• BIST 9079.97
  • Altın 2307.372
  • Dolar 32.3157
  • Euro 35.0355
  • İstanbul 16 °C
  • Diyarbakır 9 °C
  • Ankara 17 °C
  • İzmir 19 °C
  • Berlin 11 °C

Dönüş sevinci, gidiş acısı (2)

Bayram Bozyel

Sevgili Fehmi Demir’in ardından

PSK Genel Sekreteri Mesut Tek ve arkadaşlarının 36 yıllık sürgün dönüşünden tam bir hafta sonra, 25 Ekim 2015 tarihinde HAK-PAR Genel Başkanı Fehmi Demir’in ölüm haberi geldi. Oysa bir hafta önce onunla Diyarbakır Havaalanı’nda sürgünden dönen arkadaşlarımızı birlikte karşılamıştık.

Fehmi Demir’in ölüm haberi içimize bir bomba gibi düştü. Bu zamansız gelen acının şiddetli şokuyla kötü bir biçimde sarsıldık. 41 yıllık partimizin ülkeye tarihi dönüşünün sevincini yaşamadan, Fehmi’nin ani gelen ölüm acısı içimizi dağladı.

Fehmi Demir gerçek anlamda bir mücadele insanıydı.

Onunla, cezaevi çıkışımdan sonra -yanılmıyorsam 1987 yılında- yakın bir zaman önce kaybettiğimiz sevgili Ali Çetinkaya’nın Konya’da gerçekleştirilen düğünü vesilesiyle tanıştım. O günden bu güne hep aynı ve ön saflarda özgürlük için çalıştık.

Fehmi Demir çok iyi bir örgütçüydü, çoğumuzdan daha fazla legal çalışma deneyimine sahipti. Bir dönem SHP’de çalışmış, HEP ve DEP’te önemli görevler üstlenmişti. HEP ve DEP süreci ona önemli tecrübe kazandırmıştı. Bu deneyimlerinden dolayı biz PSK’li kadroların kurduğu Demokrasi ve Değişim Partisi (DDP) ile Demokrasi ve Barış Partsi’nde (DBP) örgütlenme işleri hep Fehmi arkadaşın omzundaydı.

HAK-PAR’ın kuruluşundan Genel Başkanlığa seçildiği 6. Kongre’ye kadar da zamanının çoğunu partinin örgütlenme faaliyetleri içinde geçirdi.

Fehmi ile aramızda, yoldaşlık hukukundan öte bir yakınlık söz konusuydu. Bu özel yakınlığın sebebi ise Yılmaz Demir’di. Yılmaz Demir, Fehmi’nin kardeşi benim ise en zor ve coşkulu yıllarımdaki arkadaşımdı. Bu nedenle Fehmi benim için Yılmaz’ın abisi, ben ise Fehmi için Yılmaz’ın yakın arkadaşıydım.

Diyarbakır Cezaevi’nin ölümsüz direnişçilerinden, Yılmaz Demir.

‘Diyarbakır 5 Nolu’ kitabımı adadığım güzel insan.

Yılmaz mücadele için bu dünyaya gelmiş bir insandı, bir kurşun gibi hızla geldi ve o hızla gitti aramızdan.

1980’de Diyarbakır Eğitim Enstitüsü’ne Yılmaz Demir’le aynı yıl başladık. Faşist darbenin bir kâbus gibi ülkenin üzerine çöreklendiği o dönemde biz Yılmazlarla enerjimizin doruğunda dolaşıyorduk. Togliatti’yi, Dimitrov’u, ilgili külliyatın tümünü su gibi okuyor, faşist sömürgeci darbeye karşı karınca misali çalışıyorduk.

Derken çember daraldı ve toplu bir operasyonda yakalandık. Yakalandığında Yılmaz yaralıydı. O yaralı haliyle sorguda vahşice işkence yaptılar ona. Yılmaz boyun eğmedi.

Sonra Diyarbakır 5 Nolu cehennemine kapatıldık. Zor zamanlardı. Cellâtlar, Kürt devrimcilerini işkenceyle yıkmak ve ruhlarını teslim almak için son bir kez saldırıya geçmişlerdi. O zor zamanlarda, vahşetin doruk, umudun dip yaptığı 1984 Ocak direnişinde Yılmaz Demir, başta biz içerdekiler olmak üzere, halkının onuru için kendini feda etti. 1984 Cezaevi direnişinde kaybettiğimiz Yılmaz Demir bende derin bir acı ve yalnızlık duygusu yarattı. O acının hafiflemesi için Allah’a ne çok yalvardım.

