• BIST 10891.42
  • Altın 2529.106
  • Dolar 32.8951
  • Euro 35.7068
  • İstanbul 22 °C
  • Diyarbakır 25 °C
  • Ankara 19 °C
  • İzmir 26 °C
  • Berlin 19 °C

Anadilsiz eğitim olmaz!

Fehim Işık

TZPKurdî (Kürt Dili ve Eğitimi Hareketi) geçtiğimiz günlerde anadilinde eğitim talebiyle okulların boykot edilmesini istedi. Görünen o, özellikle bölgede bu boykota geniş bir katılım olacak.

Referandumla birlikte tartışmaya başladığımız boykot olgusunun ilkine, referandum boykotuna sıcak bakmamış, doğru ve yerinde bir karar olarak değerlendirmemiştim. Ancak bu ikincisini, ‘Eğitim Boykotu’nu öyle değerlendirmiyorum. Bu boykot kararı aksine, Kürtlerin en ciddi sivil itaatsizlik eylemlerinden biridir.

Kuşku yok TZPKurdî’nin ‘Eğitim Boykotu’ kararı yerindedir ve desteklenmelidir. Nitekim talebin ve akabinde eylemin doğruluğu, yaşamda da yerini buldu. Dilbilimciler, insan hakları savunucuları, eğitim sendikaları, siyasi partiler, kültür kurumları, kısaca Türkiye’deki değişim yanlısı birçok kurum ve kuruluş TZPKurdî’nin ‘Eğitim Boykotu’ etkinliğini destekledi. Çünkü talep alabildiğine haklı ve meşrudur.

Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından yapılan tanımlamada, sağlığın, yalnız bedensel veya toplumsal değil, aynı zamanda ruhsal iyileşmeyi de barındırması gerektiği ifade edilir. Ruhsal iyileşmenin, diğer bir deyimle kişilik oluşumunun önemli etkenlerden biri ise dildir. Dil, bireyin ruhi şekillenmesinde, diğer bir deyimle kişilik oluşumunda da etkilidir. Psikologlar, dil bilimciler, dil ile kişilik oluşumu arasındaki temel bağı irdelerken, özellikle ana dil vurgusuna dikkat çekerler. Ana dil, bireyin fikir, dil ve kişilik yönünden gelişmesinde gerekli olan temel unsurlardan biridir. Anadilini toplum içinde rahatlıkla kullanabilen bir insan diğer şeyleri de daha kolay öğrenebiliyor. Bu bakış açısıyla irdelediğimizde, anadilin yalnız psikolojik boyutlarının değil, kişilik gelişiminin olumsuz etkilenmesinden kaynaklı sosyal ve toplumsal boyutlarının olduğunu da kolayca fark edebiliriz. Anadil sorununu ağırlıklı olarak yaşayan toplumlarda anadil sorununun büyüklüğü ile toplumsal sorunların büyüklüğü arasındaki ilişki de, hiç kuşku yok bu durumdan kaynaklanıyor.

Bu sorunla bağlantılı olarak anadilinde eğitim gören çocukla, başka bir dilde eğitim alan çocuğun gelişimindeki farkı Türkiye’deki mevcut durumu kıyaslayarak da gözlemek mümkün. Örneğin Türkiye’de Türkçe dışındaki dillerin eğitim sürecinde kullanılması Anayasa ve yasalarla yasaklanmış durumda. Bu durumdan kuşkusuz Türkler dışındaki her kesim etkileniyor. Olumsuz etkilenenlerin başında ise Kürt çocukları geliyor.

Örneğin Kürt çocukları evinde ilk öğrendiği dilin dışında, okula başlayıncaya kadar kendisine yabancı bir dille eğitime başlamak zorunda. Bu durum ciddi bir eşitsizliğe yol açmanın yanı sıra Kürt çocuğunun zihninde etkisi belki bir ömür boyu sürecek olumsuzlukların yaşanmasına da neden olabiliyor.

Kendi diline yabancılaştırılan, köklerinden koparılmaya başlanan çocuk en başta kendi kimliğine yabancılaşıyor. Bilim insanları kendi kimliğine yabancılaşmanın, dolayısıyla kendi bildiği, anasından, ailesinden öğrendiği bir dilin dışında eğitime başlamanın psikolojik travmalara yol açmadan toplumsal olaylarda suç oranının artışına kadar çok ciddi olumsuz etkilerinin olduğundan söz ederler.

Bu boyutuyla anadilinde eğitim gören çocukla, başka bir dilde eğitim alan çocuğun gelişiminde ortaya çıkan farkları irdelediğimizde; en başta çocuğun daha eğitimin başında öğrenme güçlüğü ile karşılaştığı, bu eşitsizliğin etkilerini ömür boyu taşıdığı, nitelikli eğitimden uzaklaştığı ve en nihayetinde toplumun sorunlu bireyi olmaya kadar gidebilecek bir sürece adım attığını söyleyebiliriz.

