• BIST 10045.74
  • Altın 2420.766
  • Dolar 32.4438
  • Euro 34.797
  • İstanbul 14 °C
  • Diyarbakır 18 °C
  • Ankara 15 °C
  • İzmir 20 °C
  • Berlin 20 °C

Gezi Parkı okumaları...

Fehim Işık

Gezi Parkı’ndaki ağaç nöbeti 27 Mayıs günü başladı. Nöbeti başlatanlar Taksim Platformu üyeleri. Bu arada Taksim Platformu’nu oluşturan sivil inisiyatiflere destek sunan çok sayıda HDK bileşeni örgüt, devrimci, solcu, ilerici, muhafazakar, Alevi ve Müslüman da bu nöbete aktif destek verdi. Nöbete destek verenler arasına müdahaleden bir gün önce CHP’liler de daha çok milletvekili düzeyinde katıldı. BDP ise daha başından Taksim Platformu’na destek veriyor, etkinliklerine de katılıyordu.

Gezi Parkı nöbeti barışçıl bir biçimde devam ederken, 31 Mayıs Cuma günü sabah saat 05.00’te polis, ağaç nöbeti tutanlara acımasızca saldırdı. Çadırlar, zabıta kıyafeti giydirilmiş özel güvenlik görevlilerince sökülüp yakıldı. Belki de Türkiye tarihindeki en büyük gazlı saldırı ile etkinliğe katılanlar yerlerde savruldu, gençler, kadınlar, çocuklar hastanelik edilinceye kadar gazlandı, coplandı.

Oysa sivil toplum örgütlerince oluşturulan Taksim Platformu’nun talepleri çok masumdu. Saldırı sonrasındaki açıklamalarından birinde şöyle diyorlardı: “Farklı görüşlerden oluşan çok sayıda uzmanla yola çıkan ve bağımsız sivil bir inisiyatif olan Taksim Platformu projenin duyurulduğu ilk günden beri yönetimle Taksim’e yapılması planlanan müdahaleyi konuşmaya çalışıyor. Yönetimin görüşmek yerine şiddeti, kaba kuvveti tercih etmesi kabul edilemez.”

Çok gecikmedi Taksim Platformu’nun masum isteklerine karşı hükümet emriyle gelişen/geliştirilen şiddet büyük bir karşı tepkinin oluşumuna yol açtı. Öncelikle İstanbul’da, ama neredeyse Türkiye’nin her tarafında, Kürdistan’da polisin halka acımasızca saldırısına dönük büyük gösteriler düzenlendi.

Bu noktaya gelinmesinde hükümetin, özellikle de Başbakan’ın söylemlerinin büyük payı var. Ustalık dönemi diye adlandırdığı üçüncü iktidar döneminde Başbakan, belki de siyasal yaşamının en büyük acemiliğini göstererek hiç kimseyi dinleme zahmetine katlanmadan, tepkilerin hiçbirini dikkate almadan tamamen keyfi kararlar alabiliyor, “astığım astık, kestiğim kestik” edasıyla insanların sosyal yaşamlarına müdahale edebilecek gücü kendinde bulabiliyordu.

Taksim ile ilgili kararlar alındığında yargıya rağmen adımlar atıldı. İşin uzmanı hiçbir kurumun, sivil toplumun önerileri dikkate alınmadı. Kepçeler, dozerler bizzat Başbakan’ın talimatıyla Taksim alanına girerek her tarafı hallaç pamuğu gibi alt üst etti.

1 Mayıs’ı Taksim alanında kutlamak isteyenlere alandaki inşaat gerekçe gösterilerek izin verilmedi, bununla kalınmayıp “Bundan sonra Taksim gösteri alanı olmayacak” dendi.

Bir tek Gezi Parkı ve Taksim düzenlemesinde ya da 1 Mayıs’ta mı bu efelenmeler yaşandı?

Hayır!

Son 3-5 yıldır neredeyse sosyal ve siyasal yaşamı ilgilendiren her konuda Başbakan’ın ve hükümetin keyfi, baskıcı, otoriter tutumu devam etti, ediyor.

Alkol düzenlemesi adı altında insanların özel yaşamlarına müdahale ediliyor, neredeyse “evinizde bile içerken dikkat etmek zorundasınız” noktasına getiriliyor. Bunu yaparken sağlığı gerekçe gösterseler bile hükümetin esasen inanç saikıyla hareket ettiği gün gibi aşikar.

