• BIST 10173.42
  • Altın 2440.899
  • Dolar 32.27
  • Euro 34.9283
  • İstanbul 16 °C
  • Diyarbakır 21 °C
  • Ankara 15 °C
  • İzmir 23 °C
  • Berlin 26 °C

Yaşananlar oyun mu, iflas mı, çözüm mü?

Fehim Işık

Son birkaç gündür Başbakan’ın televizyon kanallarında yaptığı açıklamalar gündemi belirliyor. Başbakan’dan önce işareti Adalet Bakanı Sadullah Ergin vermişti. Ergin “Abdullah Öcalan’da bu sürecin içine girmeli mi? sorusuna verdiği yanıtta şunları diyordu: Değişen şartlara, gelişen ortama göre enstrümanlardan hangisinin kullanılabileceğine, istihbarat birimlerimiz, siyaset kurumu, güvenlik bürokrasimiz oturup karar verirler, hangi enstrümanı kullanacaklarını kararlaştırırlar ise onu kullanırlar.

Ergin’in açıklamalarından sonra Erdoğan’ın sözleri gündeme düştü.

Erdoğan’ın sözlerinden ne çıkar, sonu nereye varır bilmiyorum; ama sözlerin dile getiriliş biçimine bakıldığında çok da meşakatsiz bir sürecin yaşanabileceğini, sorunların sanıldığı gibi kolay aşılacağını söylemek güç.

Sürecin nereye varabileceğini tahmin edebilmek için Erdoğan’ın son günlerde söylediği iki temel değerlendirmesine kısaca bakmakta yarar var.

Erdoğan yeni bir Oslo sürecinin başlayabileceğine dönük şunları ifade ediyor: Biz milletçe şu üzümü yiyelim, şu çözümü yakalayalım istiyoruz. Bunun için de risk alıyoruz. Şimdi yine yapılır mı? Biz yine yaparız. Oslo’daki nihai amaç öncelikle işi bitirmek, neticeyi alabilmekti. Şu anda zamanlama meselesidir, yani her an olabilir. Aynı şey, yani yurt dışında da görüşmeler noktasında, bu da olabilir. Oslo olmaz da başka bir yer olur. Oslo’nun başlaması, İmralı’ya gitmek, yani bunlar bizim için olmayacak şeyler değil, olabilir. Bu adımları atarız.

Erdoğan aynı mülakatta, BDP’nin rolüne ilişkin sorulan soruya ise şu sözlerle yanıt veriyor: Terör ile iç içe kimin olduğu önemli. Terör örgütü ile mücadele ama siyasi uzantılarıyla müzakere dedim. Hala aynı noktada nasıl olayım. 9 milletvekili teröristlerle kucaklaşıyor, bir taraftan da bizimle müzakere... Nasıl olacak da ben teröristlerle yanak yanağa olan eş başkanla konuşacağım. Ben konuşursam şehit anneleri, ağlayan analar beni masada gördüğü an bana ne der? Ben bir tane şehit annesinin gözyaşını bunların birisine değişemem. Eğer dürüst, samimi olsalardı oturur konuşurduk müzakere ederdik.

Hükümetin, özellikle 12 Haziran seçimlerinden sonra içine girdiği yolun çıkmaz yol olduğunu, şiddetin, sorunun çözümünden öte çözümsüzlüğe hizmet ettiğini yazan, konuşan biri olarak, elbet diyalog ve müzakerenin yeniden dillendirilmesinin önemli bulduğumu belirtmeme gerek yok.

Ama şunu da unutmamak gerekir. Gelinen noktada, özellikle Kürt sorunu konusunda yalnızca Erdoğan ve AKP değil, herkes usta...

Konuyla ilgili gardını alan herkesin, dağarcığında binlerce deneyim biriktirdiğini biliyoruz.

İlk açıklamadan, yani Adalet Bakanı’nın söylediklerinden başlayalım...

Bakan, gelişen ortama göre enstrümanlardan hangisinin kullanılabileceğine... diyor, açıklamasında...

Gelişen ortam” sözcüğünün, diyalog ve müzakere karşıtlarının hükümeti getirip sıkıştırdığı “güvenlikçi politika”nın yol açtığı açmaza karşılık geldiği görünüyor.

  Müzakere için “PKK’nin silahlarını teslim etmesini”, o da olmazsa “PKK’nin Türkiye sınırları dışına çıkmasını” şart koşan; “bu yapılmadığı sürece devletin PKK’nin başını ezmesi için her yolu denemesi gerektiğini” ileri süren “güvenlikçiler”, “sorunun çözümünde” değil ama “yitirilen genç yaşamlarda” eminim muratlarına erdiler. Bu vicdansızların neden olduğu politikalar sonrasında büyüyen savaş, sadece son bir kaç ayda yüzlerce gencin yaşamına mal oldu.