Kürt çocuklarının 21. yüzyılda bile anadillerinden yoksun bir şekilde eğitime başlamaları, kuşkusuz bir garabettir, kültürel soykırımdır. Anadili eğitimi tüm dünyada temel insan hakkı olarak kabul edilir. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde, kültür ve dil hakları temel insani haklar olarak algılanır. Birleşmiş Milletler Uluslararası Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesinin 27. maddesinde “Etnik ve dinsel azınlıkların yaşadığı ülkelerde, bu azınlıklara mensup bireyler, grubun diğer üyeleriyle birlikte kendi kültürlerini yaşamak, kendi dillerini ifade etmek veya kendi dillerini kullanmak haklarından mahrum edilemez.” yazılır. Türkiye açısından bağlayıcılığı olan Avrupa Birliği (AB) belgelerinde de, dil ve azınlık hakları açık anlatımlarla ele alınır. Örneğin Avrupa Güvenlik ve İşbirliği teşkilatı (AGİT) tarafından 1990’da Kopenhagen’da düzenlenen İnsani Boyut Konferansı belgesinde, dil kullanımı ile ilgili su görüşlere yer veriliyor: “Katılımcı devletler, ulusal azınlık gruplarına mensup olan kişilerin resmi dili veya devletin dillerini öğrenme ihtiyacının yanı sıra, kendi anadillerini öğrenmeleri ve kendi anadillerinde eğitim almalarını ve mümkün ve gerekli olan hallerde ve var olan hukuki mevzuata uygun şekilde, kamu otoriteleriyle iletişimlerinde kendi anadillerini kullanmalarını sağlamaya çalışacaklardır.” Oysa Kürt çocukları, altına imza atılan, benimsenen bazı uluslar arası sözleşmelere rağmen bu hakların tümünden halen yoksundurlar. Türkiye bu ayıptan bir an önce kurtulmalıdır. Türkiye’nin bu ayıptan kurtulması, toplumsal barışın inşasında da önemli bir rol oynayacaktır.

Geçmişin baskıcı faşizan ülkelerinin birçoğunda anadil yasakları, dil, kültür ve kimlik yasakları vardı. Toplumlar geliştikçe, demokratik yönetim anlayışı toplumsal ve sosyal dokuya egemen oldukça bu sorunlar da çözüm yoluna girdi, giriyor. Elbet sorunların tümden çözüldüğünü iddia etmek güç. Ama dünyadaki ülkelerin hiçbirinde de Türkiye benzeri sorunların yaşandığına inanmıyorum. Türkiye’de anadilinde eğitim talebine karşı halen ciddi tepkiler veriliyor. Türkiye’de her dilde eğitimi tartışabilirsiniz ama iş Kürt çocuklarının anadilinde eğitime gelince, tüm kapılar yüzünüze kapanır. TZPKurdî’nin ‘Eğitim Boykotu’ etkinliğine hükümet çevrelerinden sert tepkiler verilmesinin bir nedeni de budur.

Anadilinde eğitimle ilgili hiç kuşkusuz Türkiye dışında başka ülkelerde de sorunlar vardı. Belçika, Almanya, İtalya, İsviçre ve birçok ülke bu konuda sorunlu ülkelerdi. Ancak onlar sorunlarını çözmede ciddi ve etkin adımlar attılar. Türkiye ise hala sınıfta kalmaya devam ediyor. Diğer ülkelerde sorunlarını çözen ya da çözüm konusunda ciddi adımlar atan ülkelerin günümüzdeki uygulamalarını ise kısaca şöyle belirtmek mümkün. Örneğin Belçika’da kullanılırlılık bakımından dört dil bölgesi vardır. Bu dört dil bölgesinde nüfusun yoğunluğu ile bağlantılı olarak yerel ve ulusal dillerin, resmi kurumlarda, eğitimde, parlamento ve senatoda kullanımı önünde bir engel yoktur.  İtalya’da 25 farklı dil konuşulur. Bunlardan 12’si İtalyanca’nın lehçeleridir. Almanca, Ladince (Güney Tirol), Fransızca (Aostatal) ve Slowence (Triest) bölgesel resmi dillerdir. İlkokullarda ana dil, isteğe bağlı ama zorunludur. Ortaokullarda yerel dilde eğitim verilmesine yönelik düzenlemeler vardır. İsviçre’de bölgeler dil esasına göre ayrılmıştır. Öğrenciler bağlı oldukları kentteki sisteme tabi olur ve bölgenin egemen dilinde öğrenim görürler. Federal Almanya’da eyaletler birbirinden bağımsızdır. Her eyalet kendi yasalarını oluşturur. Ancak göçmenlerin yoğun olduğu Kuzey Ren Westfalya, Bremen, Hamburg, Berlin gibi eyaletlerde ana dil dersleri yoğun bir biçimde verilmektedir. Bu eyaletlerde ana dil dersi öğretmenlerini Eyalet Hükümeti tayin etmekte ve denetimini gerçekleştirmektedir. İsveç’te, evinde İsveççeden başka herhangi bir dili konuşan her anne ve babanın kendi çocuklarına anadilinin öğretilmesini isteme hakkı vardır. Belediyeler de bu hakkın gereklerini yerine getirmek zorundadır. Devlet İstatistik Bürosunun 2002–2003 öğretim yılı istatistiklerine göre, İsveç okullarında 138 ayrı dil konuşan öğrenci grupları var. Bu gruplardan 112’sine ayrı dilde anadili eğitimi veriliyor. Kürtçenin anadil dersi olarak verildiği ilk Avrupa ülkesi İsveç’tir. İsveç’te hem anadil eğitimi, hem de anadilde eğitim verilmektedir.

