• BIST 9577.54
  • Altın 2472.554
  • Dolar 32.4469
  • Euro 34.4874
  • İstanbul 23 °C
  • Diyarbakır 22 °C
  • Ankara 18 °C
  • İzmir 23 °C
  • Berlin 6 °C

Kötü kovboylar ve demokratikleşme

Kötü kovboylar ve demokratikleşme
Türkiye'de birçok aydın salt değişimci tarafta saflaşarak, demokratikleşmenin fiyatını ödemeden etiketle demokrat olabileceğini sandı

Demokratikleşme kuramlarının ünlü ismi Arjantinli siyaset bilimci Guillermo O’Donnell, 1990’ların başındaki etkili makalesinde ülkesindeki demokratikleşme sürecinden duyduğu hayal kırıklığını işlemişti. Arjantin askeri rejimi geride bırakmış, darbeci generalleri yargılamış, popüler sivil hükümetler ordu üzerindeki otoritelerini sağlamlaştırmıştı. Ama demokrasi derinleşmiyor, güçlü başkanların ve otoriter devletin gölgesinde, bürokrasi sivilleşeceğine sivil toplum bürokratlaşıyordu.

Ordu ve vesayet

Gitgide daha çok insan Türkiye’de de benzer bir şeyler olduğunu görüyor ve nedenini sorguluyor. Uluslararası alanda etkin Journal of Democracy dergisinin son sayısında Türkiye’de neyin yanlış gittiği dört makaleyle tartışıldı. Artık pek mazeretimiz yok, ordu vesayetinden bahsedemeyiz. Sivil hükümet memleketin gidişatı konusunda hem tam yetkili hem de tam sorumlu. Yargı gibi yetkisi dışındaki alanlarda da gerekli yasal değişiklikleri yapma gücüne ve tarihsel sorumluluğuna sahip. Dünyanın en hızlı büyüyenlerinden ve ortanın üstü gelire sahip bir ekonomimiz var ve küresel krizden az etkilendik.

Neden yarı-özgür?

Peki neden uluslarası kuruluşlar, Türkiye’yi hâlâ “yarı-özgür demokrasi” sayıyor? Neden YÖK tüm yetkileriyle yerinde duruyor ve 12 Eylül’ün siyasal partiler yasası yürürlükte? Neden tutuksuz yargılanmaları mümkün bu kadar akademisyen ve gazeteci tutuklu? Parasız eğitim veya yüksek maaş talep ederek “düzeni bozan” işçi ve öğrencilere biber gazı sıkılması artık haber değeri bile taşımıyor. Cebinde yumurta bulunan gencecik öğrenciler örgüt suçlamasıyla hapiste tutuluyor ama Hrant Dink’in örgütlü katillerini bulmak için devlet kendi üstüne düşenleri yapmıyor. Artık kendimizi aldatmayalım.

Acaba sadece zamana mı ihtiyacımız var? On yıl sonra şimdiki Arjantin gibi Türkiye de konsolide demokrasi sınıfına terfi edebilir mi? Belki. Ama bu mümkünse de kendiliğinden değil bizim çabamızla olacak. Önce soruna bir teşhis koymak, “eskiden daha mı iyiydi” kısır sorusuna takılmadan, iyiye gidenler yanında kötüye gidenleri saptamak ve nedenlerini analiz etmek gerek.

Otoriterleşme

İki açıklama var göze çarpan. Birincisi, Türkiye’nin muhalefetin zayıflığı nedeniyle gitgide “tek-parti-dominant” bir parti sistemine evrildiği gerçeği. Farklı partiler olsa da aynı partinin art arda seçimlerde rakipsiz olduğu bu tür sistemlerde devlet partileşirken iktidar partisi de gücün ağırlığı altında gitgide bürokratikleşir ve otoriterleşir. Bence böyle bir partinin demokratik konsolidasyonu sağlaması ancak iki koşulda mümkün olabilir. Eğer çok sağlam bir demokratik ideolojisi varsa veya demokratikleşme sürecine güçlü dış destek mevcutsa. Türkiye’de her iki açıdan da durum çok iç açıcı değil. Bir diğer açıklamaysa dünyada kapitalizmle iberal demokrasi arasındaki evliliğin ciddi sallantıda olması (Bkz. “Liberal Demokrasiler Tehlikede” Akşam, 17 Ekim 2011). Yani Türkiye küresel piyasacı bir ekonomi ama özgürlükçü olmayan eksik bir demokrasi olabilir. Her halükarda Türkiye artık demokrasi ve özgürlüklerde Avrupalı sosyal demokrasileri standart almıyor gibi. Onun da en iyisini biz yapar, Araplara da veririz havasında.

