• BIST 10151.58
  • Altın 2459.504
  • Dolar 32.277
  • Euro 34.9682
  • İstanbul 17 °C
  • Diyarbakır 23 °C
  • Ankara 19 °C
  • İzmir 25 °C
  • Berlin 28 °C

Sona doğru yaklaşırken Suriye, Türkiye ve Kürtler…

Fehim Işık

 “Arap Baharı” adıyla bölgenin siyasal ve sosyal kimliğini değiştirmeye aday ayaklanmaların ilk durağı Tunus’tu. 2010 yılının son günlerine yaklaşırken Tunus halkı yönetime tepki göstererek sokaklara çıkmaya başladı. Tunus’u Libya ve Mısır takip etti. Elbet Libya, Mısır ve Tunus’ta olduğu gibi yönetimleri etkin bir biçimde değiştirmeye muktedir olmasalar da Yemen başta olmak üzere birçok Arap ülkesinde de gösteriler, ayaklanmalar oldu. Yaklaşık bir yıl sonra, 2011’in başlarında bir gencin kendini yakmasıyla Suriye’de de “Arap Baharı”nın fitili ateşlendi. Suriye’de halk bir yandan sokaklara çıkarak onbinlerin katıldığı gösteriler düzenlerken bir yandan da hükümet binalarına saldırılar düzenleyerek artık geri dönülmez bir noktada olduklarının, Suriye rejiminin değişmesi gerektiğinin ve en önemlisi de “özgür ve demokratik bir Suriye” istediklerinin altını çizdiler.

2011’in ilk günlerinde başgösteren gösteriler, son günlerde yüzlerle ifade edilen ölümlerle anılmaya başlandı. Bu sürecin, Esad iktidardan gidinceye kadar devam edeceği açık. 

Esad da Öncülleri Gibi: Dış Güçler!

Babasının ölümünden sonra Suriye yönetimini devralan Beşar Esad, başlangıçta her klasik diktatörün söylediğini tekrar etti; gösterilerin dış güçlerce organize edildiğini, Suriye halkının dış düşmanların oyununa gelmeyeceğini anlattı günlerce. Esad 2011 yılının son günlerine doğru Rusya televizyonuna verdiği bir mülakatta ise “bölge üzerinde emeli olan ‘dış güçlere’ etkili bir mesaj vererek” Suriye’nin Ortadoğu’nun fay hattı olduğuna dikkat çekti; “Bu fay hattı kırıldığında bundan yalnız Suriye değil, tüm bölge olumsuz etkilenir,” dedi.

Başlangıçta ciddiye alınmayan, küçük reformlarla atlatılacağına inanılan gösterilerin giderek kitle desteği bulması ve yaygınlaşması, yönetimi göstericilere karşı daha etkin şiddet uygulamaya yöneltti. Silahsız ve sivil göstericilere karşı yoğun şiddet kullanılmasına, her gün onlarca kişinin hükümet ve ordu güçlerinin marifetiyle öldürülmesine, yani Suriye yönetiminin sivil göstericilere karşı açık faşizm uygulamasına rağmen, bölgedeki her gelişmeyi ‘emperyalist güçlerin oyunu, emperyalizmin projelerinin yaşama geçirilmesi’ olarak değerlendirenler de, Suriye yönetiminin başındaki diktatörün klasik değerlendirmesini aşamadılar. İçlerinde sol cenahta siyaset yapanlardan radikal İslamcılara kadar birçok siyasal grup ile açık bir biçimde Suriye yönetimini destekleyen İran devleti ile daha çok “utangaç” Suriye destekçisi olan Rusya ve Çin gibi devletlerin bulunduğu bu kesimler, farklı argümanlarla dile getirseler de “Anti-Emperyalist Suriye yönetiminin ve devrimci halklarının emperyalizmin bu yeni oyununu boşa çıkaracağına” inanıyorlardı. 

Suriye’de Dönüşüm Esad’la Sağlanamaz

Bir yandan Suriye yönetimine destek veren siyasal gruplar ile devletlerin varlığı diğer yandan Suriye’nin artık yeni gelişmelere gebe olduğunu görenler birbirlerini siyaseten sınarken, bir şey net olarak görülmeye başlanmıştı artık: Suriye mevcut haliyle gidemez.