Görünen o, “ortam” bay “güvenlikçilerin” istediği gibi yürümedi ve “gelişen ortam” politika değişikliğini zorunlu kıldı veya kılıyor.

Hükümetin bir çıkmaza girdiği de aşikar.

Son aylarda giderek artan ölümlerin dışında başka argümanlar da var, hükümeti zorlayan. Örneğin önümüzdeki yıl yerel seçimler var; büyük bir ekonomik krizin kapıda olduğu söyleniyor; Suriye’de işler istenildiği gibi yürümedi...

Bu yeni durum sonrasında “gelişen ortam”, Bakan Ergin’in de dediği gibi “istihbarat birimleri, siyaset kurumu, güvenlik bürokrasisinin kararıyla şimdilik farklı ‘enstrümanların’ devreye sokulmasını” beraberinde getirdi.

Yanlışın neresinden dönülürse kardır; ama cidden bir yanlıştan dönülüyor mu?

Ya da bir yanlıştan dönülürken yeni bir yanlışa mı sapılıyor?

Devreye sokulmak istenen “yeni enstrümanların” nasıl sonuçlar doğurabileceğini Başbakan’ın söylemlerinden çıkarmak mümkün.

Başbakan’ın söylediklerinden yapılan okumalardan da açıkça görülüyor ki o, üstüne basa basa “devlet” ve “hükümet” ayrımı yapıyor. Başbakan’ın söylediklerinden anlıyoruz ki “Devlet İmralı’nın sürece katılması kararını almış.” Yine aynı Başbakan, “Hükümetin, terörün sivil uzantıları ile müzakere etmeyeceğini” açıklıyor.

Çıkabilirsen çık işin içinden.

Devlet” kim, “hükümet” kim?

Bunların kararlarını ayrı ayrı kesimler mi alıyor?

Eskiden olsaydı “amena” derdik, ama yüzlerce generalin içeri tıkılıp 15-20 yıl ceza verildiği bir iktidar döneminde buna inanmamızı kim bizden isteyebilir?

Başbakan yaptığı ayrımda ayrı bir rol biçtiği devleti, PKK ve Öcalan ile görüştürmekte sakınca görmüyor, bunun savunusunu yapıyor; ama aynı Başbakan AKP ile BDP’nin aynı kareye girmesine karşı çıkıyor, “bunun hesabını şehit analarına veremeyeceğini” söylüyor..

Gözlerimizin içine baka baka bunu diyen Başbakan, üstelik herkesten samimiyet göstermesini de bekliyor.

Evet, yanlıştan geri adım atmak iyidir, ama şunu da biliyoruz, eğer iş bireysel gurur meselesi gibi algılanırsa geri adım atmak da o kadar kolay değil...

Güvenlikçilerin” telkini ve yol göstermesiyle, Başbakan’ın da körüklemesiyle ülke bir ateş cenderesinin içine çekildi ve bu ateş hala ocakları yakmaya devam ediyor.

Bu ateş cenderesinden çıkmak, en azından bu cendereye müsebbib olan anlayış ve tutumları, açık ve net bir biçimde mahkum etmek de gerekir.

Şiddetin en yoğun olduğu şu son bir iki yıllık dönemde bile tarafların hiçbiri “şiddetin sorunu çözeceğini” söylemedi.

PKK, “devrimci halk savaşına” yöneldi; ama her açıklamada da “şiddet ile sorun çözülmez, diyalog ve müzakereden yanayız”, dedi.

Hükümet, Kürdistan’a yüzbinlerce asker yığdı, ama bir tek gün bile PKK’yi askeri yığınakla bitiremeyeceğini, Kürtleri yok ederek sorunu çözemeyeceğini, en azından yaşanan deneyimlerden biliyordu. Hükümet kanadından yapılan açıklamalarda, “PKK’nin silah bırakması karşılığında güvenlik güçlerinin operasyonlarının minimalize edileceğinin” söylenmesinin bir nedeni de geçmişin bu deneyimleridir.

Her ne hikmetse bu söylemler kamuoyuna gereği gibi yansımadı, cılız kaldı, şiddet öne çıktı ve giderek büyüdü.

Yeni bir adım mı atılıyor?

Bu adımların ne olacağı, “herkesin umut bağladığı” Başbakan’ın AKP 4. Kongresindeki konuşmasında biraz daha belirgin olacak.

Şimdilik, net olarak bildiğimiz bir şey veya atılan bir adım, verilen somut bir söz yok...

Ama her ne adım atılacaksa atılsın, samimiyet içinde atılsın; kongre piar’larına, seçim politikalarına, kişisel gurura kurban edilmesin.

Ve de en önemlisi, sorunun çözümüne katkısı olacak ise hiç ama hiç kimse göz ardı edilmesin...

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
ÖNE ÇIKANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 261 34 89