Demokratlar ve otokratlar

Demokratikleşme teorilerinde vurgulanan bir diğer unsur ise bir ülkedeki “demokratların” tutumu. Farklı grup ve ideolojileri temsil eden demokratlar otokratlara karşı el ve dil birliği yapmalı. Yani demokratikleşme oyununda demokratlar kasabanın iyi kovboyları, otokratlar ise marjinalize edilmesi gereken kötü kovboylarıdır. Tabii kimse ben otokratım diye ortada dolaşmadığı için kimin demokrat kimin otokrat olduğunu anlamak pratikte kolay değil ve bu ayrışmayı siyaset belirler. Otoriter bir sistemde demokratikleşme değişim gerektirdiği için demokratlar genelde değişim isteyenler, otokratlar ise genelde statükocular olma eğilimi gösterir. Ama bunun sadece bir korelasyon olduğunu, salt değişim istemekle demokrat olunmayacağını vurgulamakta fayda var. Demokrat olmak da otokrat olmak da özünde düşünce ve ideolojiyle ilgili, dolayısıyla da karşımıza çıkan spesifik olaylara gösterdiğimiz ilkeli tepkilerle ortaya çıkan bir şeydir. Her değişim isteyen demokrat olmayacağı gibi, değişimin kendini veya şeklini eleştiren herkes de otokrat değildir.

İyi ve kötü

Türkiye’de yanlış giden bir şey de sanırım bu oldu. Bir siyaset yapma stratejisi olarak bir yere kadar hoşgörülebilecek olan “değişimci iyi kovboy-statükocu kötü kovboy” söylemi işin özünün yerine geçti. Son on yıldır birçok liberal-demokrat aydının demokratikleşme stratejisi, değişimcilerle işbirliği yapmak, değişime farklı nedenlerle direnenleriyse iç ve dış kamuoyu nezdinde kötü kovboylar olarak lanse edip tasfiyeye çalışmak olarak özetlenebilir. Tabii derin devlet ve darbeci-müdahaleci generaller, kötü kovboyluğu fazlasıyla hak ediyordu. Sonra laikçiler topyekûn otokrat, dindarlar da topyekûn Türkiye’nin yeni demokratları olarak temsil edilip dış dünyadaki önyargılar yıkılmaya çalışıldı. Sırada yüksek yargının yargıçlarını oligarşi olmakla suçlamak vardı (tabii birilerinin bunu Alevi yargıçlar oligarşisi olarak duyduğu gözden kaçtı).

Elbette ordu da laikler de yargı da eleştirilmeyi fazlasıyla hak ediyordu ve değişmeliydi. Sorun şu ki fikirler, uygulamalar ve tutumlar değil, gruplar suçlandı ve mecazi anlamda kötü kovboyları tasfiye etmenin demoktratikleşmek için yeterli olacağı sanıldı. Böylece birçok insan salt değişimci tarafta saflaşarak, demokratikleşmenin fiyatını ödemeden etiketle demokrat olabileceğini sandı. Hak etmediği bir rehavet ve özgüven içine girdi.

Oysa demokratikleşme Kürt meselesi gibi, ifade ve vicdan özgürlüğü gibi birçok konuda düşünceli ve ilkeli tavırlar almayı ve başkalarıyla orta noktada buluşmak için kendi hassas tercihlerinden fedekârlıklarda bulunmayı gerektiriyor. Bu olmadığı için dün Türkiye’de Ermeni konferansı düzenleyenleri hain ilan eden “iyi kovboylar”, bugün Fransa’ya haklı tepkilerini gösterirken bunu “ifade özgürlüğü” adına yapmakta bir çelişki görmüyor. Davaları ve insan haklarını usulca ve kayıtsızca sizinkiler ve bizimkiler olarak ayırabiliyor. Bu durumu aşmak için sağcılık-solculuk, dindarlık-laiklik, AK Parti karşıtlığı veya destekçiliği, Türk veya Kürt olmak gibi eksenler üzerinden değil, somut olaylara ve sorunlara demokratik tepkiler göstermek ve politikalar üretmek ekseni üzerinden işbirliği yapan aydınlara ihtiyaç var. Vesayet rejimi sonrası Türkiye’sinde demokratikleşme için kovboylara değil, ilkeli ve düşünceli demokratlara ihtiyacımız var.

Doç. Dr.MURAT SOMER - Koç Üni.

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
ÖNE ÇIKANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 261 34 89