• BIST 8718.11
  • Altın 2240.86
  • Dolar 32.3271
  • Euro 35.1407
  • İstanbul 9 °C
  • Diyarbakır 10 °C
  • Ankara 3 °C
  • İzmir 8 °C
  • Berlin -2 °C

Moskova’da Kürd Konferansı

İsmail Beşikci

Uluslararası Kürt Dernekleri Federasyonu, Moskova’da bir konferans düzenledi. Konferans 4 Ağustos 2018 günü gerçekleşti. Uluslararası Kürt Dernekleri Federasyonu, diasporadaki 12 Kürd derneğinin oluşturduğu bir örgüt. Konferans, bu dernekleri konfederasyon çatısı altında toplamayı amaçlıyor. Bu yolda önemli bir çaba sarfeden Hejarê Şamil, Rusya Federasyonu içinde, Kürdlerin asimilasyon tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu, bu bakımdan, konferansı, Rusya’da, Moskova’da düzenlediklerini vurguluyor.

Uluslararası Kürt Dernekleri Federasyonu’nun davetlisi olarak, 3 Ağustos’da, İBV’ından, mütevelli heyeti üyesi İbrahim Gürbüzle, uçakla Moskova’ya gittik. İstanbul-Moskova üç saat… Havaalanında bizi Hejarê Şamil ve bir iş adamı karşıladı. İş adamı Êzidî bir Kürd… Hep birlikte, İş adamının arabasıyla kalacağımız Beta-Vega Oteli’ne gittik. Akşam otele Moskova Üniversitesi’nde, Uluslararası İlişkiler hocası olan Doç Dr. İkbal Dürre de geldi. İkbal hoca, aynı zamanda lokanta sahibi. Akşam bizi lokantasına da götürdü. 1992’de, İstanbul Kürt Enstitüsü’nün kurulduğu günlerde, Şırnak saldırısından dolayı, HEP Beşiktaş İlçe Örgütü binasında, açlık grevi yapıldığı günlerde ve Basın Konseyi’ne yapılan protestodan dolayı gözaltı işlemlerinin yapıldığı günlerde, Abdurrahman Dürre ağabeyle de sıkı bir ilişki içindeydik. O zamanlar, İkbal küçük bir çocuktu… Abdurrahman Dürre, Musa Anter, Hüseyin Musa Sağnıç da açlık grevine katılanlar arasındaydı.

Program Önceden Kesin Olarak Belli Değildi

Konferans, Beta-Vega Oteli’nde bir salonda gerçekleşti. Otelde, o gün, belki de aynı saatlerde başka konferanslar da vardı. Konferansta, kimlerin konuşacakları, hangi saatlerde konuşacakları belli değildi. Bu, programın önemli eksikliğiydi. Konferansın, saat 10.00’da başlayacağı söyleniyordu. Saat 11.00’e doğru başlayabildi.

Açış konuşmalarından sonra, Rusya Federasyonu, Başur, Rojava, Bakur, Azerbaycan, Ermenistan, Kazakistan, Kırgızistan, Almanya, Hollanda, İsveç, Danimarka gibi alanlardan gelen diaspora örgütleri, birer birer, duygularını, düşüncelerini açıklamaya başladılar… Bu arada, konferansa katılan basın mensupları, çeşitli sivil toplum örgütlerinin temsilcileri, TV temsilcileri de görüşlerini, duygularını, düşüncelerinin anlatıyordu.

Saat 13.00’de yemeğe gidileceği, saat 14.00’dan sonra, konferansın devam edeceği duyuruldu.

Diaspora örgütlerinin duygularını, düşüncelerini dile getirmeleri elbette gerekiyordu. Ama bir de sorunun, temel sorunun ne olduğunun konuşulması tartışılması gerekiyordu. Kürd sorunu, Kürdistan sorunu nedir? Kürdler, neden dünyanın dört bir yanına dağılmışladır? Sorun simdiye kadar neden çözülememiştir? Programda buna ilişkin bir belirleme de yoktu. Bu da programın önemli eksikliğiydi.

