Kahraman aynı zamanda yalnızlaşmaya –ve zaaflarını da gizlemeye– zorlayan bitimsiz sınavları nedeniyle, her zaman bir trajedi kişisidir. Son günlerde Başbakan Erdoğan üzerinden daha sık düşünüyorum bunu. O halkın arasından yükselen bir yıldız; parya muamelesi görmeye razı olmayan terbiyesi ve benliğiyle çeperlerini zorladı, zindandan dahi geçti yolu ve Türkiye’nin dar bir geçitte tıkanmasına engel olan sıçramayı gerçekleştirdi. Bir taraftan hâlâ parlıyorken yıldızı, tırmanırken bir yerlere taşıdığı siborg ruhlu yandaşlar eliyle kötülükler ulaştı yakın çevresine ve en çok da bu yüzden söylemleri onu zirvelere çıkartan sesinin tonuna yabancılaşmaya başladı.
Zirve öyle bir yer olmalı... Söz konusu olan sanki bir uçurumun kenarı... Küçük bir yanlış hareket hatta sert bir rüzgâr hesaba katılmalı.
O ise gözünü budaktan sakınmayan “mustazafların Tayyip’i”, kimsenin göze alamadığını göze alan adam. Birkaç kez aynı mekânda konuşmasını dinledim, ancak şahsen tanışmıyoruz. Yazarken eleştiri ve övgüyü anlamlı kılan o mesafeyi önemsiyorum. Benim için başlattığı açılımla, Gazze çıkışlarıyla yıldızı parlayan adamdı o. Hiç mantıklı olmaya gerek duymadan o olmasaydı Türkiye bugün sahip olduğu pek çok iyiliğe o kadar kolay kavuşamazdı diyorum.
İktidar savaşının bir acımasızlığı var, gizli açık aktörleri zayıf bulduğu noktaya duraklamaksızın yöneltiyor vuruşunu. Türkiye’yi değiştiren adam bu süreçte kendisi de değiştiği için hücumlar karşısında bazen kendisine ait değilmiş gibi gelen cümlelerle direniyor. Kalan ömrüne dönük hesaplar kitaplar karşısında Allah’a sığınırken nasıl da çıplak olmaya zorlanıyor duygusal anlamda! Kimin kalan ömrü bu denli acımasızlıkla gündeme getirilebilir?
Yıllardır gazetelerde yazıyor, üniversitede Gazetecilik Dili dersi veriyorum, ama hâlâ gazete manşetlerinin keskin dili karşısında bocalıyorum bazen, böyle olması şart mıydı diye. Taraf ’ın Stratfor’dan saçılan bilgilere dayalı manşeti önce bir televizyon haberinden kulaklarıma ulaştığında ve eşim manşetin Taraf ’a ait olduğunu aktardığında inanamadım, geç vakitte oturup Yasemin Çongar’a yazdım üzüntümü. O da sağolsun hemen cevap yazdı ve manşeti yayımlama konusunda yayın kurulu olarak nasıl kılı kırk yardıklarını, kendisinin de zaten yayımlanacak olan haberi daha doğru iletme kaygısıyla iki cerrahı arayarak yalanlamalarını alıp aynı manşete koyduğunu anlattı. “... her ne kadar o bize çok kızsa da, benim hakikaten hâlâ sevdiğim, saydığım, güvenmek istediğim ve bütün tereddütlü, bazen yavaş, bazen farklı fikirlere ve eleştiriye tahammülsüz ve demokrasi özürlü hallerine rağmen temeldeki iyi niyetine ve lider olarak eksikliğinin hissedileceğine inandığım Erdoğan söz konusu olunca, bizim hakkımızda/ benim hakkımda en kalp kırıcı konuştuğu gün bile sağlığı konusunda büsbütün üzülüyorum” diye dile getirdi Yasemin manşetle bağlı duygu ve düşüncelerini.
Statfor dedikoduları Başbakan’ın yakın çevresindeki danışman savaşını işaret ederken, belki çelişkili söylem ve uygulamalar üzerine de bir fikir veriyor. Uludere, hapiste tutulan, işlerinden olan gazeteciler ve benzeri konularda Başbakan’ın konuşmaları eğer AK Parti’nin başlangıç ruhunda öne çıkan, böylelikle partiyi üçüncü bir dönem için iktidara taşıyan “devlet halkı içindir” felsefesi uyarınca şekillenmeye devam etseydi, hiçbir istihbarat dökümü zerre kadar etkileyemezdi duruşunu.
Geçmiş on yıldaki manzarasına bakıldığında, Türkiye’nin nerelerden hangi noktaya geldiği çok açık. Darbeleri hoş gören veya tahammüle zorunlu kalan halk siyasal olgunluk açısından daha ileri bir noktaya taşınırken, ekonomik olarak her gün IMF’ten borç isteyen, AB’ye yalvaran ülke dünyayı sarsan ekonomik krizlerden başarıyla çıkarken bütün bu gelişmelerde rolü olan kişinin ölümü bir pazarlık meselesi gibi öne sürülüyorsa, bu haberin bölgede ve Türkiye’de bir kaosa hizmete ayarlı olduğunu düşünmek hiç yersiz değil.
Kahramanlık bir yanıyla kadim bir olgu ama süreklilik söz konusu olduğunda, kendi döneminin nitelikleriyle donanmayı gerektiriyor. Niye bir danışman bu denli yabancılaşır kendisini o makama taşıyan kişiye, hangi hırs ya da amaç adına? Dolayısıyla güven duyulması gereken yalnızca, “halkın sesinde Hakk’ın sesini arama”yı sürekli kılan bir istikamet. Keşke Başbakan Ahmet Altan’ın yazılarında dile getirdiği gibi sahip olduğu gücü herkesten önce halka karşı şeffaf davranarak ve bunu yaparken de kendisini sahici kılan mütevazı ifadesini koruyarak aşma tutumunu korumayı her şeyin üzerinde tutma tavrını korusa! Kürt meselesinde kararlı davranmayı sürdürse, gazetecileri işlerinden atan patronları eleştirse, bir hakkı yerli yerine koymaktan başka bir şey olmayan adaletin tahakkukunu çılgın projelerin üzerinde tutabilse ayrıca...
Bu ülke şimdi bulunduğu noktaya kolay gelmedi, kaldı ki alınacak daha çok yol var adalet adına.
Türkiye dışında nereye gidersem gideyim, Doğu’da ve Batı’da Erdoğan için dua eden insanlarla karşılaşıyorum. Bir şiir okuduğu için hapis yatan Sayın Erdoğan’ın ve partisinin muhalif söylemlerin karşısında Meclis yoluyla daha çözümleyici, barışçıl açıklamalar sunacağına, farklı/eleştirel görüşlerin kendini ifadesini kısıtlamak yerine buna imkân sunan bir tutum izleyeceğine dair umudumu yine de koruyorum, Türkiye’nin iyiliği adına.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.