• BIST 9099.63
  • Altın 2325.507
  • Dolar 32.3719
  • Euro 35.0404
  • İstanbul 21 °C
  • Diyarbakır 19 °C
  • Ankara 21 °C
  • İzmir 25 °C
  • Berlin 14 °C

Başbakan’la Kürt sohbeti

Başbakan’la Kürt sohbeti
Dolmabahçe’de Erdoğan’la Kürt meselesini konuşan “sade vatandaş” hertaraf’a yazdı.

Önceki gün Dolmabahçe Sarayı’ndaki Başbakanlık ofisinde ...Başbakan Erdoğan’la Kürt Sorunu üzerine 45 dakikalık bir görüşme yapan Siyaset Meydanı programı Halk Meclisi’nin üyesi dört kişiden biri olan reklamcı Sinan Demirez, görüşmeyle ilgili izlenimlerini Taraf’a yazdı.

“Ömürlerinin son demlerinde çocuklarının kemiklerinin peşine düşmüş, evladının mezarı sayacağı birkaç kemik yolu gözleyenler için de, bir ömür boyu çocuklarının yasını tutacaklar için de, evladını askere, bir bilinmeze yollayanlar için de son umut o adam. Bitmiş bir savaşı sürdürüp verem etmesinler bizi, vallahi billahi hastalandık, verem olduk! Lütfen bunu söyle o adama...”

Başbakanla Pazar günü yaptığımız toplantıya, Kürt arkadaşımın telefonuma bıraktığı bu mesajın ağırlığıyla girdim.

Üstelik görüşme için beklerken bir canlı kalkanın artık cansız olduğunu haber aldık. Son 8 saatte gelen haberler; 3 asker, 2 PKK’lı ve bir canlı kalkan. Toplam 6 kişinin henüz soğumamış bedenleri iyice ısıttı içimi, yaktı kavurdu...

Kabul etmek lazım. Başbakan’ın “Gidişatı beğenmiyoruz, size söyleyeceklerimiz var” diyen 4 kişiye sade vatandaş kimlikleriyle 45 dakikalık bir randevu vermesi, dikkatle dinlemesi çok umitvar bir davranış. Hele ki, Tayyip Erdoğan’dan randevu almak için gösterilen emeğin en az 2 katının gösterilmesine rağmen, bir Rockyıldızı edasında yaklaşımlar ortaya koyan Sırrı Süreyya Önder’i düşününce Başbakan esaslı bir teşekkürü hak ediyor.

Gelelim ne konuştuğumuza;

Toplantı esnasında beni en çok korkutan şey, savaş irade ve idare yetkisinin tam anlamıyla sivillere geçtiğini hissetmek oldu. Belki de, bugüne kadar ilk kez, bir sınır ötesi operasyonun emrini tamamen kendi irade ve gücüyle veren, askere uygulatan, hesap soran bir başbakan vardı karşımızda. Bunu iki türlü algıladım; artık barışın da savaşın da kararı tamamen sivillere geçti. O yüzden siyasi iklimin yumuşaması, diyalog ortamının yeniden açılması çok daha büyük bir zorunluluk olarak karşımızda duruyor.

Başbakan’ın daha ilk cümlesinde göze çarpan ve çok net hissedilen bir hayal kırıklığı var.

2005 yılında Diyarbakır’da yaptığı milat konuşmasına istinaden, MGK toplantısında Ahmet Necdet Sezer’in “niye Kürt sorunu dediniz” çıkışını sanki çok eski, arkaik çağlardan kalma bir anı gibi anlattı. Başbakan O MGK’da neden soruna Kürt Sorunu dediğini AK Parti’nin kuruluş bildirgesinden sorunla ilgili 2.5 sayfalık bölümü okuyarak açıklamaya çalışmış. Meselenin daha 7 yıl önce devlet nezdinde sorun olarak bile görülmediği, sırf bu sorunu dile getirdikleri için bile, 2007 seçim kampanyalarında “hain” diye suçlandıkları süreçlerden bahsetti. İşte yaşanan bütün bu gelişmelerden sonra, Kürt hareketinin AK Parti düşmanı siyasetin kalesi, mıknatısı haline gelmesi ve sanki Recep Tayyip Erdoğan’ın bu sorunu başlatan lider gibi öfkenin merkezine oturtulması, bu derin hayal kırıklığının en önemli nedeni gibi görünüyor.