Kişi olarak bu konuyu konuşmayı tasarlıyordum. Açılıştan hemen sonra konuşmayı umuyordum. Fakat, öyle olmadı. Diasporadaki Kürd örgütlerine öncelik verildi. Saat 13.00’a yaklaşıyordu. Bu durumda, konuşmayı öğleden sonra yaparım diye düşünüyordum. Saat 13.00’a 20 kala, oturum başkanı Prof. Dr. Kinyaze İbrahim beni kürsüye davet etti. Konuşmayı Kürdçe’ye çevirecek olan Doç.Dr. Ekrem Önen hoca ile kürsüye çıktık.

Kinyaze İbrahim hoca, Kazakistan’dan, bir kaftan getirmiş. İşlemeli bir kaftan… Onu bana giydirdi. Ayrıca, bizi Kazakistan’a davet etti. Konuşmaya bu küçük törenden sonra başladım.

Sömürge kavramını tahlil ederek, Kürdistan’ın sömürge bile olmadığını, sömürgelerin sınırlara sahip ülkeler olarak kurulduğunu, sömürgenin çok alt düzeyde de olsa bir statü olduğunu, Kürdistan’ın, sınırlara sahip olmadığını, bir statüye sahip olmadığını anlatıyordum. Afrika’daki İngiliz, Fransız, Portekiz sömürgeleriyle Kürdistan’ı karşılaştırmaya çalışıyordum. Kürdlerin sınır oluşturma girişimlerinin, 11 Mart 1970 anlaşmasına rağmen, 2005 Irak Anayasası md. 140’a rağmen, 25 Eylül 2017 tarihli referandumun % 93 gibi yüksek bir oranda kabul edilmesine rağmen başarısız kaldığını vurgulamaya çalışıyordum. Afrika sömürgeleriyle Kürdistan’ın sınırlar açısından karşılaştırılmasını yapmak, bize bu konularda çok önemli bilgiler veriyordu. Afrika’daki sömürgeler ise 1885 tarihli Berlin Antlaşmasıyla kurulmuş, sınırlar o zaman çizilmişti. Afrika’daki sömürgeler İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Birleşmiş Milletler girişimleriyle bu sınırlar üzerinden bağımsızlık kazanmışlardı. 14 Aralık 1960 tarihli ve 1514 sayılı Birleşmiş Milletler Genel Kurul kararının bu açıdan değerlendirilmesi çok önemliydi. Ekrem Önen hoca da konuşmayı çok güzel ve rahat bir şekilde Kürdçe’ye çeviriyordu.

Konuşma bu şekilde sürerken, oturum başkanı Kinyaze İbrahim “Çok güzel çok güzel, çok teşekkür, çok teşekkür!... Çok iyi oldu… Şimdi yemeğe gideceğiz, kalanları da yemekten sonra, soru-cevap faslında konuşursun…” diyerek sözümü kesti, Saat 13.00’ü beş geçiyordu…

Konuşmamı tamamlayamadım. Oturum dağıldıktan sonra, İbrahim Gürbüz konuşmanın çok iyi geçtiğini söyledi. İbrahim’in düşünceleri, gözlemi elbette önemli ama, daha birçok konunun dile getirilmesi gerekiyordu. Zaten çok uygunsuz bir zamanda bana söz verilmişti. Oturumu yöneten Kinyaze İbrahim, her konuşmacıya 15 dakika süre vermişti. Bense tercümanla konuşacaktım. Konuşma 15 dakikayı bile bulmamıştı. Öğleden sonraki toplantıda da soru-cevap faslı hiç olmadı. Öğleden sonra da diaspora temsilcileri, basın mensupları, sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri vs. konuşmalar yaptılar, dileklerinin dile getirdiler… Hatta bazı temsilciler birden fazla söz alarak konuştular… Ama esas sorunun kendisinin konuşulmadığı kanısındayım. 50 milyona yakın bir nüfus… Ama hala dünya uluslar ailesinin bir üyesi değil… Hele hele eşit bir üyesi hiç değil… Birleşmiş Milletler, İslam Konferansı gibi uluslararası örgütlerde Kürd temsilci göremezsiniz…

