• BIST 9915.62
  • Altın 2440.177
  • Dolar 32.4575
  • Euro 34.7559
  • İstanbul 17 °C
  • Diyarbakır 21 °C
  • Ankara 20 °C
  • İzmir 18 °C
  • Berlin 12 °C

ÖSP, HDK’de niçin yer almadıklarını açıkladı

ÖSP, HDK’de niçin yer almadıklarını açıkladı
ÖSP Genel Başkan Yardımcısı Aziz Mahmut Ak, partilerinin HDK’de niçin yer almadığını açıkladı.

Halkların Demokratik Kongresi (HDK) adıyla örgütlenen Türkiyeli ve Kurdistanlı sosyalistler önümüzdeki günlerde Halkların Demokratik Partisi (HDP) adı ile partileşmeye hazırlanıyorlar. Bu yapılanmada örgütlü Kürt siyasal partilerinden bir tek BDP aktif olarak yer alıyor. HDK’ye BDP dışındaki Kürt siyasal partileri katılmadı. Kürt siyasal partileri arasında sol kimliği nedeniyle HDK’ye ve tabi HDP’ye niçin katılmadığı en çok merak edilen partilerden biri de Özgürlük ve Sosyalizm Partisi. (ÖSP)

ÖSP Genel Başkan Yardımcısı Aziz Mahmut Ak, partilerinin HDK’de niçin yer almadığını haftalık Newroz gazetesinin 12 Ekim günü yayınlanan sayısında yer alan makalesinde değerlendirdi.

Ak makalesinde, “ÖSP olarak bizim için Türkiye solu herhangi bir ülkenin solu değildir; bu nedenle bu kesime yönelik olarak gerçekçi temellerde bir ittifak politikamız olmaya devam edecektir. Türkiye solu ile güç birliği platformlarına her halükarda karşı çıkmak gibi katı bir tavrımız olamaz. Dahası, Türkiye solunun Kemalizm’in ideolojik kuşatmasından kendini sıyırabilmiş, ‘Misak-ı Milli’ amentüsünü aşabilmiş kesimleriyle değişik güç ve eylem birliği platformlarında bir araya gelmeye açık olacağız. Ama bugünkü koşullarda ‘kongre’ gibi çok ileri düzeyde beraberliği ifade eden bir örgütlenmede değil,” dedikten sonra, “Neden?” diyerek sorduğu sorunun cevabını kendisi veriyor.

Ak, “Asıl Kürdistan’da kongreye ihtiyaç var” başlığı ile Newroz gazetesinde kaleme aldığı makalesinde HDK ile ilgili şu görüşlere yer veriyor: 

Asıl Kürdistan’da kongreye ihtiyaç var

Yaşamı, tarih yazmaya aday süreli toplumsal gelişmeleri çoğu zaman ideolojik kalıplarla, daha doğrusu bu kalıpların ezberi ya da yüzeysel algılamalarıyla izah etmek güçtür. Sığ algı ve ezber, söylediklerinin altında bambaşka niyetler taşıyanlar tarafından kullanılmaya müsait olduğu gibi, en art niyetsiz olanı bile tarihin akışına yön verebilme kapasitemizi düşürür, bizi olup bitenin birer izleyicisi durumuna getirir. Bu nedenledir ki, söylediklerimiz ile gerçekte yaşananlar, politik hedeflerimiz ile gerçek toplumsal ihtiyaçlar arasındaki mesafenin oranı bizi etkili bir aktör düzeyine de çıkarabilir, figüranlığa razı konuma da geriletebilir. Söylediklerimizin, mesajlarımızın tarihin o anında ve toplum gerçeğinde bir karşılığı varsa toplumsal ilerlemenin bir yönlendiricisi, aksi durumda artçısı oluruz. Bu yüzden, hayat başka akarken bizim ayrı akıp verimsiz hale gelmememiz için en doğrusu ideolojik izahların damıtılmış mantığını kavramak ve toplumsal ilerlemenin diyalektiğini bilince çıkarmaktır.

İnsanlığın sosyal devrimler alanında yaşadığı durgunluk ve buna paralel olarak küresel sermayenin yeni toplum mühendisliğinin yarattığı atmosfer, ulusçu fikirlerin ve ulusal çatışmaların yeniden öne çıkmasını beraberinde getirdi. Sömürgelerin ve diğer ezilen ulusların kendi sorunlarına çözüm şansı yakaladıkları iki paylaşım savaşının yarattığı ortamlardan faydalanamayan, ardından soğuk savaş döneminin ne kapitalist ne de sosyalist sisteminden kayda değer bir soluklanma desteği görememiş olan Kürt ulusu, oluşan yeni konjonktürü bir daha ele geçmesi zor bir fırsat olarak değerlendirmek istiyor. 