Değişimin ABD etkisi olmadan yaşanmasını arzu edenler, Suriye yönetimine yeni reformlar yapmasını telkin edip yumuşak bir değişim sürecini tercih etmesini öneriyorlar. Başlangıçta bu türden bir tepkiyi “diplomasinin gereği” olarak ABD’de verdi. O da Suriye’nin kendi halkını dinlemesini ve reformlara yönelmesini Suriye yönetimine önerdi.

Esad yönetimi bazıları samimi, bazıları da “diplomasinin gereği” olan bu önerilerin tümünü reddetti; kendi bildiğini okumayı sürdürdü.

Çok kısa sürede Esad’ın Suriye’nin değişimine öncülük edemeyeceği, kırıntı reformlarla Suriye halkının ikna olmayacağı, kör destekçiler dışındaki ülkeler ve siyasal kesimler tarafından da net bir biçimde görüldü. 

Türkiye, Suriye’nin Etkin Aktörü Olma Yolunda

Artık Esad yönetiminin toparlanamayacağını, er veya geç gidici olduğunu gören ülkeler içinde neredeyse en etkin denebilecek ilk tepkiyi, Suriye’yi adeta düşman ilan edercesine, Türkiye verdi. Irak’ta 1. ve 2. Körfez Savaşlarından dili yanan, bu nedenle Irak’ın değişim ve dönüşüm sürecinde istediği gibi etki kuramayan, daha çok ABD’nin belirlediği sınırlar içinde hareket etmek zorunda kalan Türkiye, daha kısa süre önce Libya’da yaşadığı ikilemi bir kez daha Suriye’de yaşamak istemiyordu anlaşılan. Bu nedenle olacak ki “değişime gebe” Suriye’nin en etkin aktörü olma yolunda çok hızlı bir yönelime girdi.

“Arap Baharı”nın hemen öncesinde Suriye ile vizeleri kaldıracak kadar etkili bir işbirliğine yönelen, büyük ticari anlaşmalar imzalayan, Özellikle Öcalan’ın Suriye’den çıkarılmasından sonra PKK karşıtlığı temelinde etkin bir işbirliğine yönelen, hatta AKP’nin geliştirdiği Türkiye’deki ‘Kürt sorununun çözümüne’ dönük ‘Açılım Politikaları’ sürecinde PKK’ye katılmış Suriyeli Kürtlere özel af çıkartılmasını bile konuşabilecek düzeyde ‘kanka’ olan Esad ve Erdoğan, ne oldu da bu kadar karşı karşıya geldi?

Belli ki bu konuda Türkiye’yi tetikleyen en önemli mesele Kürt meselesidir. Yönetimi değişecek bir Suriye’de gelmesi muhtemel yeni yönetimi daha işin başındayken garantiye almak isteyen Türkiye, önce Dışişleri, akabinde tüm yönetim birimleri aracılığıyla Müslüman Kardeşler’den Suriye Ulusal Konseyi’ne, daha sonrasında ise Özgür Suriye Ordusu’na kadar tüm Suriyeli muhalifleri, kıskaca almaya başladı. Bununla da kalmadı, Suriye muhalefetini örgütlemeye, bazı iddialara göre de silahlandırmaya, özcesi Suriye muhalefetine alabildiğine etkili bir destek sunmaya başladı. 

