• BIST 9790.46
  • Altın 2435.681
  • Dolar 32.5203
  • Euro 34.8906
  • İstanbul 16 °C
  • Diyarbakır 23 °C
  • Ankara 22 °C
  • İzmir 18 °C
  • Berlin 3 °C

Değişen Kürdistan Vizyonu

Bayram Bozyel

Lozan Antlaşması, Birinci Dünya Savaşı koşullarında ufukta beliren bağımsız Kürdistan tahayyülünün sonu oldu. 1919 Paris Barış Konferansı ve Lozan sonrası inşa edilen uluslararası düzen, Kürtlerin kaderini Kürdistan’ın birer parçasını elinde tutan ülkelerin insafına terk ederek onları kımıldayamaz hale getirdi.

Yüzyıl boyunca (Mahabad deneyimi hariç) Kürt ulusal özgürlük mücadelesi ilgili ülkelerdeki konjonktürel dalgalanmalara göre şekillendi. Kâh mücadele ve müzakere ile çoğu kez de yaşadıkları ülkelerdeki siyasi değişimlere bağlı olarak soluk aldıkları dönemler oldu, bazen de büyük kıyımlara uğradılar. Kürtlerin yüzü yaşadıkları ülkelerin başkentlerine dönük, oralarda sorunlarına yanıt verecek muhatap aradılar. Çözüm için, yan yana yaşadıkları ezen ulusun devrimci güçleriyle ittifak kurmak ve siyasi merkezleri çözüme ikna etmek büyük emekler harcadılar. Soğuk Savaş’ın bitimine kadar Kürt sorunu uluslararası düzeyde çok az karşılık buldu. Özellikle soğuk savaş döneminin güç dengeleri Kürt meselesini kalın bir şal gibi görünmez kılmıştı. Bu koşullar, doğal olarak Kürtlerin gelecek vizyonunu yaşadıkları ülke sınırları içindeki siyasi çözüm modelleriyle sınırlandırıyordu.

Soğuk Savaş’ın son bulması uluslararası arenada Kürtlere ilişkin sessizlik duvarının da sonu oldu. Birinci Körfez Savaşı’yla Güney Kürdistan’da elde edilen defacto özgürlük, bu yeni iklimin bir sonucuydu. Anacak yine de Güney Kürdistan, uluslararası düzeyde Kürtlere duyulan bir ilginin sonucu değil, ABD’nin bölgeye dönük hamlelerinin ortaya çıkardığı bir yan sonuçtu.

Güney Kürdistan, Kürtlere dayatılan yüzyıllık makus düzenin kırılmasında bir milat teşkil etse de son yıllara kadar Irak denilen siyasi yapının bir parçası olma vizyonunu aşamadı.

Denilebilir ki Kürtlerin özgürlük vizyonunda yeni bir sıçramaya neden olan IŞİD’in ortaya çıkışı oldu. IŞİD sadece Irak ve Suriye gibi siyasi yapıların sınırlarını anlamsızlaştırmakla kalmadı, bir anda Güney ve Güneybatı Kürdistan sınırlarını ortadan kaldırdı. Bu durum, Kürtlerin IŞİD’e karşı verdikleri insanüstü mücadele ile birleşince Kürt meselesi uluslararası platformda bir anda bir Kürdistan meselesine dönüştü. Bu açıdan IŞİD’in Kürt meselesindeki dönüştürücü etkisi ile bu meselesinin uluslararasılaşması aynı döneme denk gelmesi tesadüf değil.

25 Eylül 2017 bağımsızlık referandumu Kürt meselesi bağlamında sözü edilen bölgesel ve uluslararası gelişmelerden ayrı düşünülemez. Ancak daha sonra yaşananlar, Kürt meselesinin kazandığı yeni boyutlara karşın, bağımsız bir Kürdistan devleti için koşulların henüz yeterince olgunlaşmadığını da ortaya koydu.

Kürtlerin ruh dünyası doğal olarak Kürt meselesinde yaşanan gelişmelerden, iniş-çıkışlardan çok fazla etkileniyor. 25 Eylül bağımsızlık referandumu süreci ulusal coşkunun pike yaptığı bir dönemdi. O dönemde Kürtlerde ağır basan duygu artık “Kürt meselesinin Ankara, Tahran, Bağdat, Şam’da değil; Diyarbakır, Mahabad, Hewlêr ve Kamışlo’da çözüleceği” idi.

Ne var ki büyük anlamlar yüklenen o konjonktürün, olumlu gelişmelere işaret etse de, arzulanan kıvamda olmadığı çok geçmeden ortaya çıktı. Kürtler; Güney, Kuzey ve Kuzeybatı’da elde ettikleri mevzilerden de geri bir noktaya düştü. Kürtler, mevcudu korumak ve iyileştirmek için yollarını ayırmaya karar verdikleri siyasi merkezlerle yeniden uzlaşı arayışlarına döndüler.

