• BIST 9716.77
  • Altın 2427.694
  • Dolar 32.5699
  • Euro 35.0032
  • İstanbul 16 °C
  • Diyarbakır 14 °C
  • Ankara 19 °C
  • İzmir 15 °C
  • Berlin 3 °C

Adalet kazanacak…

Ersin Tek

İslam topraklarında adalet mefhumu korkunç bir tahrifata uğramıştır; Tağutî iktidarlar/rejimler, bu topraklarda kendi kanunlarını, kendi ‘adalet’ kavramını toplumlara dayatmış ve kabul ettirmiştir. Dolayısıyla zulüm, adalet olarak sunulmuş ve bu şekilde benimsetilmiştir. Daha sonra sonsuz parçaya bölünen Müslümanların zihin ve gönül dünyasında adalet mefhumu manasını ve etkisini tamamen yitirmiştir. Müslümanlar ‘adalet’ ve ‘zulüm’ kavramlarının mahiyetini kavramayı yitirdikleri için de, asli manada bir kulluk bilinci ve gerçek bir inkılab ortaya çıkaramamıştır.

İslam’da adalet kavramı oldukça derin, zengin ve kapsamlı bir tanımlamaya sahiptir. Adalet; düzenli ve dengeli davranma, bir şeyi yerli yerine (hakkı olan yere) koymak, her şeyin ve herkesin hakkını vermek, hak ve hukuka uygunluk, haksızlıklardan uzaklaşarak orta yolu tutmak, doğru yolu izlemek, doğru ve yerinde olmak, takvaya yönelmek, dürüstlük, tarafsızlık, insaf ve eşitlik anlamlarına geliyor. Böylesine geniş kapsamlı bir kavram olan adâletin zıttı ise zulümdür, aşırılıktır, hıyanettir, insafsızlıktır.

Adil olan, adaleti emreden Allah’ın zulme, aşırılığa, hıyanete ve insafsızlığa rızası yoktur. Allah’ın yeryüzüne gönderdiği bütün peygamberlerin misyonu ve mesajı tektir, aynıdır; adalete ve hürriyete bir çağrıdır. Çünkü toplumlar aşırılık, yani zulüm yüzünden çürür ve kokuşur. Bu nedenle yeryüzünde adalete ve hürriyete dayalı bir düzenin inşası gerekli ve zorunludur.
Adalet, sadece devlete ve yöneticilere has bir olgu da değildir. Adalet, hukuki ve ahlaki, ferdî ve içtimaî alanların bütününü kapsar. Bu bağlamda adalet, kişinin kendisine, ailesine, çevresindeki insanlara, hayvanlara ve doğaya karşı görevlerini ve sorumluluklarını hakkıyla yerine getirmesidir. Bu sebeple kişi hem kendine karşı hem de aile efradına karşı, ayrıca yöneticiler emri altında olan memur, işçi ve halklara karşı görevlerini adil ve dengeli bir şekilde yerine getirmek zorundadırlar. Aksi takdirde kendilerine emanet edilenlere -ailesine ve emri altında bulunanlara- zulmetmiş olurlar, en önemlisi de kendi kendilerine -nefislerine- zulmetmiş olurlar.

Aziz Kur’ân ve Hz. Peygamber(s.a.v) adil olmak ve adaletle hareket etmek konusunda birçok emir ve tavsiyelerde bulunmuştur:

‘‘De ki, Rabbin adaleti emretti.’’ (A’raf Sûresi; 29),

‘‘Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder.’’ (Nahl Sûresi; 90)

‘‘Allah size, mutlaka emanetleri (görev ve vazifeleri) ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder.’’ (Nisa Sûresi; 58)

‘‘Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan kendiniz, ana - babanız ve akrabanız aleyhinde olsa da Allah için şahitlik eden kimseler olun.’’ (Nisa Sûresi; 135)

“Bir kavmin (devlet, mahkeme, aile ve fertleri arasında) hak ve adaletten uzak hükümler verilirse, o kavimde mutlaka kan dökümü yaygınlaşır.” (Hadis)

‘‘Adil devlet başkanı ve idareciler mahşer yerinde Allah'ın yüce lütfuna ve himâyesine mazhar olacakların öncüleridir.’’ (Hadis)

‘‘Bir tek saati adaletle geçirmek, altmış yıllık ibadetten daha hayrlıdır.’’ (Hadis)

Bunlar ve bunlara benzer daha birçok ayet-i kerimede ve hadis-i şerifte adil olmanın, adaletle hareket etmenin öneminden ve gerekliliğinden bahsedilmiştir. Adaletin sadece Müslüman olan kimselere değil, kültür, bilgi, mevki, makam, cinsiyet, ırk, dil ve din farkı gözet­meden bütün insanlara, sadece insan oldukları için, aynı değer ve ölçüde uygulanması emredilmiştir.