Arap Muhalefeti Türkiye’de Pişiriliyor

Suriye de Türkiye’nin üstlendiği rolü görmüş, gardını da ona göre almıştı. Bu nedenledir ki daha Türkiye, Suriyeli Arap muhalifleri Antalya’da toplanmadan önce, Suriyeli muhaliflerin, gösterilerin ağırlığı altında da olsa Şam’da toplanmasına ses çıkarmadı. Ancak Suriye’nin bu hamlesi, Türkiye’nin Antalya’daki Kürtsüz ‘Değişim Konferansını’ yapmasına engel olmadı. Konferans sanıldığı kadar etkili olmasa da, başlangıç açısından iyi bir girişimdi. Türkiye ve tabi Türkiye’nin bu role soyunmasına destek veren ABD ve bazı Batılı ülkeler açısından, en azından kimin ne olduğu, bu kesimlerle nereye kadar yürünebileceği konusunda iyi fikir vermişti, Antalya’daki konferans. Tabi bu konferansın dikkat çeken bir diğer yönü de Kürtlerin dışlanması, girişimiydi. Türkiye bu ilk toplantıda Kürtlerin dışlanmasında başarılı olmuştu. Konferansa katılan birkaç Kürt muhalif bireyi, cılız bazı tepkiler verseler bile, deyim yerindeyse genelin bakış açısına teslim olmuştu. Kürtlerin neredeyse hiçbir talebi, Türkiye etkisindeki bu ilk toplantının gündeminde dikkate alınmamıştı.

Bu ilk toplantının dışında da çokça toplantı organize edildi, Türkiye’de. Bazılarına Arap ülkelerinin temsilcileri de katılmıştı.

Giderek taşlar yerli yerine oturmaya başladı. Muhalefet şekillenmeye başladı. Suriye’nin güçlü örgütlerinden Sünni Müslüman Kardeşler, Türkiye’yi dışlamayan, onun etkisini göz ardı etmeyen, ama tamamen ona bağlı olmayan bir politika izlemeye başladı. Her ne kadar Suriye Ulusal Konseyi’nin kuruluşu, 2011’in Temmuz ayında Türkiye’de ilan edilse de muhalefet öyle sanıldığı gibi birebir Türkiye’nin etkisi altına girmedi. Giderek Arap ülkelerinden destek alan Suriyeli muhalifler, Müslüman da olsa Arap olmayan bir milletin kendilerine öncülük yapmasına pek sıcak bakmadılar. Türkiye’nin rolündeki abartı, Aralık 2011’de Hatay’da düzenlenen ve ağırlıkla Suriye’nin konuşulduğu “2. Ortadoğu Konferansı”nda, daha net görüldü. Araplar, Suriye’yi Türkiye’ye terk etmeyeceklerinin altını çok net bir biçimde bu konferansta dile getirdiler. O günden sonra Türkiye’deki abartılı köşe yazılarında, gazete ve televizyon haberlerinde, yani Türkiye’nin rolünü alabildiğine abartan yaklaşımlarda da gözle görülür bir değişim oldu. 

Suriye Kürt Muhalefetinin Şekillenmesi

Suriye Kürt muhalefetinin şekillenmesi iki ana eksende oldu. Suriye’de çoğunluğu genç geniş bir örgütsüz Kürt kesimi olsa da, örgütlü güçler arasında özellikle Qamişlo dışında, PKK’ye yakın siyaset yürüten PYD (Demokratik Birlik Partisi) en etkin Kürt partisi konumundadır. Qamışlo’da ise PYD dışındaki diğer Kürt siyasi hareketleri etkindir. Bunlar arasında da I-KDP’ye yakın Suriye Kürt Demokrat Partisi (S-KDP) ile I-KYB’ye yakın PPDKS’yi (Suriye Kürtleri İlerici Demokrat Partisi) saymak mümkündür.

“Arap Baharı”ndan sonra Suriye Kürtlerinin “cepheleşmesi” de başlangıçta bu iki eksende oldu. PYD, daha çok kendisine yakın Arap muhalifleri  ve bir kısım Kürt entelektüeli ile birlikte Demokratik Suriye Muhalefetini oluştururken, PYD dışındaki Kürt partilerinin öncülük ettiği diğer yapılanmalar ve bir kısım ‘örgütsüz’ bireyler de Suriye Kürt Ulusal Meclisi’ni oluşturdular. Elbet bunların yanı sıra Avrupa’da yaşayan bir kısım Suriyeli Kürt özellikle Türkiye’nin desteğini de alan Arap muhalefeti ve Türkiye Dışişleriyle içli dışlı olurken, Suriye’de bulunan “örgütsüz” Kürt gençleri de bir kısmı silahlı mücadeleyi savunan çokça “bağımsız gençlik örgütü” oluşturmaya başladılar. Suriye’de olduğu gibi Suriye Kürtlerinin yaşadığı bölgelerde de sokak gösterilerinin çoğunu organize eden, daha çok sosyal medya üzerinden örgütlenen, sözünü ettiğimiz “bağımsız gençlik örgütleri”ni oluşturan Kürt gençleridir.

