• BIST 10273.47
  • Altın 2401.823
  • Dolar 32.2594
  • Euro 34.6419
  • İstanbul 23 °C
  • Diyarbakır 21 °C
  • Ankara 23 °C
  • İzmir 28 °C
  • Berlin 19 °C

Orhan Miroğlu: ‘Demokratik özerklik’ için yüz bin insanın ölmesi gerekmiyor'

Orhan Miroğlu: ‘Demokratik özerklik’ için yüz bin insanın ölmesi gerekmiyor'
Taraf gazetesi yazarı Orhan Miroğlu, Siyasi gündem ve Kürt sorunu ilgili soruları yanıtladı.

Yazar Orhan Miroğlu, AgendaKurd.com'un siyasi gündem ve Kürt sorunu ilgili soruları yanıtladı.

Arka plan Kürt illegal örgütlerinin Kürt legal siyasetindeki rolü nedir?

- Kuşkusuz belirleyici bir rolleri var. Legal alan, mücadelelerin tarih sahnesine çıktığı yıllardan başlayarak, hep engelli ve kapalı olduğu için, illegalite faaliyetleri, siyasi hayat içinde her zaman güven duyulan ve itibar edilen bir faaliyet oldu. DDKO’nun 70’li yıllarda kurulmasıyla beraber, durum biraz değişmiş olsa da, 1974 affından sonra tahliye olan Kürt aydınlarının çoğu, yeni illegal örgütler kurdular. TKSP, KİP (DDKD), PKK ve diğerleri. TKSP geleneği ve diğer irili ufaklı Kürt örgütleri gurupsal seviyeye inmiş olsa da hala faaliyetlerini sürdürmekte. PKK’nin ise, onu siyasi olarak olumlayan kitleler nezdinde, adeta dokunulmaz ve kutsallaştırılmış bir konumu var. PKK, hareketin savunduğu siyasi programın silahlı mücadele öncelikli olması nedeniyle faaliyetlerini illegal olarak sürdürüyor. PSK’nin yoluna illegalite temelinde devam etmesi için kanaatim göre Türkiye’de herhangi bir sebep kalmadı. Bu partiyi Türkiye’de ve Avrupa’da destekleyen insanların yasa dışı bir faaliyeti söz konusu değil. Federasyonu savunmak ve bunun için demokratik, meşru alanlarda mücadele vermek, suç sayılmıyor artık. Ama PKK için aynı şeyi söylemek zor. Bir gerilla hareketi olarak sürüyor. Ama yarattığı siyasallaşma, bugün artık silahlı gücünden çok daha önemli. Silahlı mücadele, Kürt toplumuna yirmi yıl öncesine göre, siyasi manada herhangi bir heyecan vermiyor; halkı artık Diyarbakır belediye başkanlığının kazanılması, bu şehirden ve başka şehirlerden parlamentoya giden milletvekili sayısı heyecanlandırıyor. Güney Kürdistan başta olmak üzere Kürtlerarası ilişkiler, temaslar, Suriye’nin geleceği heyecanlandırıyor. Halk geçmişin hatırına illegaliteye ‘hürmet’ ediyor, ama aslına bakarsanız karanlıkta fısıldaşanlar misali, halk içten içe, olup biteni de sorguluyor. İllegalitenin ve buna karar veren birkaç kişinin, Kürt toplumunu siyasi manada yönetmeye yetersiz kaldığını, bir çok vahim hataya illegalitenin dokunulmazlığı adına suskun kalındığını biliyor ve görüyor. Kürt hareketinin dağlardan yönetilemeyeceğini 2000’li yıllarda Radikal 2’ye yazdığımda, epey eleştiriye uğramıştım. Çünkü hem DEHAP’ta Genel Başkan Yrd. olmak, hem de, adı ‘Silahları Gömmek’ olan makaleler yazmak, silahlı mücadelenin ve illegalitenin miadını doldurduğunu yazmak, itiraf etmek gerekirse birbiriyle uyumlu görünmüyordu.

