‘’Kim bilir, belki bir gün, eşitlik ve adaletin bayrağı daha mutlu insanların üzerinde dalgalanır? Kim bilir, belki bir gün… Neden olmasın?’’(Spartaküs / Arthur Koestler)
Hikâyemiz çok çok eskidir bizim.
Anlatılmaz. Uzundur, acılıdır çünkü, bitmez.
Biz bile bu hikâyeyi bazen hatırlamıyoruz, bazen de karıştırıyoruz.
Herkes gibi bizimde kafamızın bir yerinde başka başka hikâyeler var, onun için.
Biz, Onlar ve Kan…
Dünyanın çevresinde dönüyoruz.
Dönen biz köleleriz.
Her yana koşturuyoruz; Koşuşturuyorlar.
Her yalana kanıyoruz; Kandırıyorlar.
Her işi yapıyoruz; Yaptırıyorlar.
Bitmedi, bitmiyor, böyle sürüp gidiyor.
Tarihte de hep böyle oldu, oluyordu; kandırıldık, süründük, yakıldık, çarmıha gerildik, aslanlara yem edildik, göğsümüz üzerine bırakılan taşlar altında ezildik, susturulduk…
Bütün bunlara rağmen, biz hiç hayır demedik zulmedenlere, diyemedik…
İçimizde korku, aramızda nifak vardı. Arkamızda da büyük biraderler yoktu.
Güçsüzdük.
Yapayalnızdık.
Tarihin en çıplak yüzünü, en kara yüzünü oluşturduk böylece.
Ama artık böyle değil.
Ne olursa olsun artık yeter diyoruz.
Bu kurulu düzenlere hayır diyoruz.
Hem de sonsuz kere sonsuz hayır!
Yeter artık!
Bizden uzak olsun iktidarınız, paranız, petrolünüz, saraylarınız, gücünüz, zulmünüz…
Ruhumuz, bedenimiz çok ezildi.
Açlıktan solmuş bir haldeyiz.
Ellerimiz yara bere içinde kanıyor.
Sırtımızda paramparça izler birikmiş.
Zaman terimizde kuruyor sürekli.
Onarılması imkânsız kırıklar var içimizde.
Gömleğimiz çoktan sarıya dönmüş bir halde.
Her yerimiz soğuk; bedenlerimizi ateş yaptık…
Bilincimiz diri artık…
Birinin bu işi yüzüne gözüne bulaştırdığı aşikâr. Ama kim?
Allah’ın bizi asla yalnız bırakmayacağını, taşımayacağımızdan fazlasını vermeyeceğini söyledi…
Biz tam anlamadık.
Sormaya da çekindik biraz: Bugüne kadar olanlar neden böyleydi? diye.
Kimse de anlatmadı. Anlatamadı.
Teslim düştük.
Felek öylece döndürüp durdu bizi.
Yaşayarak, ezilerek, sürünerek, yanarak, acı çekerek öğrendik her şeyimizi.
Bu kadarla da kalmadı…
Çöküp kaldık.
Bütün bildiğimiz bu ve altımızda kayıp giden şu ömür…
Bir hiçlik…
Kalbimize teselli koyamayacak artık hiçbir güç.
Rahat değil içimiz.
Durmayacağız. Durulmayacağız. Devam edeceğiz.
Umutluyuz.
Yakıp yıkacağız.
Canına okuyacağız tüm Tiranların.
Bizden çalınan her şeyi geri alacağız.
Bize ait olduğunu sandığımız o düşlerin trenini kaçırmayacağız bir daha.
Bize ait hiçbir şeyimiz yok aslında. Biliyoruz.
Var olduğuna inandırmaya çalıştılar sadece, asırlarca hem de.
Ama yokmuş. Gördük işte.
Buna rağmen hâlâ susmamızı, kölelik oyununa bağlı kalmamızı salık veriyorlar.
Uyandığımız uykuya geri dönmemizi emrediyorlar.
Yoksa kızacaklarmış. Kötü olacakmış bu işin sonu…
Olsun!
Geleceğimize kendi başımıza, kendi yoksunluğumuzla yürüyeceğiz.
Bu onlar için bir son olacak, çok iyi biliyorlar bunu.
Sadece asalak yaşamayı bildiler bugüne kadar.
Bu durumun hiç bitmemesi için de türlü türlü oyunlara, şiddete, acımasızlıklara başvuruyorlar şimdi.
Bu saatten sonra ne yapsalar fayda etmez…
Bunları başımıza musallat eden destekçileri, işbirlikçileri de boş durmuyor tabi.
Demokrasi yalanından girip, modernlik putundan çıkıyorlar.
El birliğiyle son fırsatı da kaçırmamız için çabalıyorlar. Ama nafile!
İsyan ediyoruz!
İsyan ediyoruz!
İsyan ediyoruz!
Tâ ki içimizdeki son kişi de toprağa düşüne kadar sürecek bu isyanımız.
Huzuru, özgürlüğü, adaleti yanımızda saf tutuyor görünceye kadar direneceğiz.
Bundan böyle yeni bir adımız, yeni bir hikâyemiz var.
Eskisi neydi diye sormayın. Hatırlamıyoruz. Hatırlamak da istemiyoruz zaten.
Ardımızda da bir şey yok. Bakmayın.
Varsa eğer bir şey, o da ilerimizdedir. O tarafa bakın.
Yayılıyoruz karanlığın, zulmün ve açlığın olduğu her tarafa.
Yarın bir başka meydanda, bir başka şehirde, bir başka sarayın kapısında olacağız.
Herkes biliyor artık.
Yeni bir adımız var.
Adımız: İsyan...
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.