Kürtler süreci lehlerine çevirmek istiyor

Emperyalist güçlerin Ortadoğu’da iktidarları ve sınırları değişime zorlayan yeni girişimleri Arap coğrafyasında taşları yerinden oynatırken, Kürt halkı da epey gecikilmiş ulusal hak kazanımlarıyla süreci lehine çevirme telaşında. Güney’deki Kürdistan Federe Hükümeti, Batı Kürdistan’da şimdi yaşanmakta olan ve bu parçada da bir siyasal statüye kapıyı aralayan yeni süreç, bu telaşın hiç de anlamsız olmadığını gösteriyor. Aynı müdahaleci büyük güçlerin ve bölgedeki sömürgeci devletlerin Kürt ulusunun doğal gelişim seyrinin önüne barajlar çekerek yaşattıkları asırlık kayıpların tamamını telafi etmek zor olsa da, en azından bundan ötesini ulus olarak özgürleşme yönünde değerlendirmek isteyen Kürdistan siyasal öncüleri, yeni yol haritalarını günümüz bölgesel ve küresel gerçeklerine uygun hazırlama çabasındalar.

Yeni yol haritasının özgünlüğü, Kürdistan’a özgü ayrı bir hikayenin/tarihin yazımını da beraberinde getiriyor. Hedefe ulaşma yolunda siyasetin realize edilmesi, yani özgürlüğe erişim gücünün seviyesinden kaynaklı olarak bugün yakın vadeli çözüm için egemen ulusla eşit koşullu birlik iktidarının (federasyon) hedefleniyor olması bu gerçeği değiştirmez.

Sosyo-politik tablonun özeti bu iken, BDP ve Türkiye solunun bazı kesimleri Halkların Demokratik Kongresi (HDK) adlı bir örgütsel yapılanmaya adım attılar. Yapılanmanın zemini sol olunca, doğal olarak hem içindekiler hem dışındakiler tarafından Özgürlük ve Sosyalizm Partisi’nin de neden burada yer almadığı sıkça sorulmaya başlandı. Değişik ortak platformlarda sözlü olarak ve bazı röportajlarda tek soruya verilmiş paragraflık yanıt olarak konu hakkındaki yaklaşımımızı kısmen ortaya koyduk aslında. Ama demek ki yetmedi, burada bir kez daha görüş ve yaklaşımımızı özetleyelim. 

Kongreler doğru zamanda örgütlenmelidir

En başta belirtelim; bir kuruluşu ya da icraatı tamamen yanlış görmek ile söz konusu kuruluşu ya da icraatı mekan ve zaman açısından yanlış görmek farklı şeylerdir. En güzel dileği ifade etmek için dile getirilen en güzel söz bile yerinde ve zamanında söylenmediğinde sadece atmosfere karışan bir sese dönüşebilir, hatta bazen beklenmeyen bir zarara bile yol açabilir. “Gözünüz aydın” güzel bir dilek ifadesidir ve bu söylem kendi başına herkes için güzeldir, ama bu söylemi bir yas evinde kullanırsanız yersiz, zamansız ve hatta zararlı hale getirirsiniz. (Bu örnek, bir siyasal oluşuma yaklaşımı izah etmede biraz abartılı gelebilir, ama gayemiz düşüncemizi ifade etmek için seçtiğimiz vurguların tam anlaşılabilmesidir.) Dolayısıyla, bir genel doğruyu uygulamada zaman ve mekan koşullarını iyi hesaplamak, birlik konusunda ideolojik kalıpların sığ algılamalarını aşacak bir kapasiteyi yakalamak lazım.

ÖSP olarak bizim için Türkiye solu herhangi bir ülkenin solu değildir; bu nedenle bu kesime yönelik olarak gerçekçi temellerde bir ittifak politikamız olmaya devam edecektir. Türkiye solu ile güç birliği platformlarına her halükarda karşı çıkmak gibi katı bir tavrımız olamaz. Dahası, Türkiye solunun Kemalizm’in ideolojik kuşatmasından kendini sıyırabilmiş, ‘Misak-ı Milli’ amentüsünü aşabilmiş kesimleriyle değişik güç ve eylem birliği platformlarında bir araya gelmeye açık olacağız. Ama bugünkü koşullarda “kongre” gibi çok ileri düzeyde beraberliği ifade eden bir örgütlenmede değil. Neden?

1- Giriş paragraflarında özetlenen sosyo-politik tablo, Kürdistan ve Türkiye halkları için iki farklı kulvar, iki farklı gelişim süreci ve dolayısıyla iki ayrı devrim tarihi yazımını beraberinde getirmiştir. Bu nedenle ittifaklar politikamızın iki ülke için iki ayrı yaklaşımı olmak durumdadır. Kürdistan ulusal özgürlük devriminin ivediliği ve öne çıkardığı birlik ihtiyacı nedeniyle ittifaklardaki stratejik önceliğimiz Kürdistan’daki ittifaktır. Bir kongre gerekiyorsa eğer, asıl şimdi Kürdistan Ulusal Kongresi’ni örgütlemek daha acil ve daha gerçekçidir.