Kur’ân ve Sünnet sadece dini inakları ve ilkeleri kapsamakla kalmaz, bunlar aynı zamanda Müslümanların kanunudur. Bu kanunlar bir yandan olabilecek her türlü aşırılığı, yani zulmü cezalandırma konusunda güçlü ve etkili, diğer yandan ise tüm erdemleri ve adaleti yüceltmekte aynı coşkuyu ve etkiyi gösterir. İslâm, şefkatli hayırhahlığı, tüm diğer erdemleri bünyesinde barındıran ve taçlandıran adalet duygusunu durmaksızın salık verir. Babalar, anneler, çocuklar, yabancılar, yoksullar, zenginler, yolda kalmışlar, köleler, efendiler, vs. herkes İslam’daki adaletin ilgi kapsamına girer. Bu anlamda adalet, her Müslüman ferdin ve her Müslüman toplumun karşılıklı ilişkilerinde ve yaşamlarının her alanında değişmez bir ölçü olarak yerini almalıdır; istek ve heveslere yer vermemeli, sevgi ve nefretlere uymamalı, akrabalık ve yakınlık gözetmemeli, zengin-fakir, kuvvetli ve zayıf ayırımı yapmamalıdır.

Hz. Peygamber(s.a.v), hayatın her alanında daima adaleti, adil hüküm vermeyi esas almış, bizzat adaletin en güzel örneklerini sergilemiş; aile hayatında, insanlar arası münasebetlerde, hâkim huzurunda, şâhitlik esnasında adalet esasını zihinlere yerleştirmiştir; “Bir gün Kureyş kabilesinden asil bir kadın hırsızlık yapmıştı. O kadını cezalandırmaması için Ashâbdan Üsâme’yi Peygamberimize gönderdiler. Bu duruma kızan ve üzülen Hz. Peygamber(s.a.v) şöyle buyurdular: ‘Nasıl oluyor da bazı kimseler, Allah’ın kanunu karşısında aracı olmaya kalkışıyorlar. Sizden öncekilerin mahvolmasının sebebi şudur: İçlerinden asil, ileri gelen birisi hırsızlık yapınca, onu serbest bırakıyor, zayıf ve fakir bir kimse hırsızlık yapınca, onu cezalandırıyorlardı. Allah’a yemin ederim ki Muhammed’in kızı Fâtıma hırsızlık yapsaydı, onun da cezasını verirdim.”

Görüldüğü üzere, Hz. Peygamber(s.a.v), adalet konusunda aracı olmak isteyenleri çok yakını, çok sevdiği kimseler de olsa adam kayırmacılığı sert bir biçimde reddetmiş, suçluya layık olduğu cezasını vermekte en ufak bir tereddüt göstermemiştir. Çünkü Allah adaletli davranmayı emreder ve Hz. Peygamber (s.a.v) de adaletli bir insandı; doğruluk ve adalet onun varlığında birbirini tamamlayan iki güzel haslet idi. Bu yüzden kimsenin haksızlığa uğratılmasına göz yummazdı.

Aziz Kur’ân’a göre adaletin ölçüsü yahut dayanağı hakkaniyettir. Hidayete hak sayesinde ulaşılabileceği gibi adalet de hakka uymakla sağlanır. Hak, objektif bir kavram ve sabit bir kanun ilkesidir. Bir hak konusunda hüküm verilirken, hakkın kendi lehine hükmedilmesi halinde bundan memnun olan, fakat aleyhine hükmedilmesi durumunda bu hükmü tanımayan insanlar için “işte bunlar zalimlerdir” denilmiştir. Bu suretle siyaseti bir peygamber mesleği olarak gören İslam düşünürleri, bu görevi üstlenenleri toplumun hem maddi hem de manevi gelişmesini sağlamakla yükümlü saymışlardır. Yöneticiler, toplumu ahlak kurallarına ve sosyal düzene uygun yaşamaya sevk etmek maksadıyla kanunlar koyarken, aşırılıklardan uzaklık demek olan adaleti daima gözetmelidirler. Bunun için kanunlar ne çok sert ne de çok yumuşak olmayacak şekilde bir denge/itidal taşımalıdır. Her ne kadar ülkeler savaşla fethedilse de, adaletle korunmalıdır. Aksi takdirde, adaletin olmadığı toplumlarda buhranlar ve isyanlar ortaya çıkar, toplumu oluşturan fertler arasındaki uzlaşı ve güven kaybolur, zulüm, anarşi, terör, hırsızlık, rüşvet, kaos, yıkım ve ölüm başını alıp gider…

Birçok zamanlar adalet, zulüm ve zorbalık karşısında dize getirilmiş, ama her defasında insan vicdanından ayaklanarak, zulmü ve zorbalığı yenmiştir, geldiği karanlıklara geri göndermiştir. Bu, Allah’ın, hak yerine kuvveti, adalet yerine zulmü isteyenlere karşı koyduğu ebedi ve değişmez bir kanundur…

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
ÖNE ÇIKANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 261 34 89