Görünen o ki uluslararası sistem, Kürt meselesine ilişkin kör-sağır siyasetine son verse ve Kürtlere belli düzeyde bir sempati ve destek sunsa da, Ortadoğu’da statükodan henüz tümüyle vazgeçmemişti.

Kürdistan meselesinde iki boyut

Kürt siyasi aktörlerinin gelecek vizyonunu oluştururken Kürt meselesinde ciddiyetle göz önünde bulundurmaları gereken iki temel boyut var.

Birincisi; Son on-yirmi yılda yaşanan önemli gelişmelere rağmen, her parçadaki Kürtlerin kaderinin hala ve önemli oranda -tek başına değil- yaşadıkları ülkelerin siyasi süreçleriyle ilişkili olduğu bir gerçek. Geçen yüzyıldaki deneyimler gösteriyor ki her parçada Kürtlerin özgürlük mücadelesi yaşadıkları ülkelerin siyasi süreçleriyle yakın bir biçimde şekillenmiş, o ülkelerdeki siyasi gelişmelerden olumlu ya da olumsuz etkilenmiştir. Çok ciddi dış müdahale olasılıkları bir yana bırakılırsa, bu diyalektik ilişki bugün de geçerlidir. Kürtlerin sınırları içinde yaşadıkları ülkelerin siyasi aktörleriyle ilişki düzeyi, yan yana yaşadıkları halkların kamuoyunu etkileme ve o ülkelerdeki siyasi süreçlere katlım imkanları, siyasi durumun niteliği ve demokratik standartların düzeyi Kürtlerin mücadelesini önemli oranda etkileyen faktörler. Kürtler söz konusu rejimleri haklı talepleri için eşzamanlı olarak hem zorlayabilir hem de kamuoyunun desteğini almak yönünde girişimlerini sürdürebilir. Bu elbette zor ve meşakkatli bir yoldur, bunun kolay bir çözümü yoktur.

Son tahlilde ayrılıp bağımsız devlet kurmak kaçınılmaz olduğunda bile, bunun siyasi müzakereler ve barışçıl yöntemlerle olması Kürtlerin öncelikli tercihi olmalıdır.

İkincisi; Kürt siyasi aktörlerinin yapması gereken şey, her parçada yürüttükleri özgürlük mücadelesini bütüncül bir Kürdistan perspektifine oturtmalarıdır. Bunun bir nedeni hasım devletlerin Kürdistan’a parça düzeyinde değil bütünlüklü bir perspektif içinde bakmasıdır. Geçmiş Bağdat Paktı vb. deneyimler hasım devletlerin soruna bu çerçeveden baktıklarının örneğidir. IŞİD sonrası yaşanan gelişmeler bir yana, birkaç yıldır Türkiye’nin yaptığı tam da budur. Türkiye, son yıllarda izlediği Kürt karşıtı politikayı sadece kendi sınırları içindeki Kuzey ile sınırlı tutmuyor, aksine dört parçadaki Kürtleri kapsayan bir genişlikte saldırılarını sürdürüyor. Gelinen aşamada Türkiye için Suriye ya Irak Kürt meselesi bir dış sorun değil, kendi Kürt meselesinin bir devamı niteliğindedir. Türkiye’ye göre bütün bir Kürdistan meselesi var. Her bir parçada yaşanacak olumlu gelişme onun içindeki Kürt meselesini etkileyeceğinden, Türkiye, Kürtlerin her parçadaki kazanımlarını kendisi için bir tehdit olarak kodlamaktadır. Bu yaklaşımın İran için de geçerli olduğu açıktır.

Bu değerlendirmeden çıkan diğer bir ders de şudur. Tek tek parçalarda Kürtler önemli mevziler kazanabilir, hata Güney örneğinde olduğu gibi federe bir statüye de kavuşabilir. Ancak mevcut ağır kuşatılmışlık koşullarında bir ya da birden fazla Kürdistan parçası özgürleşmeden parça düzeyinde kesin ve kalıcı bir kazanımdan söz edilemez.*

Sonuç olarak; Kürtler her parçada mücadeleyi yükseltmek ve ulusal statü kazanmak için azami düzeyde bir mücadele yürütürken, aynı zamanda dört parçadaki Kürtlerin kaderlerinin birbirine bağlandığı gerçeğinden hareketle bu mücadeleyi bütünlüklü bir Kürdistan vizyonuna tabi kılmalıdırlar.

Dört parçadaki özgürlük mücadelesi için bütünlüklü bir Kürdistan stratejisi elzemdir.


*Bu konuyu Deng Dergisi 116. Sayıda “Kuşatmayı kırmak için” başlıklı makalemde ayrıntılı değerlendirdim.

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
ÖNE ÇIKANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 261 34 89