Suriye’deki bu karmaşa halen devam etmekle birlikte, engellemelere rağmen Suriye Arap muhalefeti ile Kürt muhalefeti arasında geçtiğimiz yılın sonlarına doğru ciddi görüşmeler yaşandı. Suriye Kürtleri bir yandan kendi içlerinde daha organize yapılar oluşturma yönünde adımlar atarken, bir yandan da Esad sonrası Suriye’sinde statü elde etmek için çabalıyor. 

Arap Muhalefeti Kürtlere Mesafeli

Suriye Arap muhalefetinin, özellikle de Müslüman kardeşlerin Kürtlere karşı mesafeli duruşu hala devam ediyor. Müslüman Kardeşler, adeta 1982 Hama Katliamının rövanşını Kürtlerle yaşıyor. Hama Katliamı’nda Müslüman Kardeşlerin yok edilmesinde Kürtleri de sorumlu gören Arap Muhalefetinin en büyük gücü Müslüman Kardeşler, 2011’in Kasım ayında Kahire’de yapılan ve Suriyeli tüm muhaliflerin katıldığı toplantıda Kürtleri, Sünni ve Şii Arapların yanı sıra Suriye’nin 3. temel gücü olarak kabul edip Esad sonrasında oluşturulacak yeni Suriye’de Kürtlere özerklik statüsünün verilmesini kabul etmiş görünüyordu. Kahire’deki bu toplantıya katılan Suriye Kürt Ulusal Meclisi’nin sözcüsü, PPDKS lideri Hamîdê Hecî Derwêş, Kahire toplantısının hemen akabinde verdiği röportajlarından birinde Kürtlerin Suriye’de bir statülerinin olması gerektiğinden söz ediyor, Arap muhalefetinin Esad sonrası Suriye’sinde Kürtlere statü kabulü üzerinden yol almadığı sürece de bu muhalefete katılmayı reddediyordu. Aynı yaklaşım PKK destekli Demokratik Suriye Muhalefetinde de vardı. Hatta Demokratik Suriye Muhalefeti bir adım daha ileri giderek, kendi etkin olduğu bazı Kürt kasabalarında özerkliğini ilan etmiş, Kürtçe eğitim veren okullar bile açmıştı.

En nihayetinde tarih bir kez daha tekerrür etti ve Kürtler, Suriyeli Arap muhaliflerin oluşturduğu cepheden geri çekilmek zorunda kaldı. Kürtlerin statüsüzleştirilmesinde figüran olmayacaklarını belirten Kürtler, etkinliklerini farklı cephelerde sürdürseler de güçlü bir Suriye Kürt cephesi oluşturmak için çabalarını sürdürüyorlar. Özellikle dağınık Kürt gençliğini örgütlemek ve onları kendi yanlarına çekmek için yoğun bir çaba içindeler. 

Mevcut Dengeler içinde Kürtlerin Tutumu Ne Olabilir?

Suriye Kürt muhalefeti içinde, hiç kuşku yok durumu en karmaşık olan güç PYD’dir. PKK eksenli siyaset yapan PYD, bölgede PKK’nin dengelerini de gözetmek zorunda olan bir yapı. PKK ise Ortadoğu coğrafyasında silahlı mücadele vermenin etkileri ile hem İran’ı, hem Suriye’yi gözetmek zorunda. 30 yılı aşkın süredir Ortadoğu’da İran, Irak ve Suriye’nin egemenliğindeki topraklarda üslerini kuran, Türkiye’ye karşı silahlı mücadele veren PKK, bu dengeleri göz ardı ettiğinde ciddi sıkıntılar yaşayacağını biliyor. Nitekim PKK’nin İran’daki kolu diyebileceğimiz PJAK (Kürdistan Özgür Yaşam Partisi) ile İran pastarları arasında yaşanan çatışmalarda, yalnız PJAK’lılar değil, PKK’liler de ciddi sıkıntılar ile karşı karşıya kaldılar. En nihayetinde İran ile uzlaşıp PJAK güçlerini geri çeken, İran’ın Kandil bölgesini bombalamasını bitiren yine PKK oldu.

