• BIST 9645.02
  • Altın 2416.205
  • Dolar 32.5833
  • Euro 34.8133
  • İstanbul 23 °C
  • Diyarbakır 27 °C
  • Ankara 25 °C
  • İzmir 29 °C
  • Berlin 11 °C

Kürtaj ve Uludere kolajı

Cihan Aktaş

Nihai kurtuluş adına kahraman yolu gözleyen bir toplum olmaya devam ettiğimiz bir gerçek. Öylesine yeraltı hayatlarına zorlanmış ki toplumsal kesimler çağdaşlaşma yolunda, gün yüzüne çıkmak kişisel çabalarla gerçekleşemez sanki.

Üstelik haber alma imkânlarının hiçbir dönemde olmadığı kadar artış gösterdiği bir dönemdeyiz, vatandaşlık bilinci de aynı ölçüde yükselmeye devam ediyor. Kimseden ırkı ve dini ya da sınıfı hatta cinsiyeti nedeniyle maruz kaldığı ayrımcılığı sineye çekmesini bekleyemezsiniz. Ezilme biçimlerinin haddi hesabı yok, herkes gruplar, kesimler halinde özür talep ediyor ve bir de tanınma hakkı. Çölde konuşmayı sürdürmekle yetinmek istemiyorsak, hiçbir dönemde olmadığı ölçüde yüz yüze konuşmalara açık olmamız gerektiği bir gerçek.

Bir kahraman için gerekli sayısız özelliğe sahip olan Başbakan Erdoğan ise olduğundan daha ketum, mütehakkim, tavizsiz bir görüntü sunmaya zorlanıyor son dönemlerde. Oysa onu kahramanlaştıran süreçte öne çıkan iki özelliği içtenlik ve tevazudu. Şimdilerde ise vefasız yarine beddua ederken zaafa kapılmamak için asıl sorunu yüreğine gömen feodal erkeğin sitemkâr söylemi hâkim oluyor konuşmalarına, Sayın Erdoğan’ın. Sanki, özrünün çoktan anlaşılmış olması beklentisini de içerirken sertleşen bir sitem, sözünü ettiğim. Bu nedenle de birlikte anıldığında yanlış anlamaya sebep verebilecek konuları apar topar aynı metinde harmanlayarak toplumsal açıdan etkili olacak anlamlı bir bütüne ulaşmaya çalışıyor. Aksi takdirde Uludereli annelerle “kürtaj” meselesi niye aynı bağlama yerleşsin bir konuşmada... Uludereli anne sınırda bombalanan bebesinin yazgısını tevekkülle karşılamalı, ne de olsa sınırsızca doğurabilir bir bedeni var, diye mi düşünmek gerekir...

Kürtaja karşı bir bilinçlenmeyi savunmak, elbette bütün vakalara genellenemeyecek sezaryen üçkâğıtçılıklarını eleştirmek önemli olsa da Uludereli anaların yasına iliştirildiğinde metin çözümleme tekniklerine el atmayı gerektiren bir bağlantı sunuyor.

Gerçi, Başbakan’ın kürtaj eleştirisi karşısında yükselen feminist tepkiler de olağanüstü şaşırtıcı, tuhaf. Aksu Bora’nın twitter’da kaydettiği gibi, gelişme ve insanca yaşama konusundaki engellere karşı her türlü haktan söz edilebilir de, kürtaj serbestîsi savunusu nasıl bir mantıkla “kürtaj hakkımız” şeklinde bir slogana dönüşebilir... Belki “kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin” şeklindeki telakkinin mustarip ettiği kadınları dikkate alıyor bu slogan. Ancak bir yanlış başka bir yanlışla da düzelmez ki...

“Bedenim benimdir” demenin de bir sınırı olmalı ve hayat kurtaran bir müdahale olabilecek kürtaj, ölü bebekler toplumu oluşturmanın bir tekniğine dönüşmekten kurtarılmalı. Kürtaj hadisesine cenin açısından bakmak ileri bir insani kavrayışı temsil ediyor kanımca.

Halkın çıkarları ve duyarlığı açısından bakmada zirveyi temsil eden ise şimdilerde hem metaforik anlamda hem de somut olarak, sınırlarda yaşayan nüfus. “Bana gelirken usulca adım atınız / Sakın yalnızlığımın zarif porseleni çatlamasın!” diyor ya Söhrab Sepehri, Sekiz Cennet’te...

Uludere’nin yaslı insanları kürtajlı sezaryenli bir kolajın parçası olmanın ötesine geçen bir ilgiyi hak ediyor.

Kaldı ki kürtaj da bir kolajla anılıp geçilmeyecek önemde bir mesele. Özeleştiriyi eksik etmeyen feminist yazar Germaine Greer’in ifadesiyle, modern kadın olmak giderek daha fazla tıbbi müdahaleye, bedeninin ideal sağlık ve beden adına sürekli kazınmasını tabii karşılatan bir piyasaya açıklık anlamına mı geliyor...

“Rahim” olgusunu farklı bir şekilde açmaya çalışan bir diğer feminist yazar, Luce Irigaray, “Dişil bedenin ayırt edici özelliği olarak canlı organizmalardan birinin hastalanmasına, ölmesine ya da reddetmesine neden olmadan ötekinin kendi içinde gelişimine gösterdiği hoşgörüyü” “Farklılık Kültürü” başlıklı yazısında anlatıyor. (Ben Sen Biz, İmge, 2006) Irigaray’ın çözümlemesinde “hoşgörü” ve “ötekine saygı” kavramlarıyla anlaşılan rahim “ikamet” edeni sorgusuz sualsiz dışarı atmayı hakkı bilen bir organ olarak görünmüyor.

Türkiye tipi feminizm ise bir taraftan aşırı lirik (ve barışçıl) bir kadınsılığı yüceltirken ideolojik bir refleksle rahmi, serbestçe kazınmaya açık herhangi bir organ olarak görme yolunu tutuyor. Bu noktada belli ki “kürtaj hakkımız” söylemi öncelikle kalıplaşmış ideolojik reflekslerle açıklanabilir bir eksiklikle malul. Erdoğan’ın kürtaj eleştirisini Uludere bağlamında dile getirmesi de, bu tür bir bakışa pek elverişli bir pencere sundu.

Canla başla doğması temenni edilen ve buna hakkı olan bebeği bu dünyada neler bekliyor, mesela kaçakçılığın risklerine terkedilmiş bir sınır beldesinde... Hiçbir anneden bin güçlükle dünyaya getirip büyütmeye çalıştığı çocuğunun parçalanmış bedeni karşısında sağduyulu normal bir vatandaş tavrı beklenemez. 34 değil tek can dahi olsaydı yitirilen, yüreği yanık insanlar kadar Türkiye’nin şeffaflaşması doğrultusunda elini taşın altına koymaktan kaçınmayan vicdanlar da aynı şekilde açıklamalar beklerdi.

İçten konuşmaları ve mücadele azmiyle halkın kalbine taht kurmuş olan Başbakan’ın, aynı içtenliğini koruyarak hataya düştüğü meseleleri dile getirmesine engel olan şey, kahramanın misyonunu gücüne, iktidar alanının genişliğine bağlayan telakkinin toplumun dokularına fazlasıyla sindiği varsayımı olsa gerek.

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
ÖNE ÇIKANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 261 34 89