Hafta sonu Diyarbakır yeni bir dizi tabuyu kırdı geçti. Katılım, çoşku, anlam, hepsi birlikte şüphe yok ki, tarihte ve tarihi bir sayfa açtı.
Barzani'nin Kürdistan bayrağıyla karşılanması, Başbakan'ın dolu ve çoşkulu sokaklardan geçerek meydanda yaptığı pek çok mesaj içeren, 'Hep birlikte göreceğiz dağdakiler inecek, cezaevleri boşalacak' sözleri geçen Nevruz'un bir tür devamıydı.
Öcalan'ın mektubuna karşılık, Erdoğan'ın Barzani'yle desteklenmiş umut konuşması...
Teslim etmek gerek...
Erdoğan'ın Diyarbakır'da işe bugüne kadar görmezden geldiği Büyükşehir Belediyesi ziyaretiyle başlaması, bir kısım keskin BDP'li dışında Leyla Zana, Ahmet Türk, Sırrı Sakık gibi isimlerin verdiği destek ve heyette yer alması, Şivan Perwer faktörü, her yerde çınlayan Kürtçe, 'umuda ve çözüme yürüyüş resmi' gibiydi.
Kabul etmek gerekir ki, bu politik ve sosyolojik faktör, stratejik faktörü geride bıraktı. Ne KDP ve Türkiye arasındaki Rojava ittifakı, ne Barzani'nin Öcalan'ın önüne geçmesi gibi (bizim de altını çizdiğimiz) sorular öne çıkan konular olmadı. Ziyaretin ikinci gününde Barzani'nin Öcalan'ı anması, barış sürecine taraflara eşit mesafede durarak vurgu yapması, hedefin Kürtlerin birliği olduğunu söylemesi, Başbakan'ın Kürtleri ayıran bir dilden kaçınması bu açıdan dikkat çekiciydi.
Elbette 'bu tablo Kürt dünyasındaki KDP-PKK rekabetini ortadan kaldırmıyor. Rojava'daki PYD-PKK hakimiyetinin Barzani'de ve Türk devletinde oluşturduğu soru ve kaygıları da buharlaştırmıyor'.
Barış havası, barış beklentisi ve barış dili sadece bunlara galebe çaldı.
Önemli...
Barış süreci bir süredir 'tutulmaya' uğramıştı. Bunda başta AK Parti'nin tutturduğu 'kontrollü ve ağır' politikasının, Öcalan'ın dar alanının, Kandil'in zorlayıcı dili ve öne çıkışının etkileri olduğu açıktır.
Ancak bu tür süreçlerin inişleri ve çıkışlarının olması, seçimler gibi türlü dış faktörlerden etkilenmesi, taraflar arasındaki etkileşim mekanizmasıyla yoğrulması doğaldır.
Mesele ana hattın gözden kaybolmamasıdır.
Hafta sonu Diyarbakır buna bir kez daha işaret etti, üstelik insanıyla, sokağıyla...
Hafta sonu Diyarbakır aynı zamanda bölgeselleşen Kürt sorunu çerçevesinde Türkiye'nin duruşuna, bakışına, geçirdiği evrime işaret etti.
Diyarbakır'daki düğün havasını aslında bir süre önce çıkan demokratikleşme paketiyle birlikte değerlendirmek gerekir. Yeni bir toplumsal sözleşmenin ipuçları taşıyan bu paket, Diyarbakır'da canlı, kanlı bir görüntüye kavuştu.
Şüphe yok ki, 'asıl mesele bu düğün havasının gerçek nikaha, masaya oturmaya dönüşmesidir. Türkiye'nin Rojava bakışı, atılması gereken adımlardaki yavaşlık, binlerce KCK tutuklusu, yerel yönetimler meselesi ortadan kalkmış sorunlar değil.'
Ancak Tayyip Erdoğan'ın lehine şu iki noktanın altını özellikle çizmek gerekir.
-Mart seçimleri öncesi yaşanan Diyarbakır açılımı Güneydoğu bölgesi dışında oy ve tepki açısından risk taşıyan bir hamleydi. Erdoğan bunu göze alarak, iklimi demokratik açısından ısıtmayı bildi.
-Unutmamak gerekir ki (Kürtlerin ve mücadelelerinin hakkını teslim ederek) Türkiye ulusal ve bölgesel Kürt meselesine bakışta hangi aşamalardan geçtiyse bunların hepsini AK Parti iktidarı döneminde gerçekleştirdi.
Kürt sorunu açısından dünle bugün arasındaki fark umut ve umutsuzluk arasındaki farktır.
Dün umutsuzluğun hakim olduğu bu mesele bugün umutla tanımlanıyor.
O zaman meselenin özüne gelelim...
AK Parti'nin son dönemlerde otoriter dil üzerinden izlediği zor yol ve aldığı eleştiriler ortada. Gezi olayları sonrası bu konudaki algı içeride ve dışarıda hem pekişti hem yeni kutuplaşmaya yol açtı.
Hafta sonu görüntüsü ise bu imajdan oldukça farklıydı.
O zaman daha önce pek çok kez altını çizdiğimiz şu iddia yanlış olmaz:
Türkiye'yi yeniden demokratik iklime, siyasi iktidarı kimlikçi vurgulardan uzaklaşarak özgürlükçü geri dönüşe itecek tek konu, tek imkan, tek araç Kürt meselesidir.
Umarız seçim sonrası araç hızlanır.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.