• BIST 9716.77
  • Altın 2427.694
  • Dolar 32.5699
  • Euro 35.0032
  • İstanbul 19 °C
  • Diyarbakır 19 °C
  • Ankara 24 °C
  • İzmir 20 °C
  • Berlin 9 °C

Başkanlık rejimine geçiş ilk kez bu kadar yakın

Ali Bayramoğlu

MHP lideri Devlet Bahçeli’nin birkaç gün önce yaptığı açıklama Türk siyasetinde kartların yeniden karılmasına yol açacak kritik bir eşiğe işaret ediyordu. Bahçeli, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın anayasal yetkilerini aşarak fiili bir başkan gibi davrandığını, bunun yanlış olduğunu, sorunun çözümü için halka başvurulması, başkanlık rejiminin referanduma götürülmesini gerektiğini söylüyordu. MHP lideri bununla kalmıyor, bugüne kadar ısrarlı bir parlamenter sistem savunucusu olmasına rağmen, “MHP’nin hassasiyetlerinin dikkate alınması” halinde başkanlık sistemine destek verebileceklerini ifade ediyordu. 

Türk siyasal sisteminin, tüm dengelerini değiştirecek, siyasi ittifakları etkileyecek ve temel sorunlarını yakından ilgilendiren bir durumla karşı karşıya olduğu muhakkak. 

2 Kasım’da Erdoğan iktidarı 14. yılını dolduracak. Bu süre içinde Erdoğan’ın öncelikleri siyasi konjonktürden etkilendiği kadar, siyasi gücü ve konumu oranında da değişti. Şüphe yok ki, son dönem itibarıyla bu önceliklerin en önemlisi başkanlık sistemine geçiş arayışıdır. Erdoğan başkanlık rejimi hülyasını iktidarının ilk yıllarından itibaren dile getirdi. Ancak, bu arayışının somut bir hedef haline gelmesi, Ağustos 2014’te cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra oldu.

1982 Anayasasının öngördüğü parlamenter düzen, siyasi olarak sorumluluk taşımayan cumhurbaşkanına sadece sembolik bir güç veriyor, yetki başbakanın ellerinde toplanıyordu. Erdoğan ise Türkiye’yi yönetme iddiasından vazgeçmiyor, halkın bu konuda kendisine işaret ettiği düşüncesini taşıyordu.

Bu hedefe kademeli olarak ilerledi. 2014 seçim kampanyasını bu çerçevede, farklı bir cumhurbaşkanı olacağını, siyasi icraattan uzak durmayacağını söyleyerek yürütmüştü. 2015 yılında yapılan genel seçimlerin öncesi ise hükümeti başkanlık sistemini öncelikli olarak savunmaya itmiş, ayrıca meydanlara çıkarak, kendi başına, bir “başkanlık rejimi kampanyası” sürdürmüştü. Parlamentoda temsil edilen dört siyasi partinin üçü parlamenter sistemden yana olduğu ve AKP de anayasal değişikliği yapmak ya da en azından referanduma götürmek için gereken sandalye sayısına ulaşamadığı için bu isteği gerçekleşmedi.

Ancak Erdoğan buna kendince bir çözüm üretti: Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesinin anayasanın ruhunu değiştirdiğini, metnin artık farklı yorumlanmasını gerektiğini söylüyordu. Fiili başkan gibi davranıyor, anayasal hükümleri, örneğin cumhurbaşkanının partiler karşısında tarafsız olması ilkesini önemsemiyor, partili bir başkan gibi hareket ediyor, AKP’nin parlamento grubuna hâkim oluyor ve icra gücü gibi davranıyordu.

Denebilir ki, son üç yılda Türk siyasetinin ana gündem maddelerinden birisini, anayasal koşulları zorlayan, ihlal eden, başkan gibi davranan bir cumhurbaşkanı pratiğinin yarattığı sorunlar, bu çerçevede yükselen eleştiriler, Başbakan Ahmet Davutoğlu ile Cumhurbaşkanı Erdoğan arasında yaşanan iktidar kavgası oluşturdu. 2016 mayısında başbakanlık görevini Davutoğlu’ndan devralan Binali Yıldırım’ın dönemi ise tüm itirazlara rağmen fiili bir başkanlık sisteminin adeta sıradanlaştığı bir evre olarak yaşanıyor.

MHP liderinin çıkışı işte bu koşullarda başkanlık dosyasının raftan indirilmesine yol açtı. Bahçeli’nin çıkışına AK Parti yönetimi hiç gecikmeden ocak ayı içinde yeni bir anayasa tasarısı, nisan ayında ise referandum yanıtıyla karşılık verdi.

