• BIST 8718.11
  • Altın 2244.727
  • Dolar 32.3302
  • Euro 35.1556
  • İstanbul 9 °C
  • Diyarbakır 9 °C
  • Ankara 3 °C
  • İzmir 8 °C
  • Berlin -3 °C

İktidarın halet-i ruhiyesi ve kayyum meselesi

Bayram Bozyel

İktidarın, HDP yönetimindeki Diyarbakır, Mardin ve Van Büyükşehir Belediye Başkanlarını görevden alarak yerlerine kayyum ataması, şaşırtıcı bulunmasa da toplum vicdanında büyük tepkiye yol açtı.

Seçilmiş belediye başkanlarını görevden alıp yerlerine kayyum atamak her şeyden önce halkın iradesini yok saymak anlamına gelir. İktidar, bu kararla en temel hukuki normları hiçe saymıştır. Türkiye’de keyfi ve otoriter sistemin iyice zıvanadan çıktığı anlaşılıyor.

Daha önemlisi üç Kürt büyükşehir belediyesine kayyum atamak Türk devletinin kuruluş felsefesinden kaynaklanan Kürt düşmanlığının farklı bir tezahürüdür. Kayyum pratiği esas itibariyle geçmişte Kürdistan’da uygulanan Umumi Müfettişlik, OHAL Valiliği ve Sıkı Yönetim Komutanlığı sisteminden farksızdır.

İktidarın kayyum ataması için öne sürdüğü gerekçelerin hiçbir hukuki dayanağı yoktur. Bu nedenle söz konusu uygulama geçmişten farklı olarak toplumun geniş bir kesiminde tepkiyle karşılanmış, AKP tabanı bile bu konuda ikna edilmiş değildir.

Bu genel değerlendirmeden sonra üzerinde durmak istediğim nokta, AKP iktidarını bu kararı atmaya iten dürtüleri, beklentileri ve bağlamı irdelemektir.

Görünen o ki Diyarbakır, Mardin ve Van Büyükşehir Belediyelerine kayyum atamanın iktidar açısından hiçbir rasyonel yanı yok. Sadece 31 Mart ve 23 Haziran İstanbul seçim sonuçları bu iddiayı doğrulayacak nitelikte.

AKP ve MHP ortaklığına dayanan iktidar 31 Mart yerel seçimlerinde İstanbul ve Ankara olmak üzere stratejik büyük şehir belediyelerini neden kaybetti? Bu sorunun cevabı artık net; başta ekonomik sorunlar olmak üzere iktidarın Kürt meselesinde izlediği çatışma ve geneldeki kutuplaştırıcı politikası.

Çatıma politikası deyince, bunu 15 Temmuz sonrasında ilan edilen OHAL sistemi, başını alıp giden tutuklama furyası, hukuksuz işten atılmalar, yaygın hak ihlalleri ve yüzlerce Kürt şehirlerine atanan kayyum uygulamaları ile birlikte ele almak gerekir.

Kayyum politikası AKP’ye kaybettirdi

Peki bu gerçek apaçık ortadayken, iktidar aynı yöntemlere neden başvurma ihtiyacı hisseder? Normal akıl, AKP’nin 31 Mart yerel seçim sonuçlarından gerekli sonuçları çıkartacağını ve ona uygun politika değişikliklerine gitmesini gerektirirdi. 31 Mart seçimlerinden sonra AKP’nin yaşadığı deneyimlerinden gerekli sonuçları çıkartacağı ve Kürt meselesinde yeni bir yumuşama arayışına gireceği yönündeki beklentiler de bu akıl yürütmeye dayanıyordu.

Ama iktidar tam tersini yaptı.

Kürtleri kazanma yönünde yeni adımlar atacağına, AKP Kürtlerle arasındaki son köprüyü de yıkıp attı. Bu durumun AKP iktidarının başlayan çözülme sürecini daha da hızlandıracağına şüphe yok.

AKP’deki bu akıl tutulmasının geçmişe uzanan iki nedeni var.

Birincisi Kürt korkusu; 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra çözüm sürecini sonlandıran ve Türkiye’yi Kürt meselesinde yeniden şiddet sarmalına iten nedenler ne ise, AKP’yi rasyonaliteden uzaklaştıran etkenler de odur. Kürt korkusu AKP’yi reformcu ve pragmatik kimliğinden uzaklaştırarak onu otoriter bir parti haline getirdi.

AKP’de travmatik kimlik krizine neden olan esas etken 15 Temmuz darbe girişimi oldu. Evet, darbe girişimi bir şekilde bastırılmış, ancak Erdoğan olası yeni darbe tehditlerine karşı tek başına kalmıştı.

Çünkü Erdoğan’ın mutlak iktidar hırsı, etrafındaki yol arakadaşı kurucu kurmayların tasfiyesine yol açmıştı. Ordunun omurgasını oluşturan Kemalist askerler ise Balyoz ve Ergenekon davalarıyla küstürülmüştü. Düne kadar iktidar ortağı olan Gülenci Cemaat ise ona karşı askeri darbe girişimine kalkışmıştı. O halde Erdoğan yeni darbe girişim ve tehditlerine karşı kime sığınacaktı? Erdoğan’ın bu zayıflık ve yalnızlığını gören Devlet Bahçeli fırsatçı kaçırmadı. Benzer şekilde Perinçek’in ulusalcı tayfası ve yeni konjonktürü fırsat bilen Ergenekoncular da Erdoğan’ı dört bir yandan kuşattılar.