Kürtlerin siyasal aladaki başarısı, siyasallaşmanın öne çıkması; ama bu siyasallaşmanın kendi ‘özerk’ siyasi aktörlerinden yoksun olması, siyasi rollerin çoğu kez birbirine karışması, sivil bir aktörün mesela Karayılan’ın dahi söylerken bin kez düşüneceği şeyi rahatlıkla söyleyivermesi, illegaliteyi her geçen gün biraz daha zorluyor. Dahası, Legal ve illegal mücadele alanlarında alışılagelmiş bir hukuksuzluğun artık süremeyeceğini gösteriyor. İllegalitenin her türlü istihbarat faaliyetlerine açık olması, devletin, çoğu kez normal bir istihbarat faaliyetinin dışına çıkarak, hareketi yönetme v kontrol altına alma gücüne ulaşması ise bir başka sorun. KCK operasyonlarında MİT’in faaliyetlerinin vardığı aşama gerçekten de çok vahim. Türk medyası konuyu, ‘KCK içindeki PKK’ diye tarif etti ki, buna katılır katılmazsınız, ama bir gerçeği ortaya koyduğunu da kabul etmek zorundasınız. 

Legal – illegal Kürt siyasi örgütleri ne kadar demokratik?

- İllegalitede demokratiklik aramak mümkün değil. Ama legal alanın da illegal alan tarafından belirlendiği bir mücadele geleneğinde de , aynı şekilde, demokratiklik aramak çok gerçekçi değil. Bu manada yarı-özerk bir yapılanma dahi mümkün olamamıştır. Güçlü bir hareket olarak, BDP geleneğinden gelen partilerin hiç birinde yasama meclisi, yani kararların alındığı ve uygulandığı meclis o partilerin meclisleri( PM) olmadı hiçbir zaman. Bu partilerin, çarşaf listeyle seçime girdiği kongrelerin sayısı bir-ikiyi geçmez.Delegeler çoğu zaman kongrelere geldiğinde her şeyi zaten belirlemişsiniz, bizi de onaylamak için çağırmışsınız’ diye sitemde bulunurlardı. Genel Başkan belli, PM üyeleri belli..Kongreler böylesi ortamlarda olurdu. Bütün bunlar ‘geçtiğimiz sürecin hassas’ olmasıyla açıklanırdı. Durumun diğer Kürt partilerinde de farklı olduğu söylenemez. KADEP’te, HAK-PAR’da bundan fazla bir şey olmadı. Birincisi, Şerafettin Elçinin özel siyasi arzuları için kurulmuş bir parti olmanın ötesine geçemedi. İkincisi, başlangıçta bir koalisyon olarak kurulmuştu, şimdi sanki biraz daha homojen. Geleneksel olarak da başa dönülmüş gibi görünüyor ve Kemal Burkay’ın kısa süre sonra partinin başına geçeceği söyleniyor. Burada Kürt sivil toplum örgütlerinin de içsel demokrasiyi çok ta benimsemediklerini, ve siyasetin bu havasının onları da az çok etkilediğini ayrıca hatırlamak gerekir. 

Kürt örgütlerinde lider kültü ne kadar belirleyici, bunun yansımaları?

- Güçlü örgütlerden bahsedeceksek, bu örgütlerin belirgin bir lider kültüyle yola devam ettiklerini söyleyebiliriz. Mesut Barzani, Celal Talabani ve Abdullah Öcalan..

Aslına bakarsanız, Mesut Barzani, ve Celal Talabani’yi bir lider kültü içine yerleştirmek çok doğru olmayabilir, bu liderler Kürdistan’da mücadeleyle kanıtlanmış bir geçmişe sahipler. Kürtler bir zamanların peşmergeleri olan ve dağlarda yaşayan Mam Celal ve Kak Mesut’a saygı duydukları gibi, bugünün takım elbiseli, kravatlı Irak Cumhurbaşkanı Mam Celal ve Federal Kürdistan’ın lideri Kak Mesut’a da aynı oranda saygı duymaktadırlar. YNK üç-dört yıl önce Neşirvan Mustafa’nın önderliğinde bölündüğünde tek damla kan akmadı. Lider kültünün önde olduğu bir hareket bölündüğünde her şey bu kadar normal yaşanmaz. PKK’de ise lider kültü bilinen sebeplerden ötürü çok hakim. Öcalan’ın siyasi kişiliğinin bu lider kültüne her zaman ihtiyaç duyan bir kişilik olduğunu söyleyebiliriz. Aslında PKK gibi bir örgütlenme-Leninist/Stalinist- her zaman için lider kültüne ihtiyaç duyar. Kararlar bu liderden geçer. Sorgulanamaz ve eleştirilemez. Sistemin ayakta kalması için her türlü tasarrufu sonuna kadar kullanma yetkisi vardır. Mesela bizler birer KCK yurttaşı olarak kabul ediliyoruz. Ve yurttaş olarak yaşadığımız bütün ihtilaflarda son sözü söyleyecek olan Öcalan’dır. Öte yandan, PKK’de, iç muhalefet teşebbüsleri ve iç mücadelelerin tarihi bambaşka bir seyir izlemiştir. Çok acı veren süreçler söz konusudur. Hem demokratikleşme hem de lider kültünün otoriterleşmesi, sivil toplumun ve aydın hareketinin yeteri kadar güçlü olmamasıyla yakından ilgilidir. Ne kadar sivil toplum ve aydın, o kadar normal lider.. 

