• BIST 9071.02
  • Altın 2324.965
  • Dolar 32.3657
  • Euro 34.9347
  • İstanbul 18 °C
  • Diyarbakır 16 °C
  • Ankara 16 °C
  • İzmir 19 °C
  • Berlin 10 °C

Ölümün soluğu ve Kürt meselesi

Ölümün soluğu ve Kürt meselesi
Başbakan, Kürt meselesini ben çözeceğim vaadinden geldi, böyle bir mesele yok inkârcılığına dayandı.

Siyaset çözümün bir parçası olmalı sorunun değil. Bugün Türkiye’yi meşgül eden en önemli güncel sorun olan açlık grevleri ve ölüm oruçları akli, vicdani ve adalet duygularıyla değerlendirilmesi gereken AKP ve başbakan tarafından ya görmezden geliniyor ya da küçümsenerek bakılıyor. “Açlık grevi yok, herkes yiyip içiyor, zaten bunların vekilleri kuzu kebabı yediler” deyip basına sofraların nasıl çekildiği belli olmayan (ki bu da başlı başına bir sorun) fotoğrafları servis ediliyor. Bu tarz yaklaşımlar sorunu körüklemekten başka hiçbir derde derman değil. Özellikle üçüncü döneminde AKP iktidarı böyle giderse çözümün değil, kendisi çözülmesi gereken sorunun bir parçası haline gelmiş gözüküyor. Sorun çözülmezse sadece AKP’ye değil toplumada gelecekte telafisi güç maliyetler yükleyecektir. Oysa siyaset aynı zamanda devlet ve toplumda maliyet azaltma sanatıdır.

Bu durumda iktidarın içine girmiş olduğu yol, gerek Kürt meselesinde gerekse de Suriye meselesinde, her geçen gün topluma olan maliyeti artırmaktadır. Bu neden böyle? Çünkü başbakan özellikle Kürt meselesinin çözümü konusunda Cumhurbaşkanlığı seçimi dolayısıyla risk gibi gördüğü adımları atmak istemiyor. Bu tür adımları atmanın ve dolayısıyla Kürt sorununun çözümünün kendisi açısından siyasi bir maliyeti olacağını düşünüyor, o nedenle bu konuda ciddi ve sonuç alıcı hiçbir adım atmıyor. Sorunu çözmüyor, sulandırıyor, zamana yayarak çözüyormuş gibi yapıyor.

Başbakanın şimdilerde bütün meselesi 2014 yılında yapılacak seçimde, ilk turda %50’nin üzerinde bir oyla partili cumhurbaşkanı seçilmek. Oysa gerçek devlet adamları toplumun çıkarlarını kendi kişisel çıkarlarının önüne koyduğu için bu statüyü hak eder, devlet adamlığı katına yükselirler.

Peki bunun böyle olmasında muhalefetin hiç payı, günahı yok mu? Elbette var. CHP’nin kararsız tutumu, BDP’nin muhataplık konusundaki ikircikli tutumu, MHP’nin milliyetçi tavrı AKP’nin elini güçlendiriyor. Kimse bu konuda doğru dürüst risk almıyor. Dostoyevski’nin bir sözünü anarak ana muhalefet partisi ve onun liderine bir göndermede bulunulalım. Diyor ki Dostoyevski, “İktidar ancak eğilip onu alma cesaretini gösterenlere verilen bir şeydir.” Bu da cesaret ister. Ancak gerçek anlamda cesur insanlar toplumları için risk yüklenirler ve o risk oranında kazanırlar ya da kaybederler.

Erdoğan geçmişte yaptığı bazı cesur atılımlarla Kürtlerden ve müteddeyinlerden büyük destek aldı ve kazandı. Herkes bunun böyle devam edeceğini beklerken, o güçlendikçe, devletle buluşup ona benzedikçe bundan vazgeçti. Kürt meselesi benim meselemdir ben çözeceğim vaadinden böyle bir mesele yok, tek tek Kürt kardeşlerimin sorunları var inkarcılığına geldi dayandı, tıpkı kendinden öncekilere benzer şekilde. Eğer bunda ısrar ederse ondan öncekilerin akibetinden kaçması mümkün olmayacak. Bugün “Kürt kardeşlerim” dediği için Kürtlerin gerçek dostu olduğunu, onlara çok büyük iyilik yaptığını söylüyor. Oysa kötülük pek çok maske takabilir ama hiçbirisi iyilik maskesi kadar tehlikeli değildir. Kürde Kürt diyebilmenin iyilik sayılacağı günler çok geride kaldı. Şimdi Kürtlerin istediği iki şey var. Barış ve eşitlik.