Elbet PKK, Suriye’ye bağımlılık açısından artık daha rahat bir pozisyonda. Geçmişte Suriye’de veya onların denetimindeki topraklarda bulunan üslerinin önemli bir bölümünü Irak Kürdistanı Bölgesindeki dağlara taşıyan PKK, artık yeri geldiğinde Suriye’yi de karşısına alabilecek açıklamalar yapmaktan çekinmiyor. PKK, Suriye kadar olmasa bile İran’a karşı da benzer bir rahatlık içinde. Ama her halükarda Suriye, PKK’nin birincil olarak karşısına alabileceği bir güç değil. Hele Türkiye ile Suriye bu kadar karşı karşıya gelmişken, PKK’nin kısa zamanda Suriye’yi karşısına alabileceği bir pozisyona girmesini beklemek hayalcilik olur.

PKK-İran ilişkileri açısından da durum buna benzerdir. Ortadoğu’da yeni cepheleşmeler yaşanırken, PKK bu cepheler içinde biraz da zorunlu olarak İran ve Suriye’nin yanındadır. Onun bu tablosunun değişmesi, Türkiye’nin Kürt sorununa ve PKK’ye karşı alacağı tutumla değişir. Erdoğan hükümetinin PKK’ye karşı geliştirdiği yeni konsept, diğer bir deyimle ‘PKK’yi bitirme eksenli yeni siyaset tarzı,’ PKK’yi biraz daha İran ve Suriye’ye yanaştırdı. PJAK’ın İran’da, PYD’nin ise Suriye’de yönetimlere karşı etkin, belirleyici bir tutum almamasında PKK’nin Ortadoğu’daki dengeleri gözeten, kendi lehine olguları değerlendirme arzusundan kaynaklanan bu tarzı siyasetinin önemli bir payı var. 

Dengeler Her Zaman Değişebilir

Mevcut dengeler içinde ağır bir sorumluluk altına giren diğer bir önemli bölgesel güçte, Irak Kürdistan Bölgesel yönetimi, özellikle de bu yönetimin başkanı Mesud Barzani’dir.

Barzani, bölge siyasetini en iyi bilen, özellikle silahlı mücadele verdikleri yıllarda İran ve Suriye ile üst düzeyde ilişkiler geliştiren, deyim yerindeyse PKK’nin şu an içinde bulunduğu durumu onlarca kez yaşayan bir liderdir. Barzani mevcut durumda, sadece Irak’taki değil, Türkiye’deki Kürtlerin duygularını da gözetmek zorundadır. Konsept olarak ABD-Türkiye eksenli politikalara daha yakın duran Barzani ve Irak Kürdistanı Bölgesel Yönetimi, hassas dengeler içinde PKK’yi de bu eksene yakın durmaya zorluyor. Aynı zamanda Türkiye ile PKK arasında diyalogun gelişmesine dönük çaba harcıyor. O biliyor ki Türkiye ile PKK arasında bir diyalog olmaz ve dengeler değişmez ise en nihayetinde bir bölgesel savaş kapıda ve bu bölgesel savaşta da iki cephe olacak. Bu cephelerden biri İran, Suriye ve farklı bir gelişme yaşanmaz ise son zamanlarda bu cepheye daha yakın duran Nuri Maliki ile birlikte Irak’taki Şii siyasetçilerdir. Bu cephenin karşıtı ise ABD, Türkiye, bir kısmı gönülsüz de olsa bazı Arap ülkeleri ve mevcut dengelerin dayatmasıyla Irak Kürdistanı Bölgesel Yönetimidir.