Mevcut Kürt siyasi örgütlerinin güç birliğine girmesinin önündeki engeller nelerdir, nasıl aşılabilir?

- Kürtler’ in içinde yaşadıkları devletlerin farklı siyasal süreçleri ve yönetim şekilleri varç. Kürt partilerin bu siyasal süreçlerin dayatıcı koşullarını hesaba katarak siyaset yapmak zorunda kalmaları, önemli bir engel. İdeolojik ve sınıfsal tercihlerin ve nedenlerin doğurduğu sebepler ise başka bir engel. Geçen yüzyılın saf ulusal birlik ve dayanışma hayallerini bu yüzyılda gerçeğe dönüştürmek mümkün değil. Ulusal Birlik ve Ulusal Cepheler çağı kapandı artık. Ne Kürt toplumu yüzyıl öncesinin toplumu, ne KDP 1960’lı yılların KDP’si, ne de PKK eski PKK. Her şey çok değişti, çünkü dünya ve Ortadoğu değişti, Kürt toplumunun sosyolojisi, değişti. Bir ulusu meydana getiren insanların çıkarları ve talepleri arasında büyük farklılıklar var. Dünyada ve Türkiye’de, Ortadoğu’da siyaset yapma tarzı ulusal olmaktan geçmiyor. Demokratik ve çağa uygun mücadele araç ve yöntemlerini uygulamaktan geçiyor. Bu yeni dünyada ve yeni sosyolojide ütopik bir takım ulusal birlik hayallerine yer yok, gerek de yok. Kürtler’in karşısında bugün ortak hareket eden bir ‘ulusal düşman’ da yok. PKK’yle mücadele eden Türkiye ile Güney Kürdistanı büyük bir şantiyeye çeviren, Hewler’i, Süleymaniye’yi mekansal olarak bölen ve bir ülkeyi yeniden inşa eden Türkiye, aynı Türkiye. Peki Kürtleri toplu katliamlardan geçiren Suriye ve PKK ‘yle İttifak eden Suriye de aynı Suriye değil midir? Ulusal birlik ve dayanışmadan, güç birliğinden amaçlanan şey, eğer büyük Kürdistan hayali ise, bu hayalin gerçek olabileceği bir siyasi süreç içinde olmadığımızı görmemiz gerekiyor. Kaldı ki Kürt mücadelesi açısından, son yüzyılın tarihine bakıldığında, hiçbir Kürt partisinin büyük Kürdistan hayaline bağlı kalmadığına, bu hayalden epey özerk kalabilmiş bir mücadele tarihine sahip olduğu da bir sır değil. Bütün bu faktörlere bir de, Kürt partilerin şimdi durulmuş olsa da beş on yıl öncesine kadar, kendi aralarında sürdürdükleri kanlı mücadeleleri de ekleyin. Geçmişte hiçbir şey olmamış gibi davranarak, birlik filan gerçekleşmez. Bugün Kürt siyasi partileri arasında olabilecek en önemli şey, kimsenin kimsenin iç işlerine karışmamasıdır, yani barışçıl ve farklı olabilecek çıkarlara saygı göstermektir. KDP geleneksel olarak bu ilkeye az çok uyan bir partidir.

Ama ya PKK?

