• BIST 9524.59
  • Altın 2503.102
  • Dolar 32.5844
  • Euro 34.5241
  • İstanbul 12 °C
  • Diyarbakır 12 °C
  • Ankara 10 °C
  • İzmir 15 °C
  • Berlin 5 °C

İslamcılar Kürtler için yürüdü

İslamcılar Kürtler için yürüdü
Aralarında İHH, Mazlum-Der, Özgür-Der, Anadolu Platformu gibi birçok sivil toplum kuruluşunun bulunduğu grup, tekbirlerle silahların susmasını ve kanın durmasını istedi.

İslami Kuruluşlar Platformu üyeleri Taksim’de “Barış ve Kardeşlik” yürüyüşü yaptı.

Aralarında İHH, Mazlum-Der, Özgür-Der, Anadolu Platformu gibi birçok sivil toplum kuruluşunun ve derneğin bulunduğu grup, Türkçe ve Kürtçe sloganlarla, tekbirlerle silahların susmasını ve kanın durmasını istedi. “Barış ve kardeşlik için silahlar sussun. Kendin için istediğini kardeşin için de iste” pankartıyla yürüyen grup, eylem boyunca, “İnsanız, ümmetiz. Biz Kardeşiz”, “Müslüman halklar kardeştir”, “Müslüman zulme boyun eğmez”,Silahlar sussun, kirli savaş son bulsun” ve “Biji bıratiya gelan” sloganları attı.

17412

Taksim Meydanı’na kadar yürüyen grup burada bir basın açıklaması yaptı. Mazlum-Der Genel Başkanı Ahmet Faruk Ünsal’ın okuduğu basın bildirisinde şu ifadelere yer verildi;Kürt meselesi sürecinde faili meçhul cinayetler işlendi. Köyler yakıldı. İnsanlar köylerinden zorla göç ettirildi. Toplum kesimleri birbirine düşman edildi. Gelinen süreçte açılım politikaları ile herkeste heyecan uyandıran bir söylem başlatıldı ama hala somut bir adım atılmış değil. Artık biz bu işten sıkıldık. Bir an önce TSK’nın operasyonlarını durdurmasını, PKK’nın da silahlarını susturmasını, oluşacak sükunet ortamında toplumsal sağduyu ile barışın inşa edilmesini talep ediyoruz.”

fotogaleri.jpgEyleme Özgür-Der Genel Başkanı Rıdvan Kaya ve Mazlumder Genel Başkanı Ahmet Faruk Ünsal'ın yanı sıra Abdurrahman Dilipak, Hamza Türkmen, Mustafa İslamoğlu, Cevat Özkaya, Ahmet Ağırakça, Abdullah Yıldız, Şemsettin Özdemir, Necati Ceylan, Burhanettin Can gibi isimler de katıldı.

17429

Ortak Basın Bildirisinin Tam Metni:

Barış ve Kardeşlik İçin SİLAHLAR SUSSUN!
Kürt sorunu dağılmakta olan imparatorluk coğrafyasının birer birer ulus devletleri ortaya çıkarmaya başladığı süreçte doğdu. O günün koşullarında ayrılıkçı taleplere pirim vermeyen ve Anadolu’nun geri kalanı ile kader birlikteliğini kardeşlik temelinde kurmak isteyen Kürtlerin beklentileri, hem kurucu kadroların zihinsel sorunları hem de yeni kurdukları devletin yapısal sorunları nedeniyle sükût-u hayale uğradı. Kuruluş yıllarında meydana gelen isyanların bastırılmasıyla, toplumda oluşan sessizliği “rızaya dayalı birliktelik” olarak gösteren sistemin sahipleri, son 26 yıldır tüm toplumun bedel ödemesiyle tarihi yanılgısını artık gizleyemez oldu. “Sorunu üreten, Cumhuriyeti kuran siyasi paradigma ve seçkinci bürokratik karakteridir. Bizim üretmediğimiz bu sorunun muhatabı biz değiliz” diyerek bir kenara çekilemeyiz. Sorunu üretenlerin çözüm diye dayattığı şeylerin sonuçları ortadayken sessiz kalmamız beklenmemelidir.

17430

Özellikle 12 Eylül sürecinde Diyarbakır zindanlarında yaşanan vahşet ve birikmiş çözümsüzlük bir taraftan sisteme dönük silahlı Kürt itirazını güçlendirirken diğer taraftan da savaş baronlarının işine yarayan puslu ortamı sağladı. Bu körlük ortamında on binlerce insan hayatını kaybetti, faili meçhuller yaşandı, köyler yakıldı, şehirler bombalandı, iç ve dış göçler yaşandı, uyuşturucu trafiği verimli bir ortam buldu, milyarlarca dolarlık kaynak heba edildi, hukuk katledildi, toplum kesimleri birbirine düşmanlaştırıldı, kavgaya taraf olma ehliyeti bile olmayan çocuklar hayatlarını kaybetti.

