• BIST 8876.22
  • Altın 2917.479
  • Dolar 34.2466
  • Euro 37.3004
  • İstanbul 14 °C
  • Diyarbakır 16 °C
  • Ankara 12 °C
  • İzmir 17 °C
  • Berlin 8 °C

İnsaf ya da şovenizm

Cihan Aktaş

Türkiye, bir güven kuşkusunu yansıtan tartışmalara rağmen iple çekilen bir barışın sevincini yaşıyor. Daha erken de gerçekleşebilirdi barış, doğru. Yine de kazanılmış her gün, barış adına önemli bir katkıdır. Bir o taraftan bir bu taraftan mantığıyla dökülen kanlar nefreti, daha bir şiddetle hesaplaşma ve arada açılan uçurumu derinleştirme arzusunu arttırıyordu ancak.

Savaşa ve barışa askerlerin karar verebileceği kabulünün sorgulanmaması yüzünden siyasetçiler de zorunlu barış yoluna yerleştirilen zor engelleri aşmayı göze alamıyorlardı. Uzun bir hazırlığın ardından gelinen barış noktası, AK Parti hükümetinin ve Başbakan Erdoğan’ın halkın kendisinden beklediği en önemli tarihî misyonu gerçekleştirdiği anlamına geliyor.

Daha erken de atılabilirdi bu adım, ama iyi ki daha fazla geç kalınmadı.

Irkçılık eken şovenizm biçiyor. Oysa, Balibar‘ın altını çizdiği gibi, “İnsanların psikolojik ya da biyolojik ‘hafızası’ olan şey ‘ırk’ değildir, fakat modern toplumların tarihsel hafızasının en kalıcı biçimlerinden birini teşkil eden şey ırkçılıktır”.

Ulusçu paradigmanın Türkçülüğü, varlığını ancak sürekli vurgulanan bir ayrımla, canlara mal olan bir ayrımcılıkla gerçekleştirebilirdi. Takva üstünlüğünden, insanların bir tarağın dişleri kadar eşit olduğundan, kardeşlikten ve insaftan söz eden “İslam” da, bu yüzden temel niteliklerini yamultan medyatik işlem (ve operasyonlarla) sakil, çirkin, gülünç ve işlevsiz kılınmak suretiyle (kamusal) gözden ve nihayet gönüllerden ırak olmalıydı. “Bembeyaz, modern ve Batılı” bir cemaat kurgusu başka türlü gerçekleşemeyeceği için, içeride bir kıyaslamaya imkân sunacak şekilde paryalar üretilmeliydi. Zoraki kurgu için sıkıştırılan paryaların çok geçmeden hain ve bölücü olarak işaretlenmesi kaderin bir oyunu olarak görülebilir mi?

Gelgelelim kurgunun ısrarı bir yere kadar sürebilirdi. Ahmet Altan başta olmak üzere barış yanlısı gazeteciler bu hususu sürekli vurguladılar: Bir başına insan tekinin varlık olarak anlamı, ulusdevlet kurgusunun tanımladığı vatandaş ufkunun çok üzerindedir.

İşte; ulusçu kibrin ve modernist tahakkümün üretip geliştirdiği kardeş kavgası, bir Nevruz Bayramı eşiğinde, barış cümleleriyle noktalandı.

Cümleler eksik veya fazla olabilir. Bir sürü yanlış sayılabilir. Eleştirilerde yer yer haklılık payı da bulunabilir. Ama bunların hiçbiri mutlaka gerçekleşmesi gereken barışla ilgili bu önemli adımın değerini gözardı etme sebebi olamaz. Çünkü geçen her gün, her saat yeni ölümlere gebe olurken, savaşla kışkırtılan ayrımcılığa güç kazandırıyordu.

Büyük barış adımını hayra yormaktan geri duran kimi gazetecilerin bir açıklama sıkıntısı yaşadığına, kekeme bir dille barış adımlarını küçümsemeye çalıştığına tanık oluyoruz.

Devlet ve elit vesayetine bağımlı kibir, büyük Nevruz sofrasında yaşanan kucaklaşmayı ne istiyor, ne de diliyor. Hem şovenist hem de barış ehli olamazsınız.

Akşam oturmasında “ergenekoncu” bir akraba, barışın asla mümkün olamayacağını savundu yine. “Bu bir mizansen, saf olma, bu bir kandırmaca, bir yerlerden emir aldılar...” O zaten bir Kürt meselesi olduğuna da inanmıyor. “Neleri eksik, İstanbul’da en güzel yerler onların, Boğaz’da yalılarda oturuyorlar, Meclis’teler, cumhurbaşkanı bile oldular...”

Ben de ona yıllar önce Yenikapı’da bineceğim otobüsün hareket saatini beklerken tanık olduğum ve bir romanımda leitmotif olarak kullandığım bir sahneyi anlattım: Karayağız delikanlıyı iki jandarma döverek, yerlerde sürükleyerek götürüyor. “Türkçe konuş ulan, burası Türkiye, Türkçe konuşacaksın!” şeklinde ve giderek hakaret dozu yükselen cümleler ulaşıyor kulağıma. İnsaf ve merhamet, şovenizmin özellikleri olmaktan uzak.

Problemli olan zaten bir bağış sunma, bağışlama konumunu olağanlaştıran dil. Problemli olan, Mehmet Efe‘nin Mızraklı İlmihal‘de anlattığı o farklı dille, lehçeyle, gırtlak yapısıyla mücadeleyi eğitimöğretim yolu sayan müfredat ve öğretmen mantığı...

Kürtçeyi bu ülkede dil olmayan bir dil olarak işaretleyen kimse, hangi unsur veya kurumsa, Kürt sorununu üreten de aynı odaktır.

Niye bu denli gecikildi barışa ve yine de gecikilsin isteniyor, açık değil mi? Kimi siyasetçiler ve gazeteciler barış gerçekleşsin diye ellerinden geleni yaparken, kimileri de barışsız her günün yeni ölümler anlamına gelmesi hiç önemli değilmiş gibi, bunun aksi için çabalamaya devam ediyor. Oysa bu ilk adımı atmanın Türkiye ve bölgesi için zarureti, Türk ve Kürt kardeşliğinin yeniden ve daha bilinçli bir şekilde tesisi açısından önemi o denli açık ki...

İnsaf olmaksızın barış ötelenen bir düş olurdu ancak... Bunu, “Barış kahramanlığı” şiirinin sevgili şairi William Blake de söylüyor, “Kutsal Görüntü”de:

“İnsaf insanın yüreğindedir,
Merhamet ise kişinin yüzüdür,
Aşk insanın kutsal suretidir,
Barış ise giydiği giysidir.”

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
ÖNE ÇIKANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 261 34 89