Bizzat kendisi 3. Köprü’ye karşı çıkan Başbakan Erdoğan’dı. Ama gitti geldi onbinlerce ağacı kesme ve doğayı/çevreyi katletme pahasına 3. Köprü’nün temelini attı. Bu da yetmedi, Köprü’nün adını Yavuz Sultan Selim koydu.

Alevilerin Yavuz Sultan Selim ismine duyduğu tepkileri dikkate almadı. Hükümet üyelerinden bir kısmı ise Yavuz Sultan Selim ismine tepki gösterenlere adeta hakaret ettiler.

Gündelik sosyal yaşamı ilgilendiren konuların yanı sıra siyasal yaşamı ilgilendiren ciddi konularda da Başbakan’ın ve hükümet üyelerinin tutumu değişmedi. Yine “dediğim dedik” tutumunu sürdürdüler.

“Çözüm süreci” olarak ifade edilen ve geçtiğimiz yılın son günlerinden bu yana devam eden yaklaşımlarda hükümetin ve Başbakan’ın kamuoyuna verdikleri görüntü zerre güven vermiyor. Öcalan’la görüşmelere koydukları sınırlamalardan tutun da Kürtlerin attıkları ileri adımlara, verdikleri olumlu tepkilere kadar her şeyde umarsız ve üstten bakan bir yaklaşım içindeler.

“Akil İnsanlar Kurulu” oluşturulurken tamamen kendi keyfiyetleriyle hareket ettiler.

Meclis Komisyonu’nun oluşumunda aynı keyfiyeti sürdürdüler.

“Hakikat, Hafıza ve Adalet” önerilerinin hiçbirini dikkate almadılar.

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, geri çekilen gerillalar için rahatlıkla, “Cehennemin dibine kadar yolları var” derken, bir başka hükümet yetkilisi, “Terör örgütünü politikalarımızla zaten bitirmiştik, artık tamamen tasfiye etmek için adımlar atıyoruz,” diyebiliyordu.

Elbet örneklendireceğimiz söylemler bu kadar değil. Hükümetin ve Başbakan’ın söylemlerinden bugüne gelinmesini sağlayan daha çokça örnek verebiliriz.

Başbakan ve hükümet üyeleri, askeri vesayeti geriletirken toplumdan aldıkları büyük desteği unuttular, görmezden geldiler ve bu kez bizzat kendileri topluma yeni bir vesayet dayattılar. Üstelik bu vesayeti, tam da bir polis devleti edasıyla yaşama geçirmek için çabaladılar.

Artık öyle oldu ki herkes hangi sabah evinden alınıp gizli bir tanıkla mahkeme önüne çıkarılıp yıllarca cezaevinde tutulacağının kaygısını taşımaya başladı.

Gezi Parkı ile yaşanan gelişmeleri okurken esasen bu birikimlerin toplumu gerdiği, ürküttüğü, korkuttuğu noktaları da görmek gerekir.

Peki Gezi Parkı Direnişi sonrasında ne oldu?

Hiç hesapta olmayanlar, CHP ve diğer Ergenekonist şüreka hoppadanak ortaya çıktı ve yaşanan büyük tepkiyi hemencecik de AKP ve Erdoğan ile kendi bulundukları gerici noktanın hesaplaşma zemini olarak  değerlendirme çabalarına girdiler.

Bu konuyla ilgili aslında çokça denecek şey var ama durumu çok iyi özetleyen bir Kürt siyasetçisinin kısa analizini sizlerle paylaştıktan sonra değerlendirmelerime devam etmek istiyorum.

