Halkın Demokrasi Partisi (HDP) Türk parlamentosundaki dört siyasi partiden biri. Kürt hareketinin parlamenter ayağı olmakla birlikte ekim 2012’de, kendisinden önce aynı çizgide kurulmuş siyasi partilerden farklı olarak, Kürt sorununu temsilin ötesine geçme (Türkiyelilik) iddiasıyla kuruldu.
HDP, Kürt hareketinin en başarılı siyasi partisi oldu. 2014 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde daha önceki Kürt partilerinin geleneksel yüzde 5-6’lık oy sınırını geçerek yüzde 9.7 gibi bir orana ulaştı. 2015 haziran genel seçimlerinde ise yüzde 13 oy alarak ulusal barajı geçen ilk Kürt partisi olmayı başardı. Hükümet kurulamaması üzerine aynı yıl kasım ayında tekrarlanan seçimlerde de oyların yüzde 10.7’sini alarak, 59 milletvekili çıkardı.
Bu dönemde HDP ulusal düzeyde siyaset yaparken, Kürt hareketinin diğer siyasi partisi Barış ve Demokrasi Partisi (daha sonra DBP -Demokratik Bölgeler Partisi-) ise yerel siyaset işlevini üstlenmişti. Bu siyasi parti, Kürt illerinde katıldığı mart 2014 yerel seçimlerinde (toplamda 4.2’luk oy oranıyla) 11’i vilayet merkezi olmak üzerine 102 yönetim biriminde belediye başkanlıklarını kazandı.
Bu kuvvetli sosyoloji ve temsil, eksik de olsa demokrasi koşullarında bir karşılığa sahipti. HDP, siyasi iktidarla ilişki hatta dayanışma içinde 2013-2014 barış sürecinde aktif bir rol oynadı. Buna karşılık otoriterliğin yükseldiği, siyasetin yerini şiddete bıraktığı bir sonraki evrede ise aynı sosyoloji ve temsil, hükümetin gözüne dev bir sorun olarak görünmeye başlayacaktı. Nitekim Türkiye, bir süredir, HDP ve DBP’nin devlet ve siyasi iktidar tarafından bir siyasi öfke ve suç nesnesi haline getirilmesine tanıklık ediyor.
Bu fasıl, temmuz 2015’te Türk devleti ile PKK arasındaki fiili ateşkesin sona ermesiyle başladı. Devlet PKK’yı vururken, PKK Suriye’de kökleşme hedefini açığa vurdu, Rojava’daki kanton modelini kent savaşlarıyla Türkiye’ye taşımaya soyundu. Kandil’in çağrısı üzerine, aralarında DBP temsilcilerinin de bulunduğu Halk Meclisleri birçok yerleşim yerinde öz yönetim ilan ettiler.
Bunu devletin sert müdahalesi ve “hendek siyaseti” olarak bilenen silahlı direnişler takip etti. Türkiye’nin güneydoğusu aylarca tam anlamıyla şehir savaşlarına sahne oldu. Bu çatışmanın insan hakları, demokrasi, gündelik ve ekonomik hayat açısından bedeli son derece ağır oldu.
Bu dönem aynı zamanda Türkiye’nin Suriye’de muhtemel bir Kürt devleti riskini yakın ve somut bir tehdit olarak hissetmeye başlamasına işaret etti. PKK’nın Türkiye’nin güneydoğusunda giriştiği egemenlik savaşı, Suriye’deki varlığı, genel olarak Orta Doğu’da Kürt ilerleyişinin geldiği nokta Türk devleti gözünde iç içe geçmiş bir durum ve sınırlarına yönelik dış destekli bir tehlike oluşturdu. Bu tehdit algısı, Türkiye’yi Kürtlere karşı dolaylı ve muhtemelen geçici bir Rus-İran desteği elde etmek için Esat itirazından vazgeçmeye itecek kadar güçlüydü.
Tehdit algısı siyasi arenaya da yansıdı. Bu kapsamda AKP-CHP-MHP arasında zımni bir iktidar bloğu oluştu. Nitekim mayıs 2016’da bu üç siyasi partinin iş birliğiyle 59 HDP milletvekilinden 55’nin dokunulmazlığı kaldırıldı. Takip eden dört ay içinde HDP’nin 59 milletvekilinden eş genel başkanlar da dahil 12’si tutuklandı.
Kürt siyasi hareketinin tüm unsurları gayri meşru ve tehlikeli ilan edilerek hedef haline getirildi. Olağanüstü hal hukukunun araçlarıyla 8 bin 930 HDP üyesi gözaltına alındı ve 2 bin 782’si tutuklandı. DBP’nin yönettiği 102 belediyeden 61’ine devlet memurlarından seçilen kayyumlar atanırken, 74 belediye başkanı tutuklandı.
Bilanço çok ağır. Ancak sosyolojik ve temsili referanslarıyla HDP ve DBP’nin hem demokratik düzen hem Kürt sorununun demokratik çözümü açısından hayati unsurlar olduğu muhakkak. O zaman şu sorular hala çok önemli: Bu iki siyasi parti bu koşullarda nasıl bir yol izleyecek? Hedefleri ne? Geleceğe ve siyasete bakışları nasıl?
Baştan söylemek gerekirse özellikle HDP’nin bugünkü faaliyetlerinin ana eksenini, demokratik siyaset ve müzakereyle çözüm fikrini canlı tutma çabası oluşturuyor.