Artık gerçek anlamda bir AKP iktidarından çok Erdoğan başkanlığında yürüyen milliyetçi-muhafazakâr sosuna bulanmış ulusalcı, şoven, Ergenekoncu bir iktidar blokundan söz edilebilirdi. 15 Temmuz’dan bu yana yaşanan bütün kritik süreçlerde yeni iktidar blokunun etkisini görmek mümkün.

Bugün şunu çok iyi biliyoruz. 15 Temmuz darbe girişimi sonrası süreçte Cumhurbaşkanlığı sistemini gündeme getiren de bu sistemin 16 Nisan 2017 referandumunda kıl payı kabul edilmesini sağlayan da Devlet Bahçeli oldu. Elbette böyle bir süreç için hukukun rafa kaldırılması ve OHAL gibi bir rejime ihtiyaç vardı ki o da yine Bahçeli’nin desteği ile sağlandı. 24 Haziran seçimlerinin öne alınması ve Erdoğan’ın az farkla kazanması Bahçeli’nin inisiyatifiyle mümkün oldu. Sonuç itibariyle Erdoğan tek kişilik iktidarın zirvesine ulaştı, ancak bu sadece demokrasinin kaybı pahasına değil, aynı zamanda AKP gibi bir parti kimliğinin yok oluşuna mal oldu.

İktidar bloku; düşman kardeşler

Komplo teorilerine inanlardan değilim, ancak Erdoğan başkanlığındaki iktidar bloğu bileşenlerinin her birinin Erdoğan’dan intikam almak için fırsat kolladıklarını görmemek saflık olur. Üstelik siyasette dostlukların da düşmanlıkların da mutlak olmadığını en yakın tarihten, özel olarak AKP iktidar sürecindeki gelişmelerden çok iyi biliyoruz.

Mesela AKP hangi dürtülerle 23 Haziran’da İstanbul seçimlerini yenileme yoluna gitti? Hatırlayalım, 31 Mart seçim akşamı Erdoğan Ankara’da yaptığı balkon konuşmasında İstanbul Büyükşehir’de seçimi kaybettiğini açıkça kabul etti. AKP seçimi yenilemeye gitmeyip CHP adayı ile aradaki oy farkının azlığından hareketle İstanbul yenilgisini hafifletebilir, böylece tabanını teskin yoluna gidebilirdi. Ancak her ne olduysa AKP fikir değiştirerek İstanbul seçimini yenilemeye gitti ve sandıkta çıkan sonuç AKP için gerçek bir hezimete dönüştü. Şimdi soru şu: Acaba AKP’ye bu acı yenilgiyi hediye eden iktidar blokundan birileri olabilir mi? Benzer bir durum 23 Haziran seçimlerine birkaç günü kala iktidarın can havliyle Öcalan’ı imdada çağırma olayında yaşandı. Öcalan’dan yardım beklentisi girişiminin AKP adayına en azından 200 000 oy kaybettirdiği yapılan anketler soncunda ortaya çıktı.

Son kayyum meselesi sözünü ettiğim iki olaydan farksız görünüyor. Ya iktidar blokundaki düşman kardeşlerden birileri Erdoğan iktidarına son darbeyi vurmak için devrede, ya da iktidar panik bir ruh haliyle çırpındıkça kendini daha çok batıran kararlara imza atıyor.

Geriye bir seçenek daha kalıyor.

Hükümetin hem dolaylı olarak PYD ile hem de Öcalan üzerinden Suriye Kürt hareketiyle ilişki içinde olduğunu biliyoruz. Öte yandan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iktidar blokunun tabanına ağustos ayında sunacağını ilan ettiği zafer vaatleri var. Ne var ki yaşanan bütün bu gelişmelerden bir zafer değil, şimdilik Türkiye ve ABD’nin üzerinde uzlaştıkları Ortak Hareket Merkezi ortaya çıktı.

Burada iki ihtimal ortaya çıkıyor. Birincisi Suriye’de Fırat’ın Doğusu’nda vaat ettiği zaferleri veremeyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, acaba Diyarbakır, Van ve Mardin’e kayyum atayarak, bunu iktidar bloku için bir teselli ikramiyesi olarak öngörmüş olabilir mi?

İkinci ihtimal ise, Suriye Kürt hareketiyle aleni bir diyaloga geçmeden önce iktidarın kayyum girişimiyle iç kamuoyunun gönlünü hoş ederek onu yeni sürece hazır hale getirmek.

Özetle, hükümetin Kürt meselesinde siyasi arayış girişimleri ile baskı ve şiddetten alabildiği kadar alma politikasını eşzamanlı yürütme ihtimalini yabana atmamak gerekir.


Bu makale yazarın görüşlerini yansıtır. İlke Haber’in yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
ÖNE ÇIKANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 261 34 89