2- Adı “Halklar Kongresi” olsa da, bugünkü koşullarda halklardan Kürt halkının mücadelesi asıl muharrik ve belirleyendir. Türkiye’de toplum bir devrimci dalga estirmemekte, hatta şimdilik bir devrim durumunun uzağındadır. Yani terazinin iki kefesinden biri yukarıda, biri tam aşağıda bir görüntü var. Ve bu durumda –BDP’nin belirleyici varlığının da etkisiyle- bu kongrenin doğal olarak asıl odaklanacağı sorun Kürdistan sorunu olacaktır. Ancak sorun tam da bu noktada çıkıyor: Kongrenin içindeki en büyük hareket bu sorunun çözümünün bir öznesi, Türkiye solu ise çözümün destekçisi pozisyonundadır. Özne ile destekçi, gerçekçi birlik türlerinde, farklı güç ve eylem beraberliklerinde elbette ortak hareket kabiliyeti yakalayabilir -ki insanlığın mücadele tarihi bu konuda çok sayıda örneği bize sunmuştur-, fakat birleşik devrim ve ortak iktidar amacı gerektiren “kongre” gibi ileri düzeyde bir birlik örgütlenmesinde nasıl bir senkronize hareket kabiliyeti yakalayacakları, doğrusu merak konusudur. Pek görülmüş bir şey değildir, umarım bunu başarırlar da insanlığın mücadele tarihinde örnek bir katkıya da kendileri imza atarlar. Dolayısıyla, şimdilik faaliyetinin düzeyi düşük olduğu için pek açığa çıkmayan bu sorunun yakın vadede kendini göstermesi ihtimali büyüktür. Bu durumda ya “kongre” sadece adıyla kongre olarak kalacak, ya da adıyla içeriğiyle format değişikliğine gitmek zorunda kalacaktır.

3- Yine katılımcıların ülkesel pozisyon farklılıklarının düşündürdüğü bir sorun daha var. Yakın vadede Kürdistan’da devrimci gelişmeler beklenirken, Türkiye’de bir sürprizle böylesi gelişmeler gündeme gelmediği takdirde, besbelli ki Kürt halkı statü talebini egemen kapitalist iktidarla pazarlık edecek. Pazarlıkta başarabilirse, egemen ulusun da sosyal devrimini bekleme lüksüne kapılmadan, o anki mevcut Türkiye iktidarıyla yan yana yaşam projesine birlikte imza atacak, yani anlaşma yoluna gidecektir. Bu durumda kongrenin Türkiye bileşenleri ne yapacak? Anlaşmayı “kongre” olarak imzalayıp, statü hakkını elde etmiş ‘kapitalist’ Kürdistan yönetimi ile birlikte kalmaya devam mı edecekler, yoksa kongreyi dağıtma yoluna mı gidecekler? Eğer böylesi bir durumda dağıtacakları bir örgütlenme ise şimdiden adını “kongre” koymazlarsa iyi ederler, çünkü yakın vadede ezilen ulusun kısmi veya kapsamlı iktidarı görünüyor ama ezilen sınıfın iktidarı görünmüyor. Ezilen ulusun sosyalistleri olarak bizim, bu süreçte asıl devrimci değişim alanı olan Kürdistan’daki her tür değişimde üstleneceğimiz roller/görevler var ve ÖSP programını ulusal-sosyal yaşamdaki değişimlere uygun sürekli realize etme görevimizi aksatmamaya çalışacağız. Ancak Türkiyeli sosyalistlerin bu güçlü olasılığı enine-boyuna hesapladıkları söylenemez.

4- Güney Kürdistan’daki federasyonun oluşmasında Bağdat’ın, bugün Batı Kürdistan’ın statü elde etme sürecinde de Şam’ın yaşadığı güç kaybı, sonuca gitmede ciddi etken oldu. Anlaşılıyor ki Kuzey Kürdistan’ın statü elde etmesinde de Ankara’nın ya ciddi zihniyet ve anayasa değişikliğine ikna olması ya da ciddi güç kaybına uğraması gerekecek. Ve mevcut birlikteliğin yapabileceği en gerçekçi iş, kitlesel bir tazyikle, Kürt ulusuyla iktidarı paylaşması amacıyla zihniyet ve köklü anayasa değişikliği için Ankara üzerinde etkili olmak ya da ciddi güç kaybına uğratmaktır. Bu da az bir şey değil elbette. Ama bunun için kongre gibi uzun vadeli ortak hedefler gerektiren bir örgütlenmeye gerek yok, daha gerçekçi ve daha esnek güç-eylem birlikleriyle de bu görev yerine getirilebilir.

Kaynak: Haber Kaynağı
  • Yorumlar 4
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Diğer Haberler
    ÖNE ÇIKANLAR
    Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
    Tel : 0532 261 34 89