Başkanlık sistemi 1876’dan bu yana parlamenter rejimle yönetilen Türkiye için ilk kez bu kadar yakın ve gerçekçi bir ihtimal haline geldi. Bu durum Türkiye’yi nereye götürür?

Her şeyden önce yeni bir siyasi atmosfere götürür. Ülkede adım adım yeni bir iktidar bloğu oluşmakta, yeni bir siyasi ittifak doğmaktadır. Bu ittifak ise Türkiye’ye milliyetçi ve devletçi dozun yükseleceği bir ortam vadetmektedir. Bunun ilk göstergesi, MHP’nin, ‘bizim hassasiyetlerimizi dikkate alan başkanlık rejimini, anayasal değişikliği destekleriz’ tavrıdır. MHP’nin anayasa hassasiyetleri aslında şu üç ön koşuldan oluşuyor:

  • Kürt meselesinin çözümü için özerklik, eyalet ya da bölge yönetimleri ile yerel yönetimlerin yetkilerinin artırılması gibi her tür âdemi merkeziyetçi formülün devre dışı bırakılması
  • Mevcut anayasanın vatandaşlığı “Türklük” bazında tanımlayan hükümlerinin korunması
  • Ana dil, ana dilde eğitim, bayrak ve benzeri ulusal simgelerin değişmemesi

Bu ön koşulların ortak noktası, Kürt sorununda barış, siyasi çözüm, taraflar arası müzakere gibi siyasi yollara tümüyle kapıyı kapatmasıdır. AKP, bu ön koşullardan rahatsızlık duymayacaktır. Erdoğan’ın başkanlık rejimine verdiği önem yanında, bir süredir Kürt meselesinde MHP’yle benzer bir tutum benimsemesiyle bu ittifakın kapılarını şimdiden açtığı söylenebilir.

Nitekim Erdoğan’ın Suriye ve Irak’ta izlediği müdahaleci politikaların önemli bir boyutunu Kürt meselesine yönelik hassasiyeti oluşturuyor. Suriye’de ve Irak’ta PKK-PYD’nin hareket alanını daraltmak, herhangi bir anda barış ya da görüşme masasında olmalarını engellenmek, Türkiye içinde ise askeri yöntem dışındaki arayışları dışlamak bu hassasiyetin unsurları olarak karşımızda bulunuyor.

Özetle, Orta Doğu’daki Kürt ilerlemesinin yarattığı bölünme ve küçülme endişesi AKP ve MHP ortaklığının, başkanlık rejimi şemsiyesi altında bir anlamda mayasını meydana getirmektedir. Asayiş mantığına oturan bir Kürt politikasından hareketle, özellikle devlet-toplum ilişkilerinde milliyetçi, devletçi, otoriter bir dalganın yükselmesi hiç şaşırtıcı olmayacaktır ve bu, deneyimle sabittir. 

Bir başka soru şudur: Başkanlık sistemine geçiş gerçekleşirse bunun siyasi anlamı ne olacaktır? Siyasi ve kurumsal dengeler nasıl değişecektir?

AKP’nin önereceği anayasa metni henüz belli değil. Bunula birlikte biliniyor ki, Erdoğan için başkanlık rejimi bugün itibarıyla fiili durumun ve uygulamaların kurumlaşmasını ifade etmektedir.

AKP’nin Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu’nun başkanlık sistemi tartışması sırasında, sarf ettiği “Zavallı Obama, bizdeki kadar bile yetkisi yok” sözleri halen akıllarda. İstenilen, ABD’dekine benzer katı bir kuvvetler ayrılığına dayanan bir başkanlık rejimi değil, tersine yasama ve yürütmenin başkana bağlı olduğu, yargının onun etkisi altında oluştuğu, özetle kuvvetlerin tek elde yoğunlaştığı, fiili bir kuvvetler birliği uygulamasına dayanan bir modeldir.

Başkanlık rejimi ihtimaliyle AKP 14. yılında üçüncü evresine doğru ilerliyor. “Reformculuk”tan “keyfi yönetim”e evrilen AKP politikaları bu kez otoriter bir istikrar modelini kurumlaştırma peşinde. Böyle bir tabloyu ülkenin taşımakta zorlanacağına Türkiye’yi derin tarihi bir sıkıntıya sokacağına hiç şüphe yok. (Al Monitor)

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
ÖNE ÇIKANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 261 34 89