• BIST 10276.88
  • Altın 2390.367
  • Dolar 32.335
  • Euro 34.7427
  • İstanbul 12 °C
  • Diyarbakır 11 °C
  • Ankara 10 °C
  • İzmir 17 °C
  • Berlin 15 °C

Yas tutmaya çağırıyorum

Hidayet Şefkatli Tuksal

Kötü günler yaşıyoruz. Birilerimizin ocağına ateş düşüyor ama birilerimiz ancak üzülme mesafesindeyiz ve gündelik hayatımıza devam ediyoruz. Ben de bu ikinci gruptayım. Bu mesafede dururken, sanki bütün gün yas tutuyormuşum gibi cümleler kurmak, kendi samimiyetim adıma bana doğru gelmiyor. Üzülüyorum, aklımı meşgul ediyor, bu konuda sadra şifa bir şeyler yazılmış mı diye bakınıp duruyorum ama işte o kadar... Belki de, bu ülkenin gerçekten demokratikleşeceğini umduğumuz günlerde çok daha fazlasını yaptığımız için, bugün bana bu konuda sanki kişisel olarak hiçbir şey yapmıyormuşum gibi geliyor. Neydi o yaptıklarımız? Bir kere her şeyden önce, o güne kadar çok uzağında durduğumuz, hatta ideolojik yaklaşımları ve tutumları itibarıyla “tehlikeli” bulduğumuz insanları, grupları dinlemeye ve anlamaya çalışmaktı. Kişisel hikâyemde Kürtler, mahallede kapı komşumuz olmak dışında, böyle girdi hayatıma... Çeşitli kesimlerden kadınların oluşturduğu gruplarda, Kürt kadınlarını dinledim. Onların düzenlediği toplantılara katıldım.

Birini hatırlıyorum, Beyoğlu Emniyet Amirliği’nin hemen yanı başındaki bir binada yapılan bir toplantıydı, mola için dışarı çıktığımız bir sırada, orada ne işleri olduğunu anlamadığım 14-15 yaşındaki birkaç çocuk bana “abla burada teröristler varmış, doğru mu” gibi bir şeyler söylemişti, endişelenmiştim. O toplantıda duyduğum pek çok şey benim için yeniydi, zorlayıcıydı... Masalarda kitaplar vardı, biri Abdullah Öcalan’a abartılı bir methiyeydi, ben içim bulanarak bakarken, oradaki bir kadının okşarcasına kitabın üzerinde elini gezdirdiğini görmüştüm. Sonra ikimizin arasındaki farkın sebebini düşünmüştüm uzunca bir süre... Bir başka sefer, yine çeşitli gruplardan kadınlarla, çatışmalar dursun diye karlı tipili bir günde, Ankara’dan Silopi’ye doğru yola çıkmıştık, hem de külüstür bir otobüsle. Yolda tipi şiddetlendikçe, böyle bir otobüsle nasıl yola çıktığımıza hayret ederek, organizasyonu yapan arkadaşlara sitem ederek ama bastıran uykuyla onları rahat bırakarak, sabahın bir vakti bir dağ başında mahsur kaldığımız sırada uyanmıştım.

Etrafta askerler vardı ve aracımızın külüstürlüğü sebebiyle daha ileri gitmemize izin vermiyorlar, bize başka bir yol öneriyorlardı. Otobüsteki kadınlar da sanki hiçbir sorun yokmuşçasına, bizi durdurdukları için onlara kızıyorlardı. Bu kızgınlık sadece o anki duruma mahsus değildi, fazladan ve kategorik bir öfke de içeriyordu. O zaman grubun öfkesini üzerime çekmeyi göze alarak, ben de onlara kızmış ve askerlere gösterdikleri tepkiyi eleştirmiştim. Sabahın o vaktinde dağ başında görevlendirilmiş o çocuklara kızacak ne vardı ki? Sonrasında askerlere el sallayarak oradan ayrıldık. El sallayanlar arasında, “Hayatımda ilk defa bir askere el sallıyorum, böyle bir şey yapacağıma asla inanmazdım!” diyen bir arkadaş da vardı. Gerçi o yolculukta cesaretimiz Diyarbakır’a kadar yetti, Diyarbakır’da gruptan ayrıldık ve o külüstür araca bir daha binmemek için kendi imkânlarımızla geri döndük. Ankara’ya döndüğümüzde, o grupla olan çalışmalara devam ettik. O yolculuğu masaya yatırdık, birbirimizi eleştirdik ve birbirimizi anlamaya çalıştık.

Yine bir başka sefer TAYAD’ın, tutukluların hapishane koşullarının düzelmesi için düzenledikleri kampanyalarına destek verdik. Hatta bir bayram günüydü, bizim arkadaşlar kampanya mekânını ziyarete giderken baklava götürmüşlerdi, o baklavaları hem TAYAD’lılara hem de onların başında nöbet bekleyen polislere ikram etmişlerdi. Bu durum iki taraf için de şaşkınlık vericiydi tabii...

Biz o günlerde, birbirimizi anlayıp dinlersek, birbirimize değer verirsek, herkesin haklarının ve onurunun gözetildiği demokratik bir sistemin kurulabileceğine gerçekten inanıyorduk. Sadece biz değil, pek çok insan inanıyordu. Bu yüzden, harıl harıl etkinlikler düzenleniyordu, neredeyse yetişemiyorduk. Bu etkinlikler içinde pek çok arkadaşlık doğuyor, birbirimize dokunmanın tılsımıyla düşmanlıklarımızdan arınıyor, birbirimizin dünya görüşünü, yaşam tarzını pek onaylamasak da, bunlara saygı duymayı öğrenmeye çalışıyorduk. O dönemlerde Kürt kadınları, daha demokratik bir Kürt siyaseti için bu hareket içindeki erkek egemenliğini, şiddeti ve despotizmi sorgulamaya cesaret eden çalışmalar yapıyorlardı...

Fakat bir müddet sonra büyü bozuldu ve bu günlere geldik. Bence bu kötü günlerde gene kadınlara iş düşüyor: Türk ve Kürt kadınlarına. Şiddeti kategorik olarak reddeden kadınları göreve çağırıyorum. Ses çıkarmaya, eylem yapmaya çağırıyorum. Hiçbir şey yapamayacaksak eğer “yas tutmaya” çağırıyorum!

Özür:
Bugün bir de özür notum var. “Plaj mı, utanç duvarı mı” başlıklı bir önceki yazımda geçen “bedenlerini teşhir etme” cümlesiyle ilgili. Yazıyı çok dar bir zamanda yazdım, bitirip gönderdikten sonra bu ifademden ben de rahatsız oldum ama iş işten geçmişti. Bu ifade benim bilinçaltımı ele veriyordu, hoş değildi, Yavuz Semerci’nin nitelemesiyle “ayıplı”ydı. Rahatsız olan herkesten özür dilerim.

  • Yorumlar 1
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Yazarın Diğer Yazıları
    ÖNE ÇIKANLAR
    Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
    Tel : 0532 261 34 89