Konferanstan sonra, katılımcılara verilen yemek sırasında da konuşmalar oldu. Yemek sırasında bir konuşma yapma gereğini duymadım. Temel sorunların konuşulacağı yer ve zaman konferanstı…

Beş parçaya bölünmüş bir ülke, beş parçaya bölünmüş, sürgünler, etnik temizlikler yaşayan bir halk… Kürd siyasal partileri hala sen-ben kavgası içinde. Çok uzun bir savaş yaşamasına, ödenen bedellere rağmen, Peşmerge, Kürdi, Kürdistani duyguları, düşünceleri yaratamadı. Bu duyguları, düşünceleri, Kürdistan Bölgesel Yönetimi de yaratamadı… Süleymaniye Merkez Güvenlik Karargahı, geçmişte, enfal döneminde, Kürdlere yapılan muameleyi bütün canlılığıyla gösteriyor… Kürdlerin bunu unutmuş görünmesi çok şaşırtıcı… Uzun bir savaş yaşamasına, ödenen ağır bedellere rağmen gerilla da böyle duyguları düşünceleri yaratamadı… Halbuki, Kürdler için, Kürdistan için en önemli sorun budur. Asimilasyona karşı en önemli direniş budur. Kürd dilini bizzat yaşamak, çocukların Kürd dilini öğrenebilmeleri için gerekli koşulları yaratmaktır. Kürd dili denildiği zaman, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nden söz edilebilir. Orada, ana okulundan üniversiteye kadar Kürd diliyle eğitim yapılıyor ama orada da Kürdi, Kürdistani duygular gelişmiş değil... denebilir. Bu haklı bir eleştiridir. O zaman, “Kürd dilini yaşamak, çocuklara öğretmek elbette çok önemlidir ama yeterli değildir…” demek daha doğrudur. Yeterli olacak olan, Kürdi, Kürdistani duyguları düşünceleri güçlendirebilmektir. Temmuz 2018 ortalarında, Hewlêr Valiliği’nin IŞİD tarafından örgütlenen, 16-17 yaşlarındaki üç Kürd genci tarafından basılması, Kürd yöneticileri çok düşündürmelidir. Hewlêr Valiliği, Kürdistan’ın kalbi denilebilecek bir alan… Güvenliği elbette çok önemli bir sorun… Bu, Peşmerge’nin, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin, Kürdi, Kürdistani duygular, düşünceler yaratamamasıyla bu duyguların, düşüncelerin güçlendirilememesiyle yakından ilgilidir.

Bütün bunlara ilişkin olarak, şunu vurgulamak da önemli olmalıdır. 4 Ağustos’da, Moskova’da, Kürd Konferansı yapılmış fakat, bu tür konular ciddiyetle konuşulmamıştır. Bu tür konferanslarda açık, belirgin bir program yapmak, katılımcılara önceden dağıtmak önemli olmalıdır.

Şöyle bir izlenimim var. Bunu dile getirmenin gerekli olduğunu düşünüyorum. Kürdler, özellikle Kürd aydınları, Kürdistan’ın, bölünmesi, parçalanması, paylaşılması durumundan, bu sürece ilişkin analizlerin dile getirilmesinden, Kürdistan’ın statüsüzlüğünün vurgulanmasından, Afrika’daki sömürgelerle karşılaştırılmaktan pek hoşnut kalmıyor. Halbuki, ‘Kürdistan sömürge bile değil’ önermesini irdelemek çok önemli olmalıdır. Statüsüzlüğün ne anlama geldiğini irdelemek çok önemlidir… Bu çerçevede, bir zamanlar sömürge olan, çoktandır bağımsızlığını kazanmış ülkelerle Kürdistan’ı karşılaştırmak da kaçınılmaz bir zihinsel çabadır. Sömürgeler hakkında, Kürdler hakkında, Kürdistan hakkında, bilgilerimizi artıracak olan, çoğaltacak olan budur…

