• BIST 9716.77
  • Altın 2435.681
  • Dolar 32.5203
  • Euro 34.8906
  • İstanbul 15 °C
  • Diyarbakır 16 °C
  • Ankara 17 °C
  • İzmir 14 °C
  • Berlin 5 °C

İslamî/Kürdistanî dava ahlâkı

Ersin Tek

Ali Şeriatî’nin de belirttiği üzere, İslam, felsefî açıdan idealizm ve materyalizm ekolleri, ekonomik bakımından da kapitalizm ve komünizm sistemleri arasında yer alan orta bir okuldur(mekteb-i vasati). Diğer bir deyişle İslam bazı yönleriyle, felsefî bakımından Allah’a ibadete dayanan ılımlı bir sosyalizme benziyor. İslam, insanın maddi ve manevi ihtiyaçlarıyla aynı anda ilgilenen ve bundan dolayı da onun refah ve zenginliğini temin edebilen bütünlüklü bir sosyal sistemdir. Bu okulun felsefî temeli; Allah’a kulluk, yaratılışa ve yeniden dirilişe imandır. Bu okul, siyasî ve sosyal açılardan özgürlük ve eşitlik üzerine kurulmuştur. Adaletsizlikten, sömürüden, sınıf farklılıklarından ve zararlı felsefî formüllerden uzak, ideal bir dünyaya ulaşma yalnızca bu orta okul üzerinde temellenen bir yöntem altında mümkündür. Bu orta okul bazı yönleriyle dünyayı yorumlayabilen ve ortaya çıkan sorunlara çözümler bulabilen birçok ideolojiyi de içinde barındırabiliyor.

İslam, zalime sessiz kalmayı ve edilgen bir şekilde boyun eğmeyi düşmanla suç ortaklığı etmek olarak görür ve insanları içinde bulundukları uyuklama halinden sarsarak uyandırmayı telkin eder. Müslüman, susmamalı ve toplumda kurulan olumsuz dengeyi kabule yanaşmamalı, yanlışın olduğu her yerde karşı bir cephe açmalıdır. Özellikle kendi toplumlarıyla bağlarını koparmış olan iki grubun varlığın unutulmamalıdır; Bir yandan kendi etraflarına örümcek ağı ören, her gelişmeye olumsuz tavır takınan, İslam’ın parlak hakikatlerini karanlık bir perde arkasına gizlemeye çalışan klasik muhafazakârlar, öte yandan da, modern sapıklığı kendine sığınak yapan, kendi köklerinden habersiz, İslam’ın parlak hakikatlerini saptırmaya çalışan köksüz ve taklitçi seküler beyinler; bunlara karşı kıyasıya bir savaşa girişilmelidir. Çağın safsatalarına ve kokuşmuşluğuna karşı ancak böyle bir ahlâkî duruşla boyun eğmeyebilir, ayakta durabiliriz.

İslam, biz Müslümanların varoluşumuzla birlikte temsil etmeye çalıştığımız belirleyici kimliğimizdir. Müslümanlar yeryüzünde temel insanlık anlamları için, sonsuz bir kurtuluşa ve özgürlüğe bir çağrı, insanlığın ruhunu yansıtacak bir ahlâkı temsil etmekle görevli kılınmış şahid(vasat) bir ümmettir. Müslümanların bu şahidlik(duruş ve mücadele) durumu kıyamete kadar devam edecektir.

Değişen sosyo-politik şartlar hazırdaki öncelik ve endişelerimizi şekillendirip, zaman zaman değiştirebilir. Bu yüzden kendi bağımsız karakter ve tavırlarımızı belirleme işinde zorlanabiliriz. Ancak tavrımız, önceliklerimizi ve endişelerimizi yansıtmak zorundadır. Bu, islamî/ahlâki bir duruşun gereğidir, müslüman için bir farz-ı kifayedir. Bütün zamanlar boyunca, her tür baskı, şiddet, zulüm, kuşatılmışlık karşısında sahip olduğumuz en ağır sorumluluk, en etkileyici ve belirleyici güç ahlâkımız olacaktır. Bu anlamda ahlâk, idealin gerçekten benimsenip benimsenmediğinin, kişiliğe mal edilip edilmediğinin, bir yaşam ve inanç özü haline getirilip getirilmediği, istismar ve sömürü konusu olup olmadığının en iyi mihenk taşıdır. İslam inancında hiçbir faaliyet dinin temel ahlâkî ilkelerinden ayrı düşünülemez. Bu, bütüncül bir tutumun sağlayacağı birleşme ve bütünleşme için kaçınılmaz, görmezden gelinemez, ötelenemez bir çıkış noktasıdır. Müslüman olmanın olmazsa olmazıdır. Müslüman ‘ben müslümanım’ demekle Allah’a verdiği sözün(farzın) gereğini hakkıyla kavrayamadığı ve uymadığı anda ise, müslüman olmayanların egemenliğindeki düzlemde bir esir durumuna düşecektir; küçümsenecek, aşağılanacak, yıpratılacak, ezilecek, kendisiyle çelişecek, çatışacak ve müslümanım demekle yadsıdığı tüm karşıt görüşlerin(uydurma tanrıların) kulu haline gelecek ve sonunda yok olacaktır. Bilgisi ve ahlâkı uyarınca davranmamanın dünyadaki karşılığıdır bütün bunlar. Ahretteki karşılığının ne olacağı ise buradan hareketle düşünülebilir ve anlaşılabilir.