Ezilenden, eza çekenden yana olmak elbette vicdani sorumluluk, insani zorunluluk. Ezilen de, eza çeken de hala Kürtler. Ancak Ak Parti ve hükümetle diyalog kurarken ortaya koyulan ve tamamen AK Parti düşmanlığı üzerinden geliştirilen dilin ne Türklere ne Kürtlere ne de barışa katkısı yok.

Başbakan’ın başka bir sıkıntısı, doğruluğuna çok da katılmadığım “medya desteği”. Başbakan, Kandil’in özellikle bölgeye giden, Karayılan’la görüşen gazeteciler tarafından tropikal bir ada gibi yansıtıldığını (bu benzetmeyi ben yapıyorum), gazetecilik adı altında örgüt tanıtımı yapıldığını ifade ediyor. Dünyanın bütün medeni ülkelerinde sıradan gazetecilik faaliyeti kapsamına girecek bu tür çalışmaların, başbakan tarafından böylesine büyük bir öfkeyle karşılanmasını, kötü danışman yönlendirmesi olarak algılıyorum. Keşke böyle olmasa!

Sınır ötesi harekâtların kesin bir sonuç almaktan öte, bu kör dövüşü pekiştiren, devlete hareket ve konuşma alanı kazandıran boş bir “uğraş” olduğunu Tayyip Erdoğan’ın konuşmalardan anlamak güç değil. Başbakan’ın, aslında bu durumdan hoşnut olmadığı da anlaşılıyor. Ancak örgütün şiddeti tırmandırmayı amaç sayan dilinin bu tür şekilsel manevraları siyaseten zorunlu hale getirdiğini anlamak güç değil. Yani gündelik siyasetin zorunlulukları, yine barışa zarar veriyor.

Başbakan, PKK eylemlerine karşı diklenemeyen, dur demeyen bir BDP’yi şimdilik silmiş gibi görünüyor. Ancak Başbakan, üstüne basa basa “Türkiye’nin masa başında konuşamayacağı hiçbir şey yok” diyor. Umarım ki, anayasa tartışmaları bütün bu öfkelerin silinip bittiği yeni bir milat olur.

Başbakan’ın bundan sonrası için kurduğu siyaset çok net. Bölge halkına karşı olabildiğine yumuşak, PKK ve şiddetle arasına mesafe koymayan BDP’ye karşı ise son perdeden şiddetli. Ne acı ki, başbakanın yakın çevresinde bu üçlünün birbirine bağlı olduğunu cesaretle söyleyebilecek kimse yok. Bu strateji PKK’yı tekrar oyunun merkezine çekmekle kalmaz, örgütün şehirlere kadar yaydığı şiddet için de zemin yaratır. Sorun çok net; barış kelimesini en yüksek perdeden konuşanlar bile mutlak bir zafer peşinde ve karşı tarafın diz çökmesini istiyor. Bunun mümkün olmadığını anladığımız gün, yeni bir güne uyanacağız.

Yakın geçmişte yapılan TMK yasa değişimi ve kayıp yakınları için kurulan komisyon bölgede çok olumlu bir hava yaratmıştı. Ancak yaşanılan devamlık sorunu ve komisyondan beklenen sonuçların alınamaması yeni adımları zorunlu hale getirdi. Bunu dilimiz döndüğünce Başbakana da ifade ettik. Bugün şiddetin kendisini ve kaynağını marjinalize edip küçültecek tek silah bu. Bunun harici kullanılan bütün silahlardan ancak ateş çıkar ve bu ateş artık hepimizi yakar...

Cumhuriyet tarihinin, diyaloga en açık başbakanını bu sorunun varlık nedeni ve bütün kötülüklerin anası olarak gören siyaset de, Kürtleri potansiyel şiddet meraklısı gören anlayış da yanlış yapıyor.

Ve size söylüyorum Sayın Başbakan. Bundan 30 yıl sonra sizi gündelik siyasal ve ekonomik sorunlar içinde kaybolan, milliyetçi, çağdışı hezeyanlara yenilmiş biri olarak değil, Kürt halkının 100 yıllık ezasını bitirmiş, ülkeye barış getirmiş Başbakan olarak hatırlamak istiyor bu ülke. Bugün ve yakın gelecekte buna gücü yetecek başka bir isme daha sahip değiliz. Karar sizin...

Sinan Demirez - Reklamcı

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
ÖNE ÇIKANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 261 34 89