Zelimxan Motsoyiv

Zelimxan Motsoyiv, konferans katılımcılarını akşam yemeğe davet etti. Zelimxan, Rusya Federasyonu’nda, 18 Eylül 2016’da yapılan son parlamento seçimlerinde, beşinci kez, Duma’ya miletvekili olarak girmiş… Êzidî Kürd bir milletvekili. Cumhurbaşkanı Putin’in partisinde siyaset yapıyor. Kürdistan’ın güneyine, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne birkaç defa gidip gelmiş… Mesut Barzani ile sıkı bir dostluğu olduğu vurgulanıyor. Zelimxan Motsoyiv’in, Rusya Federasyonu’ndaki 20 zenginden biri olduğu da vurgulanıyor. Bu yemekte de katılımcılar, Kürdlerle, Kürdistanla ilgili birçok konuşmalar yaptılar. İBV’ndan İbrahim Gürbüz de bir konuşma yaptı…

Zelimxan’ın bizi davet ettiği lokanta, Vega Oteli’ne bir saat kadar uzaklıkta. Çok gür ormanlardan geçerek bu lokantaya varıyorsunuz. Yollarda trafik çok akıcı… Trafik, Moskova’nın merkezinde de akıcı…

Moskova, Kuzey’ den Güney’e 40 km. Doğu’dan Batı’ya 35 km. genişlikteki bir alanda yer alıyor. 16-17 milyon nüfusa sahip. Kaldığımız günlerde, Moskova’da, Ankara’daki gibi, İstanbul’daki gibi sıcak bir hava vardı.

Moskova’da, Mela Mustafa Barzani Evi

5 Ağustos sabahı, Mele Mustafa Barzani’nin Moskova’da kaldığı eve gittik. Mele Mustafa Barzani bu evde 1954-1958 yılları arasında kalmış. Stalin’in ölümünden sonra, 1954 yılında, Mele Mustafa Barzani’ye, Moskova’da oturması için bir ev verilmiş. Bu eve giremedik. Cadde üzerinde, evin giriş kapısı önünde toplanıldı. 3-4 katlı bir apartmanının bir dairesi. Apartmana giriş kapısının bir tarafında, Rusça bir tabela asılmış… Bu tabelada, Mele Mustafa Barzani’nin, 1954-1958 yılları arasında bu apartmanın bir dairesinde kaldığı yazılı…

Bu ev, 1985-1991 arasındaki Perestroyka (yeniden yapılandırma) ve Glasnot (açıklık) döneminde ve sonrasında yaşanan özel mülkiyete geçiş döneminde, bir kişi tarafından satın alınmış… İşte o dönemde, Kürdlerin bu evi satın almamaları önemli bir eksiklik olmuş… Daha sonraki yıllarda, KDP bu evi satın almak istemiş ama, sahibi çok yüksek fiyat istediği için ev yine satın alınamamış. Kanımca, bu evin yine de satın alınması önemliydi. Günümüzde, Barzani Vakfı bunu ciddiyetle düşünmelidir.