Ülkenin etkili entelektüellerinden birisi olan HDP Mardin Milletvekili Mithat Sancar yaptığımız görüşmede bu konuda şunları söylüyor: “Tutuklamalar nedeniyle teşkilatlar büyük ölçüde faaliyet gösteremez durumda. Daha çok ana çizgiyi sürdürmeye çalışıyoruz. Ana çizgimiz, demokratik siyaset ve müzakereyle çözüm fikrini devrede tutmak. HDP’nin varlığını koruması her şeye rağmen demokratik siyaset fikrini ayakta tutuyor. Halk buluşmaları yapıyor, insanlara, gençlere bunu anlatıyoruz. Siyaset ve toplum arasındaki bağı canlı tutmaya çalışıyoruz.”
Eski Van Milletvekili ve HDP Dış ilişkiler Komitesi Üyesi Nazmi Gür de benzer düşünceleri tutuklu parti başkanı Selahattin Demirtaş’a referansla dile getiriyor: “Demirtaş hapishaneden sürekli şu iki mesajı veriyor: Legal siyaset alanını, demokratik alanın meşruluğunu savunmak ve demokratik siyasette ısrar. Parlamentoda tek kişi kalınsa bile orada olmaya devam etmek.”
Siyasi alanda demokratik umudu ayakta tutarak var olma çabası elbette önemli. Ancak bunun bir adım ötesi de önemli. Bir adım ileride, Kürt partilerinin yaşananlara dair değerlendirmesi, geleceğe ilişkin beklenti ve hedefleri bulunuyor.
HDP’nin ideolojik ve politik sözcüsü ve taşıyıcılarından Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken sohbetimizde bu konuda şöyle bir çerçeve çiziyor: “Türkiye’deki mevcut siyasi durum Irak ve Suriye’deki gelişmelerle yakından bağlantılı. Türkiye’nin bugünü ve yarınını bu açıdan değerlendirmek gerekir. Orta Doğu’da yüzyıl önce çizilen sınırların, ulus-devlet modelinin aşılmaya başladığı bir evreyi yaşıyoruz. İran, Türkiye gibi ülkeler, bu dönüşüm sürecine direniyorlar. Irak ve Rojava’daki gelişmeler bu statükocu bakışı geride bırakacak, bölge haklarına dayanan demokratik ulus çerçevesinde yeni bir dönem kurulacaktır. HDP olarak siyasete ve geleceğe bakışımız budur.”
Baluken Türkiye’deki siyasi gelişmeleri de bu çerçevede ele alıyor. “Türkiye’deki son gelişmelerle ile Rojava’da yaşananlar bu anlamda iç içedir. Haziran 2015 seçimlerinde aldığımız yüzde 13’lük oy oranını statükocu bakış bu çerçevede büyük bir tehlike olarak gördü. Bize karşı yapılan saldırıların ana nedeni budur.”
HDP’nin siyasi güzergâhına ilişkin soruların işaret ettiği bir diğer boyut tam bu noktada karşımıza çıkıyor. Başka bir ifadeyle Baluken’in çizdiği çerçeve ile demokratik siyaseti ayakta tutma çabası arasındaki ilişki, HDP ve DBP gibi siyasi partilere ilişkin önemli bir paradoksu da gündeme getiriyor. Bu, şiddet ile siyaset arasındaki geçişlerden ya da PKK ile HDP-DBP arasındaki ilişkiden kaynaklanan bir paradokstur ve şu soru üzerine kuruludur: Kürt hareketinin asıl yöntemi ne ve asli yönlendiricisi kim olacak?
HDP ve DBP Kürt siyasi hareketinin birer parçası. Bazen PKK stratejilerinin takipçisi ve uygulayıcısı oluyorlar. Bazen bu silahlı örgüt karşısında özerk bir duruş arayışına giriyorlar. Nitekim temmuz 2015 sonrası şehir savaşlarında DBP yöneticileri öz yönetim ilanlarının parçası olmuştu. HDP ise PKK’nın başlattığı bu savaşı hem “halk tepkisi” olarak normalleştirmiş hem PKK’ya karşı gelme pahasına ayaklanmaları içeride ve sessizce durdurmaya çalışmıştı. Nitekim Mithat Sancar, bu durumu “Şehir savaşları HDP’de küçük bir çekirdek dışında onay görmedi” diyerek açıklıyor. Nazmi Gür de “Siyaseten eksik kalındı, ağır sonuçlar olacaktı. Bunu örgüte, devlete daha iyi izah edebilirdik.” diyor.
Ancak tüm bunlar çatışmanın faturasının HDP’ye kesilmesini engellemedi. Siyasi partinin paradoksal tutumu da buna katkıda bulundu. Bu çerçevede, Kürt siyasi partilerinin gerek Türk kamuoyundan gerek çatışmalardan zarar gören Kürtlerden önemli tepkiler aldığını söylemek gerekir.
HDP varlığıyla, maruz kaldıklarıyla ve siyasi çabalarıyla demokrasi yönüne işaret ediyor. Ancak kimi politikalarıyla ve bulunduğu siyasi konumla bu yönden zaman zaman ayrılıyor. Önünde ise siyasi açıdan zor bir yol, sert çelişkiler ve iki ucu keskin bir bıçak var. Ancak bu zor yol, hem Türkiye hem Kürtler hem de demokratik siyaset için halen bir umut ışığı. (Al Monitor)
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.