada barış yoktur. Hükümetler barış hakkında konuşsalar da, dünyada şu ana dek hiç barış olmamıştır. Tarihsel olarak son beş bin yıl içinde hemen hemen her yıl savaşlar devam etmiştir. Din adına, idealler adına, belirli doğmalar adına, Tanrı adına insan, insanı öldürmüştür. İnsan, insanı öldürmüştür ve bu durum hâlâ devam etmektedir. Bu bir hakikat. Görünen o ki, bu talihsiz fakat güzel dünyada yaşayan bizler tüm bunlara dair bir şeyler yapma konusunda aciziz.

‘Barış’ sözcüğü oldukça karmaşıktır. Ruh halimize, zihinsel kavramlarımıza dayanarak, romantik açıdan ya da duygusal açıdan ona birçok anlam yükleyebiliriz. Farklı manalar yüklemeden, sözcüğü, onun önemini ve derinliğini kavrayabilir miyiz? Barış, sadece bir şeyden özgürleşme, zihinsel özgürleşme ya da fiziksel özgürleşme değildir. Barış tüm çatışmaların sona ermesidir. Bu, sadece kendi içimizdeki değil, aynı zamanda komşumuzla, dünyayla, çevremizle ve ekoloji ile aramızda olan gerçek barıştır. Derinlemesine kökleşmiş, sarsılmaz, yüzeysel veya geçici olmayan bir barışa, barışın zamansız derinliğine sahip olabilmek!’’

Çözüm, derinliklerde saklı…

Hakikat, adalet ve özgürlükle ilişkili bir mücadele barış oyununun iğdiş eden boyalarını silip süpürecek ve bizi gerçek barışa yaklaştıracaktır.

  • Yorumlar 4
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Yazarın Diğer Yazıları
    ÖNE ÇIKANLAR
    Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
    Tel : 0532 261 34 89