• BIST 9716.77
  • Altın 2427.694
  • Dolar 32.5699
  • Euro 35.0032
  • İstanbul 17 °C
  • Diyarbakır 16 °C
  • Ankara 22 °C
  • İzmir 17 °C
  • Berlin 5 °C

Hizmet ve hezimet...

Hizmet ve hezimet...
Cemaat, Kürt isyanının kökeninde PKK'nın yarattığı "inanç zayıflığı" olduğunu zannediyor ve tıpkı Kemalist aydınlanmacılar gibi, eğitimi yegane ıslah yöntemi olarak belliyordu. Oysa...

Cumartesi İnsanları, geçen hafta 1995’te Yüksekova Çetesi tarafından kaçırılıp katledilen akrabamız Abdullah Canan için toplandı. Faili devlet olan onlarca insanın ailelerinin yanı sıra Canan’ın da çocukları, torunları Galatasaray’ın soğuk taşlarına oturarak hâlâ “adaletten” medet umduklarını, yakınlarının fotoğraflarını taşıyarak ifade ediyordu. Yüksekova’dan eyleme gelen bir akrabamızla ayaküstü “süreç” hakkında muhabbet ederken konu Fethullah Gülen Cemaati’ne geldi.

Terör ve Izdırap 

1990’ların soğuk ve kanlı iklimini yaşayan akrabamız, Gülen’in ilk bedduasını “ıslah olmayı reddeden” Kürtlere yaptığını hatırlattı: “Eskiden devlet tek başına bizimle savaşıyordu. Evet, gelip bizleri öldürüyordu ama yine de başarılı olamadı. Sonra Cemaat de AKP’nin imdadına koştu. Şimdi bu Cemaat, Allah’ı da yanına aldığını söyleyerek savaşıyor.”

Gülen’in “Terör ve Izdırap” konulu 24 Ekim 2011 tarihli konuşmasında Kürtlerin hâlâ unutmadıkları bölüm şöyleydi: “Meselenin özünü öldürerek değil, biraz evvel arzettiğim gibi o hakkı kötektir olanlar istisna edilecek olursa yüzde 95’i o toplum, şefkatle, rehfetle kucaklanmalı, insanlığın iftihar tablosu gibi davranmalı ve mülayemetle hareket etmeliyiz.” Gülen, “öldürerek değil” diyerek 1990’lar politikasının iflasına dikkat çekerken, isyan halindeki Kürtler için Allah’a şu çağrıda bulunuyordu: “Islahını murad buyurmadığın ve onların da ıslah istemediği kimseler varsa, Allahım onların da altlarını üstlerine getir, birliklerini boz, evlerine ateş sal, feryad u figan sal, köklerini kes, kurut ve işlerini bitir.”

Gülen’in bu konuşmasından kısa süre sonra Allah değil ama AKP eliyle devlet-i ali, Roboski katliamıyla Kürtlerin evlerine ateş ve feryad u figan saldı. O zaman AKP ve Cemaat aynı yolda beraber ıslanmaya devam ettiği için sorumlulara dair bavullar dolusu belge ortaya saçılmadı.

BBC’ye verdiği mülakatta ise Gülen, Cemaat’in “hizmetine” dair daha önceki değerlendirmelerimizi teyit etmiş oldu: “Mevlana’nın tuttuğu ışıkla, diyor ki bir mum başka bir diğer mumu tutuşturmakla ışığından hiçbir şey kaybetmez. Başkalarına böyle götürebileceğimiz değerlerimiz varsa götürürüz. Alacağımız şeyler varsa onları da alırız.”

Cemaat’in Kürdistan’ı “aydınlatma” çabasında olduğunu inkâr eden yok. Ancak o ışığın Kürtleri aydınlatmaktan çok yakmaya yaradığını Kürt hareketi çeşitli vesilelerle vurguluyor. Cemaat’in, devlet zulmünden gına gelerek isyana mecbur bırakılan Kürtleri yeniden devlete ikna etme çabasının taşıyıcı kolonu olduğunu ise bizzat Gülen’in ağzından duyuyoruz: “Oraya, o bölgeye sahip çıkılması lazım. Eğitim adına sahip çıkılması lazım, sağlık adına sahip çıkılması lazım, ilahiyat adına, camilerin imamları, müezzinleri adına sahip çıkılması lazım, emniyet teşkilatı adına sahip çıkılması lazım. Siz sahip çıkmazsanız, şimdiye kadar bir kısım gadre uğradı o insanlar, bu meseleyi büyüterek gelecek nesillere intikal ettirirler. Fakat iltifat edilmedi bu meselelere.” 

Eğitim ve din 

Cemaat’in fiilen “eğitim, emniyet, ilahiyat” üzerinden “meseleyi büyüterek gelecek nesilleri”, devlet adına ıslah etme hizmetini üstlendiğini, ancak Kürt hareketinin direnci karşısında buna muktedir olamadığını söyleyebiliriz. Zaten halihazırda AKP’nin dershaneleri, okuma salonlarını, emniyeti vs, yeniden “ele geçirme” operasyonları yapmasının, Cemaat’in “çözümüne” iltifat etmemesinin temelinde, Kürt hareketinin gücü ve Cemaat’in bu ıslahat yolunda uğradığı hezimet yatıyor.