Suriye, İran ve Irak’ta da güçlenmek için, ve buradaki Kürtler’in iç işlerine müdahale etmek için PKK’nin büyük bir isteği var. İmralı’da Öcalan’ın kendisini sorgulayan generallere Güney Kürdistan’ı durdurmayı, Güney Kürdistan’dan kopup gelecek ve ‘Türkiye kıyılarını dövecek Kürt Milliyetçi dalgasını’ beraber önlemeyi teklif ettiğini unutarak ( merak edenler, Cengiz Kapmaz’ın kaleme aldığı Öcalan’ın İmralı Günleri’ adlı kitaba bakabilirler) neyin ulusal birliği kurulacak? Böyle bir ulusal birlik Kürtler’den uzak olsun bence daha iyi. Kemalistlerin 1921 anayasasında vaat edilen ve hiçbir zaman hayata geçmemiş Kürdistan’a otonomi vaadi, ne kadar taktik idiyse, bugünlerde PKK adına tedavüle sokulan ulusal birlik fikri de o kadar taktiktir. Kürt aydınlarının ve Kürt sivil toplumunun PKK’ye ‘ulusal politikalar ‘ ve Ortadoğu’nun gelecekteki en az çeyrek yüzyılı itibariyle Kürtlerin ulusal çıkarları bakımından yeniden incelemeleri ve bu hareketin geçmişini gözden geçirmeleri gerekir. Geçmişte hiçbir şey olmamış gibi davranmak ise, siyasetin en kötüsüdür; çünkü samimiyetsizlik, güvensizlik üretmekten başka bir şeye yaramaz.

Kürt sorununun çözümünde Öcalan ve Burkay'ın rolü ne kadar belirleyicidir? Sorunun çözümünde muhataplık sorunu var mıdır?

- Türkiye görebildiğim kadarıyla çözüm için muhataplık fikrinden her geçen gün biraz daha uzaklaşıyor. PKK’yle sonuna kadar savaşma tercihi nedeniyle değil, Kürt sorununu, Kürt tarafın gördüğü ve anladığı gibi, bir ulusal sorun olarak görmek istemediği için.

Hükümet, sorunu bir demokrasi meselesi olarak gördüğü için demokratikleşmede ilerleme sağladıkça muhataba daha az ihtiyacı olacağını düşünüyor. Burada sorun gelip silahsızlandırmaya dayanıyor ki, hükümet bunun için bir diyaloga girmeyi benimseyebilir. Ama silahsızlanma karşılığında talepleri müzakere etmeyi kabul edeceğinden emin değilim. Aslında bunu da kabul etmişti, ama PKK böyle bir şeye hazır olmadığını aynı günde hem Silvan’da asker öldürerek, hem de tek taraflı özerklik ilan ederek gösterdi. PKK hala da muhtemel bir müzakere sürecinde en büyük kozunun silahlı mücadele olduğuna inanıyor. Açmaz tam olarak burada.

Hükümet de bu açmazı, demokratikleşmede adımlar atarak aşmaya çalışacak. PKK süreci silahlı mücadeleyle boşa çıkarmaya çalışırsa, PKK’ye karşı savaşacak, ama bu sefer ‘savaş şikesi’ söz konusu olmayacak. Tıpkı Roboski katliamından önceki aylarda ve günlerde olduğu gibi, devlet PKK’yle ciddi olarak savaşır yani..

Kürtçe’nin seçmeli ders olması, yerel yönetimlerin Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı çerçevesinde ve bütün Türkiye için demokratikleştirilmeleri, başkaca demokratik adımlar, yeni bir anayasa yerine belki de bir geçiş anayasasının meclise gelmesi, Kürt siyasetini zorlu bir sürecin beklemekte olduğunu gösteriyor. Ya artık bir karşılığı olmayan silahlı mücadele ya da tam olarak sivil siyaset. Tercih yapması gerekir Öcalan’ın veya PKK’nin, artık kim yapacaksa bu tercihi..İkisi birden olmaz, ve silahlı mücadele sivil alanı daha da daraltır.