Mevcut dengeler göz önüne alındığında PKK’nin, dolayısıyla PYD’nin Suriye’yi açıktan desteklemeyeceğini söyleyebiliriz. Onlar en nihayetinde birer Kürt partisidirler ve Kürdün aleyhine gelişecek bir süreçte açıktan tutum alamazlar. Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi de, hangi cephe içinde olursa olsun, PKK’yi karşıya alabilecek bir tutum geliştirmeye yanaşmayacaktır; daha çok PKK ve Türkiye’yi ikna esaslı bir politika gözetecektir.

Durumun bunca karmaşık olduğu, dengelerin her an değişmeye aday olduğu bir süreçte net ifadeler kullanmak olası değil. Özellikle ABD’nin arzu ettiği gibi gelişecek bir süreçte, yani Türkiye’nin Suriye’ye askeri müdahalesi, tüm dengeleri alt üst edebilir.

Bu nedenledir ki mevcut durumda hiçbir bölgesel aktörün pozisyonu net değil, olamaz da… 

Suriye’de Değişim Kaçınılmaz

Suriye elbet değişecek. Hiçbir güç Suriye’deki 50 yıllık diktatörlüğün inatla, baskıyla, şiddetle sürdürmeye çalıştığı rejimin yıkılışını engelleyemez. Bu bir gerçek olmakla birlikte, Esad sonrası Suriye’nin ne olacağını da şimdiden kestirmek kolay değil.

Irak’tan ağzı yanan ve çok yakın sürede seçimlere gidecek olan ABD’nin A planında, Suriye’ye doğrudan bir müdahale olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Görünen o ABD bu rolü, Türkiye’ye vermek istiyor.

Türkiye ise Irak’ta kaybettiğini, Erdoğan’ın Arap ülkelerinde yakaladığı karizmayı da kullanarak Suriye’de geri kazanmak istiyor. Muhtemeldir ki ‘Demokratik Açılım’ politikalarından geri adım atılmasında ve Türkiye’nin yeniden bir şiddet sarmalına alınmasında, Türkiye’nin Suriye üzerinden elde etmeye çalıştığı bu rolün de ciddi etkisi vardır. PKK’nin gücünü kırmayı ve Suriye’de elde edeceği olanaklarla giderek Irak Kürdistanı Bölgesinde de etkin bir güç olmayı hedefleyen Türkiye, Suriye’ye askeri müdahaleyi bile göze alabilecek bir konumdadır. Bu rolü üstlenmeye hazırlanan Türkiye’nin önemli handikapları arasında başta İran ile Irak, diğer Arap devletleri var. Elbet bu politika karşısında özellikle Irak Kürdistanı Bölgesinde elde ettiği kazanımları kaybetmemek için güçlü bir birliktelik oluşturması muhtemel Suriye, Irak ve Türkiye Kürtlerinin durumunu da unutmamak gerekir.

ABD ve Batı ülkeleri, Türkiye’nin bu politikasını ‘sessiz’ izliyor. ABD, her şeye rağmen Irak Kürtlerini henüz gözden çıkarmış değil. ABD’nin askerlerini Irak’tan çekmesinden sonra yeniden hortlayan Arap milliyetçiliğinin bu kez Iraklı Şiilerin marifetiyle sahnelenmesi, Irak’taki Maliki hükümetinin İran ve Suriye’ye yanaşması, dengelerin Türkiye lehine sanıldığı gibi rahat değişmeyeceğini gösteriyor. Bu nedenledir ki birçok cephe hala tümüyle belirlenmiş değil. Ortadoğu’daki muhalif cephelerin her an kaygan bir zeminde politika yürüttüklerini, bugün birlikte olanların yarın düşman kesilebileceğini görmek gerek.

Suriye, “Arap Baharı”nın en zorlu etabıdır. Bu zorluk, Suriye’nin gücünden değil, Esad’ın gidişiyle birlikte oluşacak yeni zeminin kayganlığından kaynaklanıyor.

  • Yorumlar 2
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Yazarın Diğer Yazıları
    ÖNE ÇIKANLAR
    Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
    Tel : 0532 261 34 89