Gelinen süreçte, bürokratik oligarşinin direncine rağmen inisiyatif aldığı izlenimi uyandıran siyaset, “açılım politikaları” ile herkeste heyecan uyandıran bir söylem başlattı ama halen somut bir adım atabilmiş değil. Çok daha büyük yapısal sorunların çözümü şöyle dursun, TMK mağduru çocukların durumunu iyileştirecek yasal değişiklik ancak bir sene gecikmeli olarak Meclis gündemine gelebildi ama getirilen değişiklik çözüm olmak bir yana çok daha ciddi sorunlar doğuracak nitelikte. Sadece basit bir kanun değişikliğiyle yerleşim yerlerinin ve coğrafi yerlerin orijinal adlarına kavuşması mümkün iken yapılamadı. Kandil’den ve Mahmur’dan bir mutabakatla gelen 34 kişiye ilişkin tutuklama kararları, hem Avrupa’dan gelecek olanların ülkeye dönüşünü durdurdu hem de muhatapların ve bağlı bulundukları kesimlerin sürece ve aktörlere güvenlerini önemli ölçüde zedeledi. Peş peşe gelen hayal kırıklıkları şiddeti iyice besledi ve yine genç bedenler toprağa düşmeye başladı.

Ne yazık ki bu ülkenin milliyetçi eğitim ve yönlendirme süreçleriyle hak ve adalet perspektifini bir hayli yitirmiş ve farklılıklara saygı duyma, kabullenme gibi basit insani erdemlerden uzaklaşmış bir toplum gerçeği var. Resmi ideolojinin ürettiği ve yaygınlaştırdığı ırkçı-asimilasyoncu yaklaşımlar hiç farkında olunmaksızın adeta içselleştirilmiş ve bu yüzden çok sıradan bir talep ya da tartışma dahi bir anda ırkçı tepkilere yol açabiliyor.

Bu gerçeği görmek ve politika geliştirirken dikkate almak gerekir. Ne var ki, milliyetçi yaklaşım tarzının köreltici etkisi ve duygusallığı besleyen niteliği çoğu kez bunun görülmesini, algılanmasını engelliyor. Bu zaaf sadece resmi ideoloji savunucularına has değil. Doğal Kürt taleplerinin aşılmaz inatla karşılanması Kürt kardeşlerimizi milliyetçi söyleme savurma riskini barındırıyor. Çözüm, hem Diyarbakır’ı, Şırnak’ı hem de Trabzon’u, Niğde’yi, beraber görebilmek, buralarda yaşayan insanların ne hissettiklerini kavramaya çalışmakla mümkündür.

Her gün daha fazla sayıda Anadolulu yoksul ailenin evlerine ateş düşmesinin, kent merkezlerinde halkın yoğun biçimde bir arada olduğu yerlerde patlatılan bombaların, egemenlerle hiçbir ortak özelliği olmayan sıradan insanları hedef alan şiddet eylemlerinin kime ve neye hizmet ettiğinin sorgulanmamasının sonucu insanlık dışı şiddeti kutsamaktır ve bu durum hepimizin insanlığını eksiltmektedir. Tüm bu eylemlerin son tahlilde Kürt sorununun çözümünü değil, faşizan çevrelerin arzuladığı etnik kutuplaşmayı beslediği görülmek zorundadır.

Artık biz bu işten sıkıldık. Ya biz bu işi çok ciddiye alıyoruz ya da devleti yönetenlerin, on binlerin ölmesinden ve toplumların birbirine düşman olmasından daha fazla önem verdikleri sorunları var ve biz bilmiyoruz. Bütün bu iktidarsızlığa ve yavaşlığa bakınca anayasal değişikliklerin veya idari yapıya ilişkin reformların yapılmasını veya kapsamlı bir genel affı konuşmak için herhalde birkaç yüzyıl beklemek gerekecek. Bazılarının sabrı bu kadar beklemeye yetebilir; ama biz, maliyeti insan hayatı ve toplumların birbirlerine nefreti olan bu beklemelere sabretmeyeceğiz.

Çatışma ortamında sorunları yeni baştan soğukkanlı ve çözüme dönük olarak konuşmak ve barışa dair atılacak adımları konuşmak mümkün değildir. Şiddet ve nefret ortamında, ölümün her eve misafir olmaya başladığı bu günlerde pek çok şeyle beraber insanlığımızı da kaybediyoruz. Bir an önce Türk Silahlı Kuvvetleri’nin operasyonları durdurmasını, PKK’nın da silahlarını susturmasını, oluşacak sükûnet ortamında toplumsal sağduyu ile barışın inşa edilmesini talep ediyoruz. Ateşin kesilmesini karşı tarafın iradesinin kırılması olarak değerlendirmeden, siyasi iradenin, toplumsal barışı inşa etmek için gerekli somut projelerini kesimlerin taleplerini göz ardı etmeden bir an önce açıklamasını talep ediyoruz.

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
ÖNE ÇIKANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 261 34 89