Kısacası, Oslo görüşmelerinin başarısızlığa uğraması Türkiye’yi ve hükümeti yeni bir tercihe zorladı. Hükümet bu sürecin sonunda bir değil, karşısında iki belki de dört muhatabın olduğunu, ve bu muhataplar arasında ortak bir mutabakatın olmadığını gördü. PKK, Öcalan, BDP ve Avrupa. Bu farklılık, aşılabilir mi? Sanmıyorum. Açlık grevlerinin sona erdirin talebi geldi Öcalan’dan ama Karayılan buna açlık grevi yapanların ancak karar verebileceklerini açıkladı. Bu dahi Öcalan’a gösterilen toleransın çok sınırlı ve her an müdahaleye açık bir tolerans olduğunu gösteriyor. Öcalan da bunun farkında ve çok temkinli davranıyor, sürecin hassasiyetini hatırlatmakla yetiniyor. Bu durumda Öcalan’ın çözüm için taşıdığı önemi yadsımamakla beraber, hükümet ve kamuoyu nezdinde siyasi itibarından epey şey kaybettiğini düşünüyorum. Bu kaybı telafi edecek politikalar izleyebilir mi Öcalan, çok emin değilim. Bunu yapabilmesi, İmralı’da Ergenekon’dan koyduğu tercihle yüzleşmesini gerektirir. Türkiye’de artık ordunun siyasetin egemeni gücü olmaktan çıktığını anlaması gerekir. Eh biraz daha geriye gidip, partisini, son otuz yılın politikalarıyla yüzleşmeye, iç infazlar ve katliamlar için özür dilemeye davet eder ve kendisi de bir başlangıç yaparsa, Kürt toplumuna yeni bir güven gelebilir PKK-BDP hattına.

Burkay’a ise ne toplumun ne de hükümetin böyle bir rol biçtiği yönünde herhangi ciddi bir emare görünmüyor. Sayın Burkay, bir Kürt siyasetçi ve son otuz yıl içinde aktif bir siyasetin içinde olmadı. Geçenlerde, HAK-PAR’a üye oldu, belli ki aktif siyaset yapmak niyetinde. Oynayabileceği rol konusunda kesin bir şey söylemek için henüz çok erken. Zaten o da net bir şey söylemekten kaçınıyor. Ama şu kadarı söylenebilir belki: Bugün PKK’ye rağmen, bir muhataplık kurumu ve siyasi bir alternatif yaratmak, Kürt siyasi çoğulculuğuna bu manada önemli bir katkı sunmak gerekli, fakat, bunun yolu, sosyalist bir çizgiden geçmiyor. Sosyalist bir hat, bugün ne AKP’ye ne de PKK’ye alternatif bir politik hat olamaz. 

Silahlı mücadele bugün için gerekli midir? Negatif ve/veya pozitif argümanlarınızı bize açıklar mısınız?

- Gerekli olmadığını anlatabilmek için, adı ‘Silahları Gömmek’ olan bir kitap yazdım. Merak edenler bu kitaba bakabilirler. 

Şu kadarını söylemek gerekirse, gerekli mi gereksiz mi tartışmasından ziyade, şiddet ve silahlı mücadele meselesine tarihsel şartlar içinde bakmak lazım. Etno-kültürel dinamikleri bastırılan bir halkın uygun siyasi şartlarda baskıya ve inkara şiddet temelinde cevap verdiği tarihsel bir vaka. Kürtler bu cevabı Şeyh Sait’te, Ağrı’da filan verdiler. PKK son Kürt isyanıdır. Ama isyan ettiği devlete karşı ‘özerkliğini’ koruyabilmiş bir isyan hareketi de değildir. İsyancılar tecrübesiz, ve herhangi bir tarihi mirastan yoksundular-sürekliliği olmuş bir tarihsel mirası kastediyorum-ama buna karşılık devletin tecrübesi çok fazlaydı. Anodolu’da etnisite mühendisliği yapmış, bunun için tarihin en acımasız soykırımını gerçekleştirmiş ve geleneği olan, Batı sistemi içinde vazgeçilmez önemde bir yere sahip olan bir devletten söz ediyoruz. Devlet bence son Kürt isyanını daha başından Türk halkının ve dünyanın gözünde ciriminalize etti. Silahlı mücadelenin daha başladığı yıllarda, bir sosyal-siyasal karşılığı olduğunu biliyorum, o süreçleri yaşadım az çok, ama bu böyle diye, son isyan ve silahlı mücadele mutlaka gerekli miydi derseniz, hayır diyebilirim. Kürtler bu isyana zorlandılar. Ve bana kalırsa kazanan Kürt halkı değil, devlet oldu. (Bakınız: Tarafa bu konuda 15 Mart günü yayınlanan yazım: ‘Bu Savaştan Kârlı Çıkan devlettir.’) 