Bu apartmanın önünde, katılımcılar, duygularını, düşüncelerini ifade eden kısa açıklamalar yaptılar. Ben de şunları söyledim: “Mele Mustafa Barzani’nin, Peşmergelerin, Sovyetler Birliği yılları, çok büyük acılarla dolu yıllardır. Bunu çok zengin olgusal dayanaklarıyla yakından biliyoruz. Stalin’in ölümünden önce ve Stalin’in ölümünden sonra diye bir ayrım yapılabilir. Ama, Stalin’in ölümünden sonra da ciddi bir iyileştirme olduğu kanısında değilim. Gerek Mele Mustafa Barzani, gerek Peşmergeler, hiçbir zaman siyasi mülteci muamelesi görmemiştir. Peşmergeler, birbirlerinden kopuk, habersiz bir şekilde, 2-3 kişi olarak dağıtıldıkları Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan vs. kırsalında, köylerde toprak kölesi muamelesi görmüşlerdir. Azerbaycan Komünist Partisi Başkanı Cafer Bakırof, Özbekistan Komünist Partisi Başkanı Yusufof, İçişleri Bakanı Beriya, Kürd Peşmergelere son derece kötü muamele etmişlerdir. Bu kötü muamelenin, Türkiye’nin, Irak’ın, İran’ın, Suriye’nin, İngiltere’nin, ABD’nin istemlerine göre oluşturulduğu yine bilgilerimiz dahilindedir. Kürd sığınmacılara karşı uygulanan bu politikada, Lenin’in, Stalin’in, 1910’larda yazdıkları Ulusların Kendi Geleceklerinin Belirleme Hakkı kitaplarında, yazılarında, yazdıklarının kırıntısı bile yoktur… 1954 den sonra, Mele Mustafa Barzani’ye Moskova’da bir ev tahsis edildiğini, kendisiyle birlikte birkaç Peşmergenin askeri akademiye kaydedildiğini de belirtelim… Mele Mustafa Barzani’yi ve Peşmergeleri sevgiyle anıyorum…”

Burada, şu sürecin belirtilmesinde de de bir fayda vardır, kanısındayım… İkinci Dünya Savaşı yılları… Sovyetlerin, Sovyet erkeklerinin milyonlarca kayıp yaşadığı yıllar… Erkeksizliğin önemli bir sorun oluşturduğu bu kırsal alanlarda, Sovyet kadınlarının çoğu Kürd Peşmergelerle evlenmişlerdir.

1947 baharında, Mele Mustafa Barzani 500 civarında Peşmergeyle Sovyetler Birliği’ne sığınmıştır. Bunlardan birkaçı Aras Nehri’ni geçerken Kızılordu’nun ateşiyle yaşamını yitirmiştir.

14 Temmuz 1958’de, Irak’ta gerçekleşen darbeden sonra, Peşmergelerin, Irak’a, Kürdistan’a döndüklerinin görüyoruz. Peşmergeler gemiyle Irak’a döndüler. Peşmergeleri taşıyan gemi 16 Nisan 1959 günü Basra Limanına çıktı. Gemide, kadın, çocuk vs. 787 kişi vardı. Peşmergeler Rus kadınlarla evlenmişler, kalabalık bir nüfus oluşturmuşlardı. Mele Mustafa Barzani, 6 Ekim 1958’de, Kahire’de, Mısır Lideri Cemal Abdülnasır ile görüştükten sonra, uçakla Bağdat’a varmıştı.

Mahabad Kürdistan Cumhuriyeti’nin yıkılışından sonra, 1947’de 500 civarında Peşmerge Sovyetler Birliği’ne sığınmıştı. 1958’de 787 kişi olarak döndüler… Mesut Barzani, Barzani ve Kürd Ulusal Özgürlük Hareketi kitabının birinci cildinde böyle bir sayı veriyor. (Doz Yayınları Ocak 2003, s. 477)

Mele Mustafa Barzani Evi’ni ziyaretten sonra, KDP’nin katılımcılar için verdiği yemeğe katıldık. Bu yemek, sahibi Arap olan bir lokantada verildi. Lokanta, bir apartmanın girişinin iki kat kadar altında yer alıyor. Elektirikle aydınlatılan bir alan…Bu lokantaya girince, neden İkbal hocanın, görkemli ağaçların yer aldığı havuzun ve fıskiyelerin bulunduğu bahçe katı lokantasının tercih edilmediği insanı düşündürüyor… Burada da bazı katılımcılar, uzun uzun konuşmalar yaptılar…

