Uygun zemin olduğunda küçük bir kıvılcım büyük patlamalara yol açar. Türkiye'nin son bir kaç gündür yaşadıkları bunu andırıyor.
Nitekim olayların karakteri her geçen gün daha karmaşık ve katmanlı hale geliyor.
Sadece sokaklara inen, okul, otobüs yakan, yağmalayan öfkeli kalabalıklardan söz etmiyoruz. Polise pusu, milliyetçi gruplarla PKK'lıların kanlı ve ölümlü çatışması, elde silah gezen gençler, 10 kişinin hayatına mal olan PKK-Hizbullah karşılaşması, şehir içi asker-PKK'lı çatışmaları arka arkaya sahne alıyor.
Bu iç çatışma görüntüleri ülkedeki siyasi iklimi bir anda değiştirdi ve daha derinden değiştirme gücüne sahip.
Buna karşın gerek devlet, gerek örgüt, gerek HDP, HÜDA-PAR ve diğer partiler şu aşamada bu yangını kontrol altına alma imkanına sahip. Yeter ki, hala süregiden meydan okuma dili bir kenara bırakılsın, kaos ve istikrarsızlığın bu işin etrafındaki tüm aktörlere, ülkeye, barış imkanlarına inanılmaz zararlar vereceği görülsün...
Şimdi esasa dönelim...
Tüm bunların siyasi anlamı ne?
Sorun ne IŞİD, ne de tek başına Kobani meselesidir. Şu an onlar üzerinden 'çözüm sürecinin iç çelişkilerinin patlaması' yaşanmaktadır. Çözüm sürecinin bu en ağır krizi, 'Rojava faktörü'nün infilakıyla karşımıza çıkıyor.
Nasıl?
AK Parti'nin çözüm arayışı ve beklentileri ile örgütünkiler arasında işin başından itibaren ciddi bir fark, adeta bir 'paradigma farkı' var
Hükümetin çözüm fikri 'demokratik buharlaşma' esası üzerine oturuyor. Bu cephede çözüm süreciyle hedeflenen ve beklenen, bireysel hak alanı ve siyaset alanının genişlemesi, yerel yönetimlerin güçlenmesi, ayrımcı yasaların temizlenmesi, yeni bir vatandaşlık gibi unsurlar üzerinden, PKK'nın silahları bırakması, yavaş yavaş buharlaşması, demokratik entegrasyon üzerinden sorunun kendiliğinden çözülmesidir.
Buna karşın örgüt ve İmralı için esas hedef, şüphe yok ki, Kürtlerin sınırları belirli bir bölgede ve önemli ölçüde kendilerini yönetmeleri, kendi kurumlarını oluşturmaları, dağ kadrosunun siyasete girişi, Öcalan'ın serbest bırakılması üzerinden 'kuvvetli bir özerklik türü...'dür.
Demokratik buharlaşma örgüt için bir tasfiye politikası, kuvvetli özerklik fikri ise devlet için hala kırmızı bir çizgidir...
Çözüm süreci şu ana kadar bu açıdan bir 'peşrev' olmanın ötesine geçmiş değildir. Çözüm iradesinin beyanı, çatışmasızlık hali, İmralı'yla temaslar, çıkan çerçeve yasa ve ilgili kararname, toplumun barış fikrine aşina haline getirilmesi, paradigma farklılıklarını ortadan kaldırmıyor.
Ancak alınan yol son derece önemli ve değerlidir. Zira bu farlılıkları azaltacak, çözüm sürecinin çelişkilerini en aza indirecek, belki de ortadan kaldıracak olan şüphe yok çözüm sürecinin kendisidir, diyalog ve müzakerelerle, karşılıklı tavizlerle alınacak yoldur.
Bugün yaşanan büyük yol kazası, bu çelişkiyi zamana yaymayı imkansız kılan gelişmeler olmuştur.
Malum Suriye'de otorite boşluğu, Rojava'da PKK'nın arzu ettiği özerklik formülünü uygulamasına, Türkiye dışında siyasi olarak kökleşme hamlesi yapmasına zemin sağladı. Bu durum Türkiye için demokratik buharlaşma politikalarına tümüyle ters bir durumdu.
Rojava faktörü bu nedenle ortaya çıktığı andan itibaren Türk-Kürt barışında yeni bir unsur ve sorun oldu. Türkiye'nin özerkliği kırma politikaları izlediği iddiasına, buna karşı PKK-PYD'nin Esad'la işbirliği hamleleri olarak gitti geldi.
Sorunun patlama noktasına gelmesi IŞİD'in Kobane kuşatmasıyla oldu.
IŞİD ortaya çıkıp Kobane düşme noktasına gelince zaman hızlandı.
Örgüt kendi sorumluluğunu Türkiye'ye transfer etti, taleplerini yükseltti, Rojava'yı hızla ve acilen çözüm sürecine ve Türkiye'ye taşıma yolunu tuturdu. Velhasıl paradigmasını öne aldı.
Türkiye ise tüm bu gelişmeleri ve risklerini gördüğü halde seyirci kalmayı bir koz kıldı. Kobane ve Rojava fatkörünü farklı bir şekilde kuşatacağına, buharlaşma politikasından taviz vermedi, yardım için PKK'nin Rojava'da özerklikten geri adım atması hamlesini yaptı.
Ve son hamlenin ne olduğu ortada...
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.