• BIST 9716.77
  • Altın 2427.694
  • Dolar 32.5699
  • Euro 35.0032
  • İstanbul 17 °C
  • Diyarbakır 16 °C
  • Ankara 22 °C
  • İzmir 17 °C
  • Berlin 5 °C

Durduğu yerden yaşama bakmak

Fehim Işık

İnsanın sadece yaşananlarla ilgili değil, bazen yaşadıklarıyla ilgili de saatlerce yazası geliyor. Birçok kez, özellikle ikili tartışmalardan sonra eskileri anımsayınca, bu benim başıma da geliyor. Haliyle ben de yaşadıklarımla ilgili bazı öznellikleri yazmak için bilgisayarın başına geçebiliyorum. Ancak nedense bu durumlarda, çok önceleri okuduğum -belki de dinlediğim- bir anı, 12 Eylül sonrası Avrupa'ya ilk mülteci giden Kürtlerimizin yaşadıklarından bir anekdot, 'dank' edip kendini bana hatırlatıyor...

Hal böyle olunca, "Dur yahu, bazı şeyler de yazılmasın," diyebiliyorum, kendi kendime.

İnsan karşısındakileri tanımayınca, okurların yaşadıklarının, değerlerinin, inançlarının, kültürlerinin ne olduğunu tam bilmeyince, haliyle öznel durumları yazmada bazen sürüncemede kalabiliyor.

Bu da öyle bir şey sanırım...

Öyle ya!

Değer yargıları, yaşam biçimleri, kültürleri, inançları vs. farklı olanların aynı şeylere gülmeleri, aynı şeylere üzülmeleri mümkün olabilir mi? Hayatının ilk lastik ayakkabısını ilkokula başlarken, ilk kundurayı da liseye giderken giymiş, hep zorluklarla boğuşa boğuşa üniversiteyi bitirmiş biri ile baba parası yiyip 'vur patlasın çal oynasın' yaşayan, üstü açık lüks spor arabası ile üniversiteyi bitiren birinin değer yargıları aynı olabilir mi?

Köyünden iki adım ötesine gitmemiş, hep çoban olarak, rençber olarak yaşamını sürdürmüş biri ile kent kültürünü iliklerine kadar yaşamış, sıcak şarap ile tanışmış bir diğerinin kültürel dokusu, inançları aynı mı olur?

Elbet bunların değer yargıları farklı olacak; elbet bunların, inançları, yaşam biçimleri, kültürleri farklı olacak...

Yanlış anlaşılmasın; bunlardan birini kutsama, diğerini yadsıma adına yazmıyorum bunları. Sadece insanın durduğu yerden gördükleridir, onun değerlere, kültürlere, inançlara, yaşam biçimlerine bakış açısını belirleyen...

Bundandır ki bazılarına, olması gereken zorunlu ayrılıklar bile zor gelir, kaldıramaz. Bazılarına da, ölüm bile 'vız gelir tırıs geçer'.

Uzatmak istemiyorum. Ancak değer yargılarının, yaşam biçimlerinin, kültürlerin, inançların farklı olmasının nelere neden olduğunu/olabileceğini daha iyi ifade edebilmek için Avrupa'ya ilk çıkan Kürt mültecilerinden alıntı olan kısa bir anıyı anlatayım:

Tam emin değilim ama sanırım bu anıyı anlatan ya da yazan rahmetli Mahmut Baksi'dir.

Baksi, 12 Eylül'den çok önceleri, 70'li yılların başında İsveç'e yerleşmiş ve yaşamını orda sürdüren bir Kürt'tü. O dönemler, dili iyi öğrenmiş, İsveç'in önde gelen gazetelerinde çalışan bir gazetecidir. Kültür Bakanlığı'na da danışmanlık yapıyor. Ancak İsveç halkı o yıllarda Kürtlerle, Kürt sorunu ile bu kadar aşina değil. Az sayıda kişi de Kürtlerin bazı kültürel/demokratik haklarının gasp edildiğine inanıyor, o kadar...

Bu arada Türkiye'de 12 Eylül olunca Avrupa'ya mülteci olarak giden çok sayıda ilerici, aydın, demokrat insanın yanı sıra Türkiye Kürtleri de vardır. Avrupa Kürtlerle, Kürt sorunu ile kitlesel olarak ilk o yıllarda tanıştı.