Bu yemekten sonra, İkbal hoca, bizi Moskova’da kendi arabasıyla biraz dolaştırdı. Moskova Üniversitesi biraz yüksek bir alanda kurulmuş. Buradan bütün Moskova görülebiliyor. Üniversite bahçesinin önünden Moskova Nehri akıyor… Büyük bir üniversite. Gelen-giden, bahçede dolaşan, binalara girip-çıkan öğrenci çok. Her taraf çok gür, geniş ormanlarla, uzun, gür ağaçlarla dolu… Öğrencileriyle, çalışanlarıyla, hocalarıyla çok dinamik bir üniversite…

Moskova, Yollar, Meydanlar…

Moskova’da caddeler çok geniş. Kutuzof Caddesi çok uzun çok geniş. Çok dikkate değer bir cadde… Kutuzof, 1812 Fransız-Rus Savaşı’nı yöneten bir Rus generali. General Kutuzof çok bilinçli bir şekilde, Napolyon ordularını Moskava’nın içine çekmiş… Napolyon, ordu mensupları Moskova’yı işgal ettik diye zevk-sefa içine girmişler, barlara, pavyonlara düşmüşler… Kutuzof komutanlığındaki Rus orduları, Napolyon birliklerini Moskova önlerinde, çok ani darbelerle bu şekilde imha etmiş. Tolstoy, Savaş ve Barış romanında, bu süreci çok etraflı bir şekilde anlatıyor…

Caddelerin başında, ortasında, kavşak noktalarında sık sık meydanlara rastlıyorsunuz. Çok geniş meydanlar var. Meydanlar, insanlara demokratik toplumları hatırlatan bir kurum. Batı’nın demokratik toplumlarında meydanlara rastlamak mümkündür. Meydanlar, insanların toplanacağı, hükümete karşı isteklerini duyuracakları, zaman zaman hükümeti eleştirecekleri mekanlar olarak düşünülür. Demokratik hükümetler, halkın toplanmasından, hükümeti eleştirmesinden vs. korkmazlar, çekinmezler. Bu bakımdan meydanlardan rahatsız değildirler. Ama, Doğu’nun, Ortadoğu’nun, demokratik olmayan toplumlarında, şehir alanlarında meydanlara rastlamak pek mümkün değildir. Bağdat, Basra, Şam, Tahran gibi şehirlerde geniş meydanlara pek rastlanmaz İstanbul, Ankara, Diyarbakır gibi şehirlerde de valilikler her zaman, miting için başvuranlara, toplanmaları için, şehirlerde, ana yolların dışında alanlar gösterirler… Doğu, Ortadoğu toplumlarında iktidarlar, insanların toplanmasından, hele hele iktidar devleti eleştirmesinden çok korkarlar, rahatsız olurlar. İnsanların toplanıp iktidarı devireceğinden vs. endişe ederler. Bu bakımdan şehirler kurulurken meydanlara pek yer verilmez.

Rusya da demokratik bir toplum değil. Ama şehir yapılarında çok geniş meydanların bulunması çok dikkat çekici… “Mahallenin Arkadaşları” toplantısında bu durumu konuşuyorduk. Rusya’yı yakından bilen, orada iş yapmış bir arkadaş, 1917-1990 sosyalist, komünist rejimi hatırlatarak, rejimin ideolojisini yaygınlaştırmak için böyle geniş meydanlara ihtiyacı vardı, dedi. Geniş caddelerin, geniş meydanların sadece Moskova’da olmadığını, Rusya’da bütün şehirlerde böyle bir şehir planlamasının olduğuna işaret etti. Şehirlerin en az yüz yıllık olduğu düşünülürse bu açıklamanın makul bir açıklama olduğu söylenebilir. Ama Çarlık dönemlerinde de bazı şehirlerde geniş meydanlardan söz edildiğini, bazı romanlardan hatırlamak mümkündür.