Her arkadaşın ölüm haberi şiddetli bir gök gürültüsü gibi içimi sarsar. Bu yaşımda ne çok arkadaşın acısıyla gidip geldim. Bazen kendi kuşağımın kaderine ad koymakta tereddüde düştüğüm olur.

Çünkü benim kuşağım çok genç yaşta kendini mücadele içinde buldu, üstelik en kızgın ortamında. Kavgaya erken katılmakla kalmamış, aynı zamanda dünyayı değiştirmeye soyunmuştuk. Bunun yol açtığı sonuç, tez büyümek, erken yaşlarda derin kırılmalarla karşılaşmak oldu.

O erken gençlik dönemimde, 1979 yılında, daha 18 yaşımdayken lise son sınıf öğrencisi Abdulselam Aydın’ı, yüreğimin bir parçasını yitirdim. Yaşamım boyunca içimden kopup giden onlarca arkadaşın ilkiydi Abdulselam. Şimdi ben 54 yaşındayım, ama 17 yaşındaki Abdulselam hala benim kahramanım.

Remzi İl 1991 yılında gözaltında alçakça katledildi. Tiz sesi, ince boyu, idealist duruşuyla devrim çağının hızlı koşucularından biriydi.

Haci Sait Sıtkı, gerçek anlamda bir halk adamıydı. Birlikte geçirdiğimiz uzun cezaevi yıllarının ardından kansere yakalandı. Onun, geliyorum diyen ölüme karşı aldırmaz tutumuna hep imrendim ve içimden ona müthiş bir saygı duydum.

İstanbul Üniversitesi’nde tanıştığım Enis Eren, bana dünyanın en güzel insanı gibi geliyordu. Yıllar sonra duyduğum ölüm haberi beni derinden yaraladı.

Sonraki yıllarda ölüm haberleri ardı ardına geldi. 2000’li yılların hemen başında Yavuz Koçoğlu’yu kaybettik. Diyarbakır Cezaevi’nde uğradığı ağır işkencelerden dolayı sakat kalmış, ama onlara boyun eğmemişti Yavuz.

On yıla yakın bir cezaevinden dimdik çıkan, çıkmayı başaran Nurettin Basut arkadaşımızın yaşamını bir trafik kazasında yitirmesi hem büyük bir talihsizlik hem de acı veriydi. Oysa onun mücadeleye katacağı daha çok şey vardı.

Bozan Erdem, hayatını özgür mücadelesine adamış derviş bir kişiliğe sahipti. 2001 yılında Adana-Mersin karayolunda geçirdiği elim bir trafik kazasında eşi ve küçük kız çocuğuyla birlikte yaşamını yitirdi.

Cezaevi’nde uğradığı ağır işkencelerden dolayı erken yaşlarda yitirdiklerimizden biri de Edip Samancı’ydı. Uzun yıllar Edip’in öldüğüne kendimi alıştıramadım. Diyarbakır’da her bir köşeyi döndüğümde Edip'le karşılaşacağımı hayal ediyor, onu görmeyince de içimde bir sızı duyuyordum.

Çocukluktan arkadaşım ve mücadele yoldaşım Mahmut Yiğitel, 2006 yılının sonunda Kandil Nehri’nin azgın suyuna kapılarak boğuldu. Düşlerimi Süsleyen Şehir kitabımda ona ilişkin şunları yazdım:

‘Son on beş yirmi yılın mücadele gelgitinde idealizme, ideallere olan eğilimim arttı. Yani şimdi az materyalist daha çok idealistim.

Mesela insanın dik duruşuna çok önem veririm, yani omurgalı duruşa. Bu türden kişilikler azaldığı içindir belki de benim bu eğilimim.

Mesela mertlik, dobralık, cesaret gibi hasletleri çok özlüyorum, belki de bunlardan çevremde az bulduğum için. Erdem, ahlak, dürüstlük gibi kavramlar günümüz literatüründe silinmek üzere. Ama ben çok arıyorum.

Bir de şuna inanıyorum. Bu dünyada hiçbir şey boşa gitmiyor. Bugün değilse yarın, yarın değilse öbür gün, atılan tohum mutlaka yeşeriyor ve kendi çapında benzer değerlerin hanesine yazılıyor, katılıyor.

Bunu düşününce teselli oluyorum.

Ama yine de Mahmut’u çok özlüyorum.

Kürt davası dipsiz bir karanlıktan bu günlere taşınabildiyse eğer, bu Fehmi Demir ve yukarıda adını andığım ve anmadığım binlerce ve on binlerce insanın emeği sayesindedir. Kürt halkı, hayatlarını davaya adamış bu büyük insanları sonsuza dek sevgi ve saygıyla anacak.

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
ÖNE ÇIKANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 261 34 89