Kürdistan’da yeni bir gerilla mücadelesi sürdürülemez. Bunu Kandildekiler de zaman zaman ifade ediyor. Savaşı asıl olarak şehirlerde sürdüreceklerini söylüyorlar. Silvan saldırısından sonra ‘Devrimci Halk Savaşı’ adıyla denenmedi değil. Sonuç: Kazan vadisinde çok sayıda gerillanın hayatını kaybetmesi, ve şehirlerde öldürülen siviller, ağırlıklı olarak da Kürt kadınları: Batman’da ve Siirtte..

Bir etnik çatışmayı göze almadan, savaşı sürdürmek mümkün değil artık. Bunu göze alsanız bile kaybedersiniz. Kürt nüfusun yarısından fazlası metropollerde yaşıyor. Tersine göçe Kürtler hiç arzulu değiller, gerçeği söylemek gerekirse, Kürtler’in yüzü, Diyarbakır’daki demokratik özerklikten ziyade, İstanbul’a inşa edileceği söylenen yeni şehirlere dönüktür. Geleceği, inşa edilecek bu yeni şehirlerde arıyor insanlar. Kimliğini siyasi haklarını da talep ediyor elbette. Ama bunun illaki şiddetle elde edilebileceğine dair inancı yok. Olmaması da iyi bir şeydir bence. Geçenlerde İstanbul’da yaşayan Ağrılı bir Kürt okurumla, yolda yürürken selamlaştık bana bir soru sormak istediğini söyledi. Buyurun sorun dedim: ‘Kürtçe konuşacağız diye elli bin insanın ölmesi mi gerekirdi?’ dedi..Gerekmezdi tabi, ama Kürtçe ikinci resmi dil olsun, ve ‘demokratik özerklik’ kurulsun diye de bir elli-yüz bin insanın ölmesi gerekmiyor..Türkiye’de inkar bitti. Yerine neyin konulacağı meselesi de silahın ve şiddetin değil, müzakere ve diyalogun meselesidir. PKK teritoryal bir bölgede bağımsız bir devlet istemediğini söylüyor her fırsatta. Ve demokratik özerkliği de bütün Türkiye için istediğini ifade ediyor. Peki hadi Diyarbakır’da bu statünüz olsun diye savaştınız, peki Yozgat’taki adamın, demokratik özerklik içinde yaşaması için savaşmak niye sizin vazifeniz olsun? Kürtler Türkiyede demokratik özerklik olsun diye savaşmak zorunda mıdır?

Uzatmayalım daha fazla, benim bu konuda önerim, belli başlı Kürt partilerinin( KDP-YNK ve PKK’nin) silahlı mücadele ve şiddet meselesini, bütün Kürt partilerinin katılacağı ve temsil edileceği bir ulusal konferans toplayıp, tarihi bir adım atması, müzakere etmesidir. Böyle bir konferansta PKK, silahlı mücadeleye son verdiğini açıklar ve kabul ederse, Türkiye’de siyasetin de Kürtlerin’de kaderi değişir. Tarihin, geçmişine karşılık PKK’ye tanıdığı var olma şansının ben buradan geçtiğine inanıyorum: Tek taraflı silah bırakmak ve meşru, demokratik mücadeleyi sonuna kadar kullanacağını açıklamak..Silahı bir pazarlık ve güç alternatifi olarak devreden çıkarmak, ‘düşmanı’ da buna mecbur etmek..Güney Kürdistan bu kararın hayata geçmesinde son derece önemli bir rol oynayabilir. Orası bütün Kürtler’in vatanıdır çünkü.

Silahlı mücadelenin pozitif bir imkan sunduğu inancında değilim, bu yüzden sorunuzun bu kısmına herhangi bir cevabım yok.

AgendaKurd.com

  • Yorumlar 3
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Diğer Haberler
    ÖNE ÇIKANLAR
    Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
    Tel : 0532 261 34 89