Avrupa'ya giden Kürtler çeşitli desteklerle küçük-büyük bazı toplantılar düzenleyerek Avrupalılara Kürtlerin yaşadıklarını anlatmak isterler.

İsveç'te düzenlenen bu türden toplantılardan birinde Baksi çevirmenlik yapar. 300'e yakın izleyici vardır. Toplantı, İsveçli emekli kadınların bir örgütünün desteğiyle yapılmaktadır. Haliyle dinleyicilerin önemli bir çoğunluğu da yaşı 50'nin üstündeki emekli kadınlardır. Konuşmacı mültecimiz başlar anlatmaya, Baksi'de hemen yanına oturmuş çevirmenlik yapar:

- Kürtler büyük baskı altındadır. Her gün köyler basılıp insanlarımız öldürülmektedir. Cezaevlerinde öldürülenlerin haddi hesabı yoktur. İşkencelerin en alası yapılmaktadır. Filistin askısı, falaka, elektrik, coplu tecavüz, 3 ay süren gözaltı süreleri... vs. vs. vs.

Ancak dinleyicilerde tık yok. Herkes sessizce ve umursamaz bir şekilde dinler, konuşmacıyı. İzleyicilerde öyle bir yüz ifadesi vardır ki sanki herkes daha baştan anlatılanların yalan olduğuna şartlanmıştır.

Baksi, durumu fark eder. İzleyicilerin anlatılanlara inanmadığını, bu nedenle umursamaz bir tavır içinde olduğunu hisseder. Çeviriyi yapan kendisi olduğu için, son cümleyi çarpıcı bir şekilde vurgular:

- Yahu, Kürtlere yönelik öyle bir baskı vardır ki Kürt kadınları üstsüz denize bile giremezler...

Toplantı yeri birden karışır, tüm izleyicilerde, özellikle dernek üyesi emekli kadınlarda bir homurdanma:

- Olmaz, olamaz... Böyle bir hak ihlali olabilir mi? Kadınların yaşamlarına nasıl müdahale edilir? Onların üstsüz denize girmesine kim engel olabilir?

Tabi konuşmacımız İsveççe bilmediği için kendi konuşmasının izleyicileri etkilediğini sanır. Gerçek daha sonra kendisine anlatıldığında ise biraz da şaşkınlıkla güler.

İsveçli emekli kadınlar için ilk anlatılanlar gerçekten onlara yabancıdır ve bu nedenle inandırıcı da değil. Onlar için en önemli hak ihlali, kadınların üstsüz denize girmesinin engellenmesidir. Çünkü yaşamları boyunca gördükleri ve belki görebilecekleri, inanabilecekleri en önemli hak ihlalidir, kadınların üstsüz denize girememesi...

Kalkıp İsveçlileri yadsıyamazsınız.

Yaşamadıkları şeylere inanmaları için kimi zorlayabilirsiniz ki onları zorlayabilesiniz.

Nereye gelmek istiyorum, meramımı kısaca anlatayım:

Yaş giderek geçiyor; birçoğumuzun yaşı 50'yi bile aştı. Emin olun birçoğunun birebir şahidi olmama rağmen, bazen ben bile kendi neslimin yaşadıklarına bakınca, "Ya, bu kadar da olmaz ki," diyebiliyorum.

Bugün bazılarına inandırıcı gelmeyen şeyler yaşadı bizim yaş grubumuzdakiler, namı diğer 78'liler...

Çocukluklarından, gençliklerinden, hatta yaşamlarından oldular...

En ağır baskıyı, işkenceleri, cezaevi eziyetlerini iliklerine kadar yaşadılar...

İşte bu nedenledir ki, bazen yazma isteğimiz depreşebiliyor...

Peki, yaşananları yazmak kolay mı?

Sanırım o kadar kolay değil ki yazamıyoruz...

Ancak şu da bir gerçek ki, insanlarımızın büyük çoğunluğu -ne yazık ki- hala sadece durdukları yerden bakıyorlar yaşama...

Küreselleşme-müreselleşme, internet, teknoloji çağı hak getire. Hala varsa yoksa durduğumuz yerden gördüklerimizdir...

Biraz da kendini ötekinin yerine koyarak yaşama bakmak gerektiğine inananlardanım.

Sadece durduğumuz yerden yaşama bakmaktan kurtulmak gerekir, diye düşünüyorum...

  • Yorumlar 1
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Yazarın Diğer Yazıları
    ÖNE ÇIKANLAR
    Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
    Tel : 0532 261 34 89