• BIST 9677.12
  • Altın 2430.366
  • Dolar 32.529
  • Euro 34.865
  • İstanbul 25 °C
  • Diyarbakır 28 °C
  • Ankara 30 °C
  • İzmir 28 °C
  • Berlin 11 °C

‘Türban’ ve roman

Cihan Aktaş

Şubat, baharın eşiğindeki kış, soğuk güneşiyle kaygılı bir geçiş faslını hissettirerek marta bırakıyor yerini. Bahara bir adım kaldı neredeyse, zayıf ciğerli bünyeler bu kışı atlatmayı bildi; ama birileri, daimi kış ikliminde yaşasın insanımız, bir titremeyle, tedirginlikle evine kapansın; bunu istiyor.

Yılın üç mevsiminin darbelerle aynılaştırıldığı bir ülkede yaşıyoruz. Darbeler mevsimleri etkilerken, yazar olarak gündemimizi de belirliyor. Şöyle bir düşünüyorum da yazarlığımda darbelerin etkileri üzerine... Bakıyorum, şubat soğukları hiç eksik olmamış kesintisiz cümlelerin arayışı içindeki hikâyelerimden.

Ben sadece hikâye, roman yazmalıydım, ressamlık yolunda ilerlemekten vazgeçirildikten sonra geliştirdiğim ilk gençlik düşüm buydu. Ama bir de topluma (ve Allah’a) duyduğum borçluluk hissi vardı. Araştırmaya, incelemeye dönük kitapları önceledim.

İlk hikâye kitabımın adı, Üç İhtilal Çocuğu. Bu kitapta yer alan hikâyeler, 12 Eylül’ün ardından evle üniversite arasında sıkışıp kalan başörtülü kızların içlerine sığamaz olan sesleri konu alır.

80’ler, yazarlığımın zeminini yoklamaya çalıştığım yıllar. Mustafa Kutlu 25 yıldır roman yazmamı öğütler bana. Ama burada durmak gerek; başörtülü kızlar okul kapılarından geri çevriliyor. Darbe olmuş, YÖK işbaşına getirilmiş, İhsan Doğramacı türbanı yeniden icat etmiş.

Doğramacı nereden bilirdi ki bu genç kızları başlarını örtmeye sevkeden güçlü, derin kökleri olan hissiyatı? Fakat tanımlama yetkisi elindeydi ve onun kaleminde türban olarak isimlendirilen, önce üniversitede başörtüsüne meşru bir ifade kazandırma amacıyla gündeme gelmişken, giderek bir yasağı geçerli saymanın formuna dönüştü.

Doğramacı, ardında sayısız genç insanın ahından oluşan, günden güne yayılan bir acı izi bırakarak bu dünyaya veda etti. Ünlü profesörün adı üniversite kapılarından geri çevrilen geniş bir nüfus tarafından, dünya ilim literatürüne bırakılacak bir eserden önce, türbanı yeniden icadıyla hatırlanacak.

28 Şubat, kendi kamularını kurma yolunda çaba gösteren başörtülü kızları bir kez daha evlerine kapanmaya zorladı. Başörtülü kızlar, ekrandan taşan polis baskınlı, sulu gözlü mizansenlerle fadimeşahinleştirilirken, aklı kıt eksik etek ikinci cins konumuna yerleştiriliyorlardı. Gazeteler bu öğrencileri çirkinleştirmeye, dış güçlerin parmağıyla ilişkilendirmeye, yasağı makul göstermeye dönük manşetlerle çıkıyordu.

Postmodern, bu nedenle de kimilerine göre hem var hem yok sayılabilecek darbenin ardından İslami görüntü ve söylemler, çeşitli kurumlarda ikinci bir yok sayma işlemine maruz bırakıldı. “Muhafazakâr” gazetelerde, İslamcı köşe yazarlarının yazıları seyrekleştirildi. Başörtülü köşe yazarları sayfa kalabalıkları arasında kaybedildi, dahası bir kontenjan hesabının kaba mantığıyla tamamen dışlandı.

Başörtülü öğrenciler, “türban” isimlendirmesinin de getirdiği bir tür özelleştirmeyle, örtbasla, batılılaşma yolundaki Türkiye’nin kurbanları olmaya devam ediyorlar. Dün Doç Sevgi Kurtulmuş’u akademik kariyerinden süren zihin yapısı, bugün Kurtulmuş’un kızını da yasaklarla belli bir sınıra çekilmeye zorluyor.

Binlerce, onbinlerce kişiyi etkileyen yasak tuhaf bir kayıtsızlıkla konsensüs süreçlerinin akışına terkedilmiş durumda. AK-DER başlattığı imza kampanyasıyla, “28 Şubat bin yıl süremez”, diyerek yasağın tabiileştirildiği siyasal ve sosyal ortamı sorgulamaya açtı.

Yağmurda çamurda, kışta kıyamette genç kızlar Beyazıt Meydanı’nda güvercinlere karışarak dolaşıyor; ne eve sığıyor ne üniversiteye alınıyorlar. 28 Şubat murat edildiği üzere bin yıl sürmedi, ama kamusal alanın kapıları başörtülü öğrencilere kapalı kalmaya devam ediyor.

Darbelerle hizaya sokulmak istenen bir toplumda yaşıyor olmasaydım, kılık kıyafet yasaklarını konu alan birkaç cilt kitabın yerine, birkaç roman yazmış olurdum. Bu yüzden eseflenmiyorum. Yazarlık her şeyden önce yaşanılan döneme anlamlı bir katılımla değerli.

“Soğuk mevsimlerin başlangıcına iman edelim” der ya Furuğ... Şubat kimisine göre baharın eşiği, kimisine göre de küllerle kaplı, yeniden doğuşlara izin vermeyen buzlu karlı bir yol.

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
ÖNE ÇIKANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 261 34 89