Barış savaştığın tarafla iş birliği yapmaktır. Bunun da ilk adımı barış dilini kullanmaktan geçer. AKP hem barıştan söz ediyor hem de İçişleri Bakanı marifetiyle “son terörist kalıncaya kadar hapsini öldüreceğini” söylüyor. Ölüm oruçlarını ciddiye almıyor, BDP’yi muhatap görmüyor vs. Peki bu ne perhiz bu ne lahana turşusu? Dağı kandırıp suyu pompasız çıkaramazsın. AKP on yıldır toplumu her konuda istediği gibi yönlendirdi, bunu da öyle yapacağını sanıyor. Ama yanılıyor. Çünkü bu işin ucunda ölüm var. Ölümün ardında başka bir yol yok. Ya çözersin ya gidersin.

Kürt sorununun ikinci anahtar kavramı ise eşitliktir. Yapmış olduğumuz çalışmalar Kürtlerin ayrılmak, bölünmek gibi bir dertlerinin olmadığını gösteriyor. “Peki ne istiyorlar Kürtler?” diye yaygın bir soru var. Sadece eşit vatandaş olmak istiyorlar. Bunun da ölçüsü basit. Türkler Türk olarak hangi haklara sahipse Kürtler de Kürt olarak aynı haklara sahip olmak istiyor. Gerisi lafı güzaftır. Boş kardeşlik söylemleri artık karın doyurmuyor.

Peki bu ilk etapta çok kolay gibi görülen adım neden atılmıyor? Çünkü eşitlik meselesine milliyetçilik zehri engel oluyor. Bugün Kürt sorunu red ve inkârın getirdiği bilgisizlikten beslenen bir Türk sorunu ile karşı karşıya. Bilgisizlik duyarsızlığı getiriyor, o da kendini üstün gören bir kibirle sürüyor. Deniyor ki, Kürtler çocuklarına “Baran, Zozan” ismini koyuyor, daha ne istiyorlar? Mahmut Esat Bozkurt’tan arta kalan bir bilinç altıyla hâlâ bir ırkçı şovenizm var. Erdoğan bizim zamanımızda “Kürt kardeşlerimiz” lafı söylendi derken aslında davranışlarına zerk olmuş milliyetçiliği dışa vuruyor. Size Kürt diyoruz daha ne istiyorsunuz demek istiyor ve milliyetçi duygularını dışa vuruyor, mevhumu muhalifinden. İslamiyette ümefçiliğe yer olmadığı halde, onlar eski milliyetçiler olarak İslamcı damarın içinde hep Türkçülüğü taşıdılar. Daha önce de hangi siyasal görüş hükümet olursa olsun bürokraside Türk-İslam sentezi hep iktidar oldu.

Peki bu zehri nasıl söküp atacağız içimizden? Milliyetçilik maalesef Türkiye’ye batıdan, batıya nazaran geç geldi, ama haddinden uzun kaldı. Milleti milliyetlere böldü; memleketi vatana dönüştürüp herkesin ona feda olması gerektiğini söyleyip durdu. Azınlıkları ise yabancılara dönüştürerek onlara hiçbir zaman hayat hakkı tanımadı. Ne var ki Türk milliyetçiliği kendi karşıtını diyalektik olarak yarattı, Kürt milliyetçiliği ortaya çıktı. Kürt milliyetçiliği, Türk milliyetçiliğinin bir çeşit gayri meşru çocuğu olarak doğdu denebilir. Çocuk büyüyüp babasından haklarını istemeye başlayınca susturulmaya çalışıldı. Ama çocuk susmak yerine isyan etti. Bu isyanın getirdiği kan ve ölüm artık herkesi ürkütme noktasına getirdi. Gelinen noktada insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğü adına artık bir “U dönüşü” yapmanın, gerçekleri kabul etmenin, barış ve eşitliği kabul etmenin zamanıdır. İşe ölüm oruçlarını sonlandırmakla başlayabiliriz. Başka da çıkar yolu gözükmüyor.

Prof. Dr. Ahmet Özer

  • Yorumlar 6
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Diğer Haberler
    ÖNE ÇIKANLAR
    Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
    Tel : 0532 261 34 89