İBV kurulduktan sonra, Avrupa’nın birçok kentinde, konferanslara, panellere vs. katılma fırsatı doğdu. Bu süreç, 2012-2013 yıllarında başladı. Bu kentleri dolaşırken, bu kentlerdeki yol kaliteleriyle, Türkiye’deki karayollarını kalite, bakım açısından kendimce karşılaştırır, Türkiye’deki karayolları kalitesinin çok daha yüksek olduğunu düşünürdüm. Moskova’daki yollar da, Türkiye’deki yollar kadar kaliteli, bakımlı.

Moskova’da indiğimiz havaalanı, buradaki üç havaalanından biri. Çok kalabalık bir havaalanı. Gireni-çıkanı pek çok. Buralarda insan kendini, bir miting alanında hissediyor. Beta-Vega Otel’de öyle…

Bu otelin bulunduğu alanda, aynı mimaride beş otel yanyana. Herbirinde 2400 oda var. Bu otellerin beşinin de sahibi, Bakulü bir Yahudiymiş… Kaldığımız otel çok kalabalıktı. Bu otelde, birçok konferans salonu varmış. Hepsi de aynı anda kulanılabiliyormuş… Oteldeki kalabalığın bir nedeni bu olabilir. Bu konuyu da “Mahallenin Arkadaşları” toplantısında konuştuk. Rusya’yı yakından bilen, orada iş yapmış olan arkadaşımız bu konuda şunları söyledi. “Çevrede çok büyük bir Pazar var. Rusya’nın, çeşitli bölgelerinden insanlar bu pazarda alışveriş yapmak için geliyor. Daha çok da bu otelde kalıyorlar. Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Ermenistan, Azarbaycan vs. gibi alanlardan bu pazarlar için gelenler de var…”

6 Ağustos sabahı, Bahri arkadaş bizi kendi lokantasına, kahvaltıya davet etti. Bahri de, İbrahim gibi uzun yıllar Kawa’da siyaset yapmış. Daha sonra, Kawalıların çoğunun yaptığı gibi PKK’ye katılmış… 2000’lerde PKK’den de ayrılıp bu lokantayı kurmuş… Hayatını böyle kazanıyor. Bu lokantaya gelip gidenin daha çok Ruslar olduğu hemen farkediliyor. İkbal hocanın, lokantasında da daha çok Ruslar göze çarpıyordu. Bahri arkadaş bizimle, İngilizlerin Kürdistan politikası hakkında uzun uzun konuştu. Kürdistan’a ilişkin bütün kötülüklerin kaynağının İngilizler olduğunu uzun uzun vurguladı. Sabah kahvaltısına İkbal hoca da katıldı.

Bahri’nin lokantasının çaprazında altın kubbeli bir cami var. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, bir süre önce, bu camiyi hizmete açtığı da söyleniyor…

Hejarê Şamil, bizi, Bahri arkadaşın lokantasına metro yoluyla götürdü. Moskova metrosunun 360 km. uzunluğa sahip olduğu vurgulanıyor. Bahri arkadaşı lokantasına ulaşabilmek için, metroda, üç defa tren değiştirdik. Metro çok dakik çalışıyor. Metrodan çıktığımız zaman da bir süre yürümek zorunda kaldık…

Daha sonra, İkbal hocanın arabasıyla, dönüş için havaalanına gittik. Moskova’da kaldığımız süre içinde, gerek otel’de, gerek yollarda, her tarafta Hejarê Şamil bizimleydi. Ziyaret sırasında çok yerde, Mele Muhammed ve yeğeni Mirza da bizimleydi. Eğer Ekrem hoca olmasaydı, konferans sırasında çeviriyi de Mele Muhammed yapacaktı… Rusya Federasyonu’na, Moskova’ya girerken ve buradan dönüşte, pasaport kontrolü biraz uzun sürdü ama bir sorun çıkmadı.

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
ÖNE ÇIKANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 261 34 89