Bu örnekleri artırabiliriz. Ama bu boyutuyla esas görmek istediğimiz şudur; artık ülkelerin önemli bir bölümünde dilin ve kültürel hakların kullanımı diye bir sorunu ya yoktur ya da yok olmak üzeredir. Yani insanlar kendi dillerini ve kültürlerini, dilsel ve kültürel konum ve ağırlıklarıyla orantılı olarak özgürce yaşayabiliyorlar.

Tekrar eğitimin boykot edilmesi etkinliğine dönecek olursak; boykotu, başta da belirttiğim gibi ciddi bir sivil itaatsizlik eylemi olarak değerlendiriyorum. Bu itaatsizlik eylemi ne kadar yoğun katılımlı olursa, eminim etkileri de o kadar büyük olur. Ancak bir kaygımı da paylaşmadan geçmek istemiyorum. Bu tür etkinlikler, eylemler Kürtlerin tepkilerini gösterme bazında geliştirdikleri ciddi eylemliliklerdir. Bu ciddi eylemliliklere en geniş kesim tarafından katılım sağlanması kadar, bu eylemliliklerin yerinde ve etkin bir biçimde kullanılması da önemlidir. Örneğin bu sivil itaatsizlik eylemi gelenekselleştirilebilir. Her eğitim öğretim yılının başında hak talebi karşılanıncaya kadar sürdürülebilir. Bu nedenle boykot gibi etkin sivil itaatsizlik eylemleri yıl içinde eğitime başlangıç dönemi dışında gündeme gelmemeli; ancak sürekli bir eylemlilik tarzı benimsenerek hak talebi canlı tutulmalıdır. Örneğin bu eylemden makul bir süre sonra her kesim ve çevreyle, sivil toplum örgütleriyle, eğitim sendikalarıyla, partilerle görüşülerek etkin merkezi mitingler de yapılabilir. Geçtiğimiz yıllarda Diyarbakır’da Kürtçe sokak dersleri verildi. Bu türden eylemler süreklileştirilebilir ve yalnız Diyarbakır’da değil birçok ilde, merkezi yerlerde açık hava dersleri biçiminde Kürtçe dersler verilebilir. Önemli bir durum ise anadilinde eğitim talebinin Türkiye’de yalnızca Kürtlerle sınırlı kalmasının önüne geçilmesidir. Türkiye’de bu haktan mahrum en geniş kesim Kürtlerdir. Ancak Kürtler dışında Araplar, Lazlar, Çerkezler ve diğer halklara mensup insanlar da anadilinde eğitim hakkından yoksundurlar. Bu talebi yaygınlaştırmak, Kürtler dışındaki kesimlerin de bu sürece katılmasını sağlamak önemlidir.

Kuşkusuz bu süreç uzun erimli bir mücadeleyi gerektiriyor. Buna rağmen Kürtlerin anadilinde eğitim taleplerinin somut bir tabloya kavuşmasında ciddi yararlar vardır. Her şeyden önce Türkiye toplumunun çok dilli ve çok kültürlü yapısı anayasada belirgin bir biçimde yer almalı ve yasalar bu temelde yeniden düzenlenmelidir, Kürtçe, en azından eğitim dili olarak kabul edilmeli, Kürt dili ve diğer ulusal azınlık dilleri eğitim-öğretim dili olarak yasallaştırılmalı, anadilinde eğitim önündeki engeller kaldırılmalı, Kürtçe başta olmak üzere tüm dillerin üniversiteler, diğer okullar, mahkemeler, resmi kurumlar ve basında özgürce kullanımı sağlanmalı ve hakların kullanımı yasal güvenceye alınmalıdır.

  • Yorumlar 4
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Yazarın Diğer Yazıları
    ÖNE ÇIKANLAR
    Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
    Tel : 0532 261 34 89