• BIST 9998.43
  • Altın 2439.282
  • Dolar 32.4246
  • Euro 34.6533
  • İstanbul 15 °C
  • Diyarbakır 29 °C
  • Ankara 17 °C
  • İzmir 23 °C
  • Berlin 17 °C

Kürt sorununda ‘şiddeti’ tartışmak

Gençay Gürsoy

Rober Koptaş’ın, Kürt siyasi hareketinin izlediği mücadele stratejisiyle ilgili bazı değerlendirmelerini (Tehlikenin Farkında Mısınız? Agos, 14 Kasım 2012) bu sütunlarda tartışmaya açtığım yazıların daha başında, “bugünkü yasal ve yargısal mayın tarlasına” girmeden, “şiddet” sorununu enine boyuna tartışmanın mümkün olmadığını belirtmiştim (Kürt Sorununda Tarihten Ders Çıkartmak I-II).

Koptaş, 14 aralık tarihli Agos’ta, benim yazılarımda tartıştığım sorunların “güncel boyutuna” yönelik yanıtlarını dile getiriyor (Kürt Sorunu, Şiddet ve Tarih I). Haftaya da “Taşnak-İttihat ve soykırım” ilişkileriyle ilgili “tarihsel boyutu” ele alacağını ifade ediyor.

Hemen belirtmeliyim ki, Koptaş’ın Kürt siyasi hareketine yönelik eleştirilerinin gerisinde, bu topraklarda yaşanmış, inkâr edilmiş, gizlenmiş, çarpıtılmış akıl almaz acıların başka bir halk üzerinden yeniden yaşanması olasılığıyla ilgili dost endişelerinin yattığından hiç kuşku duymuyorum. Ne var ki Koptaş’ın, benim tartışmaya açmaya çalıştığım “Kürt siyasi hareketinin yekpare bir ‘şiddet stratejisi’ izlediği söylenebilir mi?” sorusunu yanıtlarken ileri sürdüğü argümanlar, öncekilerin daha sistematik bir tekrarı ve onun niyetinden bağımsız olarak, tartışmayı o ilk yazıda sözünü ettiğim “yasal ve yargısal mayın tarlası”nın içine çeken bir mahiyet arzediyor.

* “Hareketin nabzını tutanın Kandil ve Kürt bölgesindeki silahlı mücadele olduğu su götürmez bir gerçek.”

* “Bu mücadelenin siyasi kanadı olan BDP ise, kendisi sivil ve silahsız da olsa, genel olarak silahlı mücadeleyi olumsuzlayan bir tavır içinde değil.”

* “Dolayısıyla bugün Kürt hareketinin, şiddeti, en azından çözümü sağlayacak en önemli enstrumanlardan biri olarak gördüğünü söylemek, herhalde yanlış olmayacaktır.”

Bu değerlendirmeleri ve PKK’nin başvurduğu “şiddet” eylemlerine dair bilinen örnekleri tek tek yeniden ele alıp tartışmak niyetinde değilim. Bunların bütünüyle değilse bile genel olarak doğru tespitler olduğunu, herkesi rahatsız eden başka bir sürü sakarlığın da sıralanabileceğini kabul edebilirim ama Kürt siyasi hareketine yöneltilen eleştirilerin birçoğuna sinmiş olan indirgemeci yargı dilinin beni biraz rahatsız ettiğini belirtmeden geçemeyeceğim. Koptaş, BDP’yi “genel olarak silahlı mücadeleyi olumsuzlayan bir tavır içinde değil” diye değerlendiriyor. Onu tenzih ederim ama bu söyledikleri, ister istemez Başbakan’ın hedef tahtasına oturttuğu, sürekli olarak dışladığı, şimdi de TBMM’den kovmaya çalıştığı BDP hakkında, her vesileyle tekrarlayıp durduğu “terörle aralarına mesafe koymuyorlar” suçlamasını akla getirmiyor mu?