Başından itibaren AKP’nin Kürt meselesinde öngördüğü çözümün 1990’lara göre özgünlüğü, bazı sivil aktörlerin önplana çıkarılmasıyla ilgiliydi. Bu sivil güçleri iki gruba ayırmak mümkün: Dini cemaatler ve hükümet destekli yeni sermaye. Bu iki aktör iç içe geçtiği gibi “hizmetleri” de birbirini tamamlamayı hedefliyor(du). TSK ve geleneksel devlet politikası Kürtlere karşı baskı, zulüm, işkence ve diğer bastırma yöntemlerini icra edegelmişken, AKP ise Cemaat eliyle Kürtleri eğitim ve cami üzerinden devşirmeye, “ıslah olmayanları” da emniyet (gözaltı, operasyon), “adalet” (tutuklama) ve diğer baskı araçlarıyla ikna etmeyi hedef belledi. Bu doğrultuda hem Kürt coğrafyasındaki orta-üst sınıfı hem de PKK’ye mesafeli mütedeyyin-milliyetçi kesimi arkasına almaya çalışarak karşı hamlelerde bulundu.

Hükümetin Kürt alt-orta sınıfına yayılma araçlarının başında Gülen Cemaati ve onun ekonomik refah, kaliteli eğitim, din kardeşliği vs. söylemi/propagandası/hizmeti geliyordu. AKP ve cemaatin okullar, hayır kurumları veya imamlar aracılığıyla, yine devlet eliyle yoksullaştırılmış, biçare kılınmış bölge halkına kendi söylemini yayma çabası yeteri kadar meyve vermeyince de Kürt hareketine yönelik KCK operasyonları aracılığıyla baskı politikasını devreye soktu. Bu da tutmayınca AKP, Kürt hareketiyle masaya oturmak zorunda kaldı ve nihayet hayal olan gerçek oldu; başka birçok faktörün de etkisiyle Cemaat ve AKP birbirine girdi.

MİT’in ve dolayısıyla AKP’nin PKK’yle görüşmeler yapmasının Cemaat’in tepkisiyle karşılaşması, hükümet-Cemaat arasındaki gerilimin başlangıcı sayılabilir. Kuzey ve Güney Kürdistan’da devletin “sübvansiyonlarıyla” etkin hale gelen Cemaat’in, laik ve sol Kürt hareketiyle (PKK) müzakere yapılmasının kendisine biçilen rolün sonunu getirmesinden çekindiği anlaşılıyor.

Oysa Gülen’in BBC mülakatında çerçevesini sunduğu Kürt meselesinin çözüm formülü (eğitim, cami, sağlık, emniyet) zaten iflas etmeye mahkumdu. Çünkü Cemaat, Kürt isyanının kökeninde PKK’nin yarattığı “inanç zayıflığı” yattığını zannediyor ve tıpkı Kemalist aydınlanmacıların arkaik zihniyeti gibi, eğitimi yegane ıslah yöntemi olarak belliyordu. Oysa Kürtlerde dini inanç değil, devlete olan inanç zayıflamış, dahası yok olmuştu. Bu topraklarda hep olduğu gibi, devletin sopasını kapanların ilk koştuğu yer Kürdistan olduğu için, Cemaat de aynı rüzgara kapıldı. Ancak Gülen Cemaati, dini isyanı bastırmanın yöntemi olarak kullanırken, Kürtlerdeki mütedeyyin damarı küçümsüyordu. Bir taraftan ‘Şefkat Tepe’ gibi dizilerle her gün Kürtleri aşağılayan ve 1990’lar TRT’sinin ‘Anadolu’dan Görünüm’, ‘Perde Arkası’ gibi karşı-gerilla söylemini kullanıp diğer yandan “şefkatli” görünmeye çalışan “ıslah” yöntemini, mobilize olmuş Kürtler yemedi, yemezdi. Böylece Cemaat, zaten daha önce devletin yanında konumlanmış Kürtlerin dışında bir nüfuz alanına sirayet edemedi.

Işık bazen boğar 

BBC mülakatında Gülen, Kürt meselesindeki hizmetlerinin karşılığını alamamış olmalarını AKP’ye bağlayarak muhtemel yeni iktidara göz kırpıyor. Ola ki AKP gider ve yerine yeni bir iktidar gelir de AKP’nin daha önce Cemaat’te gördüğü “ışığı” yeniden keşfederse, bu ülkede Kürt sorununun derinleşerek devam etmesi kaçınılmaz. Zira Kürtler yüzyıllık geçmişi olan “altlarını üstlerine getir, birliklerini boz, evlerine ateş sal, feryad u figan sal, köklerini kes, kurut ve işlerini bitir” politikasına karşı yeniden konumlanmak zorunda kalacaklar. Cemaat’in, devletin kanlı güvenlikçi politikasına karşı Kürt hareketinin yolunu etraflıca anlamaya çabalaması ve kalıcı barış için mevcut yaklaşımını yapısal bir dönüşüme tabi tutarak “hizmetini” bu alana aktarmaya ikna olması ise Kürdistan’daki zulüm-direniş tarihinin tekerrür etmemesine “hizmet” edecektir. Aksi halde “ışık” bizi yine karanlığa boğacaktır. (Radikal2)

İrfan Aktan - Gazeteci

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
ÖNE ÇIKANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 261 34 89