• BIST 10055.98
  • Altın 2415.92
  • Dolar 32.207
  • Euro 34.779
  • İstanbul 11 °C
  • Diyarbakır 13 °C
  • Ankara 7 °C
  • İzmir 18 °C
  • Berlin 20 °C

Nasıl oldu da barışa dönüldü?

Etyen Mahçupyan

Çözüm sürecinde yola çıkıldıktan sonra geriye dönük analizlerin baş köşesinde şu argüman yer almaktaydı: İki taraf da birbirini yenemeyeceğini anladı, o nedenle mecburen çözüm sürecine geçildi… Oysa bu tümüyle mesnetsiz bir değerlendirme. Eğer birlikte bir çözümü isteselerdi bunca zaman birbirlerini yenmeye çalışmazlar, enerjilerini başka yöne harcarlardı. Diğer taraftan sırf birbirlerini yenemediler diye çözüme ‘evet’ demeleri de inandırıcı değil. Aksine birbirini yenemeyerek geçen otuz yıldan sonra bir otuz yıl daha birbirini yenemeyerek geçirmeleri her iki tarafın da işine gelirdi. Nitekim 1990’ların sonunda PKK çekilmeyi düşünürken askeri otoritenin örgütün tam olarak çekilmesine karşı çıktığını hatırlıyoruz. Bu gayet ‘anlaşılır’ bir pozisyondu. Çünkü geçen zaman zarfında her iki tarafta da yeni bir statüko, iç kurumsallaşma, hiyerarşi, bir resmi söylem ve siyaset oluşmuştu. İki tarafın da yönetimi açısından bakıldığında bu karşılıklı dengenin değişmesini istemek abesti. Çatışma hali ‘normalleşmiş’ kendi iç meşruiyetini üretmiş, buna uygun otorite ve temsil yeteneğini dar kadroların asli niteliği haline getirmişti.

O halde soru bu kısır döngüden nasıl çıkıldığıdır. Çatışma her iki tarafın da lehine olmasına rağmen acaba niçin barışa doğru yüründü? Bu noktada çatışmanın taşınması zor toplumsal maliyetinden söz edilebilir. Ama bunu fazla abartmamak gerekir, çünkü iki taraf da statükoya razı olduğunda bu toplumsal maliyeti çok düşük tutarak da çatışma halini sürdürmek mümkün. Örneğin geçici ateş kesler, karşılıklı taciz ve tehditler büyük bir kapışmaya meydan vermeden söz konusu çatışma halinin çok uzun süre devam etmesini garanti edebilir. Buna Türkiye toplumunun da otoriter zihniyete yatkınlığı nedeniyle çatışmayı yadırgamayacağını ekleyelim. Diğer bir deyişle arada sırada insanlar ölse bile, yaşananlar ‘normaldi’ ve her iki tarafın takipçileri açısından da herhangi bir alternatif gözükmüyordu. Her iki taraf da diğerinin otoriter tutumunu veri alıyor, buna ancak yine otoriter bir tarzla cevap verilebileceğini düşünüyor ve bu görüş tabanda doğal bir kabulle karşılanıyordu.

Yani söz konusu soru hâlâ önümüzde duruyor: Acaba nasıl oldu da Kürt meselesinde çözüme giden bir kapı açılmakla kalmadı, taraflar da belirli oranda o kapıdan geçme iradesi gösterebildiler. Ütopik olarak bakıldığında taraflardan birinin demokrat zihniyet yönünde bir ‘sıçrama’ yaşaması ve bu konumunda ısrarlı olması mümkün. Ama gerçek hayatta böyle örnekler son derece az… Taraflardan biri daha demokrat davranmaya çalışsa bile, karşısındakinin yerleşik otoriter zihniyeti karşısında ‘pes edip’ yeniden eski tarzına dönme ihtimali çok yüksek. Sonuçta ‘ilişkinin zihniyeti’ eski niteliğini korurken, aktörleri belirleme ve yeniden üretme etkisini sürdürebiliyor.

Buradan çıkan ders, her ilişkinin zihniyetinin ancak ‘birlikte’ değiştirilebileceğidir. Bu durum karı koca ilişkisinde ne denli doğruysa, Kürt meselesi gibi karmaşık tarihsel ve ideolojik ayrışmalarda da o denli doğru. Dolayısıyla soru ‘hangi koşullarda’ her iki tarafın da aynı anda ve aynı yönde bir zihniyet değişimine hazır hale geldikleridir. Öyle ki bir tarafın otoriterlikten uzaklaşmayı ima eden herhangi bir küçük adımı karşı tarafça görülsün, takdir edilsin ve benzer bir küçük adımla karşılık bulsun. Ama bu da yeterli değil… Çünkü söz konusu değişim toplumsal ortamda yaşanmaya devam ettiğine göre, her iki tarafın da tabanının bu zihniyet kaymasını sahiplenmesi gerekiyor. Öte yandan bizatihi bu sahiplenme toplumun da aynı yönde bir zihniyet değişiminin eşiğinde olması gerektiğini hatırlatıyor.

Aranan cevap ‘uyum’ sözcüğünde gizli. Çatışmanın tarafları sadece birbirlerine ve kendi tabanlarına uyum sağlamak durumunda değiller. Aynı anda herkesi kuşatan genel çevre koşullarına da adapte olmak zorundalar. Yani eğer dünya genelde otoriter zihniyeti ‘beğenmemeye’ başlamış ve farklı bir zihniyete doğru kayma emareleri göstermekteyse, herhangi bir çatışmanın ‘makbul’ ve ‘doğal’ çözüm biçimlerinde de yeni ölçütlerin ortaya çıkması kaçınılmaz olabilir. Böyle bir durumda yeni zihniyete uyum gösteremeyen taraf ‘arkaik’ olarak bulunmakla kalmaz giderek sadece yönteminde değil, taleplerinde ve argümanında da ‘haksız’ hale gelir. Dolayısıyla çatışmayı kaybetmemek için sürdürmek zorunda kalır, sürdürebilmek için ise zihniyetinizin değişimini içselleştirirsiniz. Bu arada dünyadaki genel değişimden de zaten etkilenmekte olduğunuz için, barışçı bir çözüm size çok daha normal gelecek ve hatta bunu becerdiğinizden memnun bile olacaksınızdır.

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
ÖNE ÇIKANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 261 34 89