Şimdi istediğiniz kadar bu tespitler karşısında, bir gözlemci olarak; “silahlı mücadele”nin, Kürt siyasi hareketinin 30 yıldır yaşadığının kaçınılmaz bir gerçekliği olduğunu; bu ülkede, ister “düşük yoğunluklu” ister “kirli” diye adlandırın, bir tür “iç savaş” halinin devam ettiğini; daha barışçıl, daha sivil olanaklar varken bu yolu Kürtlerin isteyerek seçmediğini, devlet şiddetinin onları buna adeta mecbur ettiğini, bunu artık Bülent Arınç’ın bile gördüğünü; bugün de devam eden yargı operasyonlarıyla, Kürtlerin, binbir engeli aşarak meclise sokabildiği meşru ve yasal siyasal partisi BDP’nin binlerce seçilmiş siyasetçisinin saçma sapan gerekçelerle içeri tıkılarak kolunun kanadının kırılmak istendiğini; son bir yıldan beri Kürt bölgelerindeki, cenaze törenlerinin, meşru toplu gösterilerin bile polis şiddetiyle dağıtıldığını, milletvekilleri dahil, kadınıyla, erkeğiyle, yaşlısıyla, çocuğuyla halkın, coplandığını, tekmelendiğini, gazlandığını, yerlerde sürüklendiğini anlatmaya çalışın.

İstediğiniz kadar Kürt siyasi hareketinin tarihi, yapısal özellikleri, kapsama alanı, milyonları aşan üye tabanı itibariyle dünyadaki benzer direniş hareketlerinden çok farklı bir konuma sahip olduğunu, bu yüzden tek merkezli bir yönetim ve denetimin mekanizmasının her zaman işlemeyeceğini ileri sürün.

İstediğiniz kadar, geçen bu 30 yıl içinde, PKK’nin defalarca tek taraflı ateşkes uyguladığını, zaman zaman savunma amaçlı olarak mevzilendiğini, sınır ötesine çekildiğini, bu dönemlerde Kürt sorununun çözümüne dair tek bir adım atılmadığı gibi, unutturulmaya çalışıldığını anımsatın. Sonuçta “her türlü şiddete karşı” olmanın güvenli ve insancıl tezleri karşısında kolayca “etik” olarak da suçlanmaya mahkum edilebilirsiniz.

Nitekim Koptaş, yazısının sonunda bu hükmü de vermekte sakınca görmüyor: “Türk ve Kürt gençleri dağlarda birbirini öldürürken, ölüm tehlikesiyle doğrudan karşı karşıya olmayan insanların şiddet ve silahlı mücadeleyi meşru gören bir çizgide durmaları, açıkçası bana hiç de etik gelmiyor. Siyasetin özü, böyle bir ortamda, ölümleri durduracak feraseti göstermektir.”

Önce “meşruiyet” kavramından başlayalım: Malum bu kavram, öncelikle şeriata, dine ve vicdana ters düşmeme hali demek. Şeriatı, “kanun” olarak algılarsak kuşkusuz “kanuna uygun olma” anlamında da kullanılabilir. Herhalde Koptaş burada “meşruiyet” deyimini “yasaya uygun” olma, anlamında değil, “vicdani, ahlaki olma” anlamında kullanıyor olmalı. Aksi takdirde bu tartışmaya başlamak bile abesle iştigal olurdu.

Ben açıkcası, “şiddet” kavramının “silahlı mücadele” ile eş anlamlı olarak kullanılmasını doğru bulmuyorum. Bu yüzden, “nefs-i müdafaa dışında her türlü şiddete kategorik olarak karşıyım” diyebilirim ama “silahlı mücadeleye kategorik olarak karşıyım” demeyi vicdani bir konformizm olarak görürüm. Daha doğrusu toptancı bir tutum yerine, her eylemi kendi koşulları içinde değerlendirmenin daha zahmetli, daha riskli ama daha ahlaklı ve dürüst bir tavır olduğunu düşünürüm. Kısacası, hiçbir koşulda savaşın teşvikçisi, destekçisi olmam ama silahlı mücadeleyi, gaspedilmiş haklar için, yasal ve siyasal yolların tümüyle tıkandığı çaresiz durumlarda başvurulabilecek “meşru” bir direnme biçimi olarak kabul edebilirim.Şimdi elimizi vicdanımıza koyup düşünelim, bu ülkede Kürtlerin silahlı mücadeleye başvurmalarını “meşru” görmeyen bir noktada durarak, Kürt siyasi hareketini tümüyle “etkisiz hale” getirmeyi kafasına koyduğu anlaşılan Başbakan’ın korosuna ses katmak daha mı “etik” oluyor?

  • Yorumlar 1
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Yazarın Diğer Yazıları
    ÖNE ÇIKANLAR
    Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
    Tel : 0532 261 34 89