Özgürlük ve Sosyalizm Partisi (ÖSP) Genel Başkan Yardımcısı Aziz Mahmut Ak Facebook üzerinden yaptığı kısa bir değerlendirmede benim de her cümlesine katıldığım şu görüşleri dile getiriyordu:

“Türkiye’deki tüm toplumsal karşıtlıkları Ergenekon ile AKP Hükümeti arasındaki mücadele üzerinden okumak eksiklidir, yanlıştır. Bu dar bakış açısı kişileri, ‘kullanılmayalım, temiz kalalım’ korkusuyla ya hareketsiz/müdahalesiz bırakır ya da mevcut statüsünü küstahça sürdürmek isteyen iktidarın kulvarına düşürür. Sınıflar mücadelesi ve siyaset alanının çok farklı girdileri vardır. Nitekim ‘Gezi Parkı Direnişi’ne damgasını vuran odak sosyalist sol ve demokrasi güçleridir. Ergenekoncu, CHP’ci tayfanın sonradan bu halk eylemini manipüle etme girişimleri bu gerçeği değiştirmez. Kaldı ki, yeryüzünde tüm toplumsal kalkışmalar değişik siyasal odakların ‘değerlendirme’ çabalarına sahne olmaktadır ve bu bir noktaya kadar işin tabiatıdır. Önemli olan hem müdahil olup hem de büyük güç odakları tarafından ‘değerlendirilmeme’ hassasiyetimizi korumaktır. Bu dengeye azami dikkat etmektir. 

“Kürdistan ormanları yakılırken Türk demokrasi güçlerinin aynı hassasiyeti göstermedikleri doğrudur, ancak bu doğru bizi mevcut eylemin önemini küçültmeye vardırmamalıdır. Bırakalım, bizim ormanlarımız için ses çıkarmayanlar kendi ağaçları için dirensinler... Belki bu onlara bizim trajedimizi hatırlatmaya da vesile olur. Beş günlük yaygın protestoların ağaç duyarlılığıyla sınırlı olmadığını, AKP’nin ekonomik ve sosyal yaşamı kendince şekillendirme pervasızlığına, yani despotça uygulamalarına karşı birikmiş öfkenin çevre duyarlılığı üzerinden açılan delikten patlaması olduğunu herkes biliyor. Bu öfke medeni bir öfkedir, önemsemek lazım.”

Aziz Mahmut Ak dediklerinde tamamen haklı. Bu direniş asıl başlatıcıları tarafından sahiplenildiği ve geliştirildiği sürece Ergenekonistlerin Türk bayrakları ve ırkçı marşlarla bu büyük direnişi o kadar kolay tekellerine geçiremeyeceklerini bilmeliyiz. Tabi şunu da bilmeliyiz: Direnişin gelişiminde büyük payı olan BDP milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in dediği gibi “Ambulans arkasında giden fırsatçı taksi gibi” bu büyük direnişi sahiplenmek isteyen kolaycılar,yani ırkçı faşist Kemalistler de boş durmayacaktır.

Evet, “Bu öfke medeni bir öfkedir, önemsemek lazım.”

En fazla önemsemesi, ciddiye alması gereken de bizzat hükümetin ve Başbakan Erdoğan’ın kendisidir. Onlar önemsemez ve otokratik/diktatoryal eğilimlerinin kurbanı olurlarsa varacakları nokta Irak’ın Saddam’ının, Suriye’nin Esad’ının ötesi olmaz.

Bir küçük söz de direnişi önemsemeyen, yaşanan realiteyi görmezden gelip bunu Ergenekon şürekasına altın tepside sunmak isteyen –bir kısım– Kürtlere...

Evet, alana gelen Ergenekoncuların, Türk bayrağını insanların gözüne soka soka Onuncu Yıl marşını söyleyen ırkçı ve faşistlerin varlığı rahatsız ediciydi. Bizzat alanda bulunan, gaz yiyen biri olarak Ergenekonistlerin varlığı kanıma dokunuyordu. Ama unutmayalım ki o alanda ırkçı faşist şovmenler dışında Kürt halkının özgürlüğüne destek veren, barışı ve demokrasiyi samimiyetle savunan ve en az benim kadar Ergenekonist şürekadan rahatsız olan onbinler de vardı. Kürt halkı, Gezi Parkı Direnişine destek verirken pekala o ırkçı ve faşist şovmenlerin değil, samimi demokratların, ilericilerin, solcuların, sosyalistlerin, Müslümanların, Alevilerin, muhafazakarların yanında yürüyebilir...

Bunu da, elbet özgürlük, demokrasi ve barış adına yapabilir, yapmalı...

  • Yorumlar 12
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Yazarın Diğer Yazıları
    ÖNE ÇIKANLAR
    Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
    Tel : 0532 261 34 89