Sadece fikrin ya da inancın doğru olması yetmez. Fikri ve inancı kavrayacak, savunacak, geliştirecek kişiler de doğru olmalıdır. Hak, adalet ve özgürlük gibi soyut düşüncelerin toplumda uygulanma imkânını bulması, ancak dava ahlâkına sahip bir idealistler kadrosunun oluşmasıyla mümkündür. Tarihin tüm büyük devrim ve hareketleri, fedakârlık ve feragatın zirvesine çıkmış dava adamlarının ahlâkıyla gerçekleşmiştir. Fikrî hareketlerin, büyük davaların insanlar üzerinde etkili ve başarılı olabilmesi için komuta merkezinde yer alanların ve özellikle hareketin riyasetinde bulunan kişilerin akıl, zekâ, şuur ve sorumluluk yönünden normalin üstünde olmaları gerekir. Herhangi bir şekilde komuta merkezindekilerin içinde bulunacağı sürekli yanlışlık ve gaflet hali, hareketi başarısız kılacak veya gerçek hedefinden saptıracaktır. Dava ahlâkından sapmaları yüzünden azgınlaşanların şeytanın güdümündeki akılları, onları kısır bir döngü içine sürükleyecektir. Her adımda boyunlarındaki zillet zincirleri biraz daha kalınlaşacak, sağlamlaşacak ve sınırsız arzularının elinde çan çekişir bir duruma geleceklerdir. Davaların hedeflerine varabilmesi, safların münafık, samimiyetsiz, bencil ve zayıf karakterli insanlardan temizlenmesiyle mümkündür. Yani safları dava ahlâkı olmayan kimselerden korumak gerekiyor. Zor olana, samimi insanlar talip olur. Zayıflar ise davetin önüne sürekli engel olagelmişlerdir. Bu tür insanlar davayı/hareketi geciktirirler. Hareket bunlardan temizlendiği zaman, sayıca az da olsa dava zafere ulaşır.

Buradan hareketle, Özgür ve Bağımsız Kürdistan idealinin yeniden dirilişini toplumdaki yerleşik ilişki ve çıkar ağlarından, düşünce ve ahlâk seviyesinden beklemek büyük bir yanılgı olur. Çünkü dava(ideal), dava ahlâkına sahip insanların omuzlarında yükselir. Özgür Kürdistan’ı inşa edecek, dengeye, gerçeğe, iyiye ve güzele taşıyacak ya da yaklaştıracak olanlar dava ahlâkına sahip olan kişilerdir. Kürd Müslümanlar olarak bize düşen, dava ahlâkına sahip olmaktır; İslam ve Kürdistan davasını asıl çehresiyle topluma taşıma bilincine ve gayretine sahip olmaktır. Bu, takvadır. Kurtuluş ise her zaman takvadadır. Müslüman olarak bundan ödün vermeyiz, vermemeliyiz. Bunun için de gerçek İslamî/Kürdistanî muhayyileyi oluşturmak ve güçlendirmek gerekiyor. Böylelikle Kürdistan toplumu kendisi için, kendisini yeniden ürettiği örgütlü bir tasavvur ve idealler yığını, yani kurtuluşu oluşturacaktır. Bu muhayyile, toplumun kendisini tanımasını, kimlik ve rolleri dağıtmasını, toplumun ihtiyaçlarını ve erişmesi gereken hedefleri dile getirmesine olanak sağlayacaktır.

Kurtuluşumuz da böyle mümkün olacak.

  • Yorumlar 1
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Yazarın Diğer Yazıları
    ÖNE ÇIKANLAR